- 532 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Hobby
Ne kadar hoş bir duygu insanın bebeğinin olması! O sıcak ve ufacık bedeni insan kucağına alırken nasıl da mutlu oluyor! Çünkü kendi canından bir can o bebek ve insanın kendine sarılma hasretini gideriyor küçücük, sıcak bir ten!
Misafir olduğum ev, üniversiteye başladığım gün ilk tanıştığım arkadaşımın eviydi. Evlenmişti ve ilk çocuğu dünyaya gelmişti. Hem çocuğun hayırlı olmasını demek, hem de uzun bir zamandan sonra Türkiye’ye ayak basmanın şerefine, en yakın arkadaşlarımdan birini görmek istemiştim. ‘Henüz arkadaşımın hanımı Günnur hamile iken, çocuğun erkek olacağını öğrendiğimde adının ‘Abdulkadir’ olacağını tahmin etmiştim. Çünkü arkadaşımın dedesinin ismiydi ve Kadir ismini çok beğeniyordu.
Üçüncü ayına yeni girmişti Abdulkadir bebek! Arkadaşımın gözlerindeki gençliğin o umutsuz bakışları yerine, artık olgun ve de yorgun bakışlar yerini almıştı. Gurbette iken insanın vatanının değerini gerçekten çok iyi anlıyordu. Herkes gibi onunda Türkiye’nin güncel konuları hakkında şikâyetleri sıralayacağını bekliyordum. Ama artık böyle şeylerin esprisi olmadığını biliyorduk!
Kendisi Kızıltepeliydi. Mardin’de doğmadığı için aslında onu, o coğrafyanın insanına göre düşünüp, değerlendirmek istemiyordum. Üniversite yıllarında hükümet olan dini yönü ağır basan bir partiyi sevdiğini söylüyor ve devam etmesini, siyaset olarak iyi işler başardığından bahsederdi. Ancak bir yanı da liberaldi. Özgürlüğün mutlak kaide olduğunu dile getiriyordu her seferinde. Temiz Türkçesi ile tüm önyargıları bir kenara bıraktırıp, söylemek istediği şeyleri rahatça dile getirebiliyor ve çevresindeki insanların onu dinlemesini sağlayabiliyordu. Derslerindeki yüksek başarısıyla çevresinde göz dolduran bir öğrenci olarak parmakla gösteriliyordu. Ben bu durumdan daima mutluluk duyuyordum. Hayatında ‘AA’ notu almamış bir üniversite öğrencisi olarak, arkadaşımın yüksek notlarıyla mutlu oluyor, birkaç dersten ‘CB’ aldığı zaman ben de üzülüyordum.
Ama bu başarılı ve göz dolduran fıtratının yanı sıra, insanlara karşı son derece açık sözlü olabiliyordu. Üniversite hayatında iki kızı çok sevip, beğenmişti. Biri, en baştan beri beğenisini daima bana da söylediği, fakültesini 3.91 ortalamayla bitiren kızdı. Tatlı kızdı ama onun gözünden görmediğim için o kadar da beğenmiyordum kızı. Diğeri ise bir ara şansını denemek istediği, okuldan eve, evden okula gidip gelen Sümeyye idi. Sümeyye için son derece muzip bir fikir ortaya atmıştı. Yanıma gelip, bana şöyle hüzünlü bir şekilde yakınmıştı:
-Seviyorum kızı. Çok güzel değil, tamam da, ama hanımcık kız. Sağa sola da bakmaz, böyle herhangi bir dedikodu da duymadım onun hakkında. Düşünsene ya, evet derse, ailemi çağırırım hemen, ailesinden isteyip, söz keseriz.
Ermeni mahallesinde buz gibi soğuk bir havada gazete üzerinde oturup, bunları söylerken, umutluydu. Kıza mektup yazacağını söylemişti. Kızdan not geçmek için bir defter almış ve bu defterin içine yazdığı mektubu koyup, kızı tavlamak istiyordu. Niyetinin ciddi olmadığını bilseydim, böyle bir şey yapmasını engellerdim ama kızı istiyordu. Mektubu yazıp bana okutacağı gün yine bildik depresyonlu zamanlarımdan birini geçiriyordum. Mektubu okutmayacağını söylüyordu ama bir yandan da bana okutup, nasıl olduğu hakkında fikir edinmek istiyordu. Mektubu zar zor elinden alıp, okuyunca, arkadaşıma bakıp, gözlerimle bunu yapmamasını istemiştim, ama dilimle bunları söyleyememiştim. Henüz konuşmak da dahi zorlandığı, aldığı defteri isterken dahi şekilden şekle giren arkadaşım, öyle bir mektup yazmıştı ki, üç-dört senelik âşıklar bile birbirlerine bu kadar içten, sıcak yazamazlardı.
O gün gelmişti. Farklı bir şeylerin olmasını dilesem de, o mektubu okuduktan sonra kızın ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordum. Arkadaşım acaba defterin içinde o mektubu kız okudu mu, okumadı mı diye düşünürken, en son çare kızın yakın arkadaşlarından Emine’ye, Sümeyye ile bir şeyler konuşması gerektiğini ve ona bu isteği yerine getirmesi için ricada bulunmuştu. Sümeyye evine gitmeden önce birkaç kız arkadaşı ile toplanıp, konuşurken, benim garip âşık arkadaşım kızı beklemişti. Kız süratle ona yaklaştırmıştı bedenini, ama ruhu farklı bir yerde olduğu kesindi.
-Utanmıyor musun bunu yapmaya? Ben senden böyle bir şey beklemezdim. Gerçekten kötü oldum. Olmaz tabi ki!
Görende canını istiyor zannedeceklerdi kızdan, ama işin özü, gerçeği sonradan anlaşılmıştı. Kız bir başkası ile çıkıyor ve bunu dile getirememe beceriksizliğinden dolayı arkadaşıma çatıyordu. Arkadaşım o gün morali bozuk bir halde benim yanıma gelmişti. Ağlamıyordu elbette, ama çok üzgündü. Kızın ona yaptığını onaylamadığımı ve kesinlikle kızın yanlış yaptığını ona söyleyince, az da olsa rahatlamıştı. Böyle anlarda çaresizlik mevcut kapı olduğundan dolayı, herhangi bir atıp tutmanın hayatı yaşama becerisi içeriğinde hiçbir ters argümanı yoktur, bulunamazda! Ben de aynen bunu uygulamıştım ve birkaç gün önce tanrıça gibi kabul ettiğimiz kızı, birkaç gün sonra kötülüyor olmuştuk.
Gözlerine bakıyordum. Eski, her şeyden önce insanda onulması güç yaralar bırakıyor. Ben iyi arkadaşların uzun bir zamandan sonra tekrar bir araya gelmelerini, evlenip boşanmış karı kocaya benzetirim. İyi dostlukların yaşandığı zamanlar da, parasız olup, yemek için farklı yollar denedikleri, kimi zaman hüzünlendikleri, kimi zaman kahkaha güldükleri hayattan lahzaları taşıdığı için, bu bir nevi evliliğe benziyordu. Elbette absürt bir örnek olarak da görülebilirdi. Evet, o dostlar yan yana geldikleri an, eskiyi hatırlar ve şimdi beraber olamadıkları için üzüntü duyarlar, pişmanlık hissederler. Eskiden evli olduğu kadınını bir başka erkekle gören erkek o kadar kızgın olur ki, pişmanlığını derinden hisseder. Boşanmasını veya ayrılmasını ne gerektirmiş olsa da, kadına baktığı zaman hep bir parçasının ondan kaldığını bilir ve onun için üzülür. İş işten elbette geçmiştir.
Günnur bana sesleniyordu, ama arkadaşımın omzuma dokunmasıyla düşünce dünyamda çok farklı bir yere gittiğimi anlamıştım.
-Abi, çayını tazeleyeyim mi abi?
Gülümsüyordum. Arkadaşım küçüklüğünden bahis açmış, ortamın seviyesi düşmüş sıcak muhabbet oranını arttırmaya çalışıyordu. Zaten pek de sıcak muhabbet edecek güç bulamamıştım eve ilk girdiğimden beri. Arkadaşımı özlemiştim ve elbette bana anlatacağı çok şeyi olduğunu biliyordum. Eşiyle dahi önemli bir sorunu olsa, bunu hemen paylaşacağından dolayı belki de Günnur’un yanımızda olmasından dolayı, o da muhabbeti eskiye çevirmiş ve farklı bir frekans almamızı sağlamak istiyordu.
-Ya yok arkadaş yok, artık o eski Hobby’lerden yok! Eskiden daha güzeldi tadı, şimdi iyice bozdular. Ben küçükken çay ocağında çalışırken haftalığımı alır, anneme verirdim. Elimde para kalmadığı için kendime bir şey de alamazdım. Babam amele pazarından gelirken, daima eli dolu gelirdi. Hobby alırdı genellikle ve çok severdim. Ablam Hayriye ile bayılırdık tadına.
Bu muhabbeti uzatıp, belki de Günnur’un yanımızdan gitmesini sağlamalıydık. En azından ben böyle düşünüyordum.
-Az mı esrar taşıdın millete o yaşta be!
Arkadaşım şaşırmıştı. Ancak söylediğimden dolayı gücenmemişti. Daha çok mutlu olmuştu. Gülümseyip, muhabbetimize devam ederken, göz ucuyla Günnur’a bakıyordum. Esrar muhabbeti bittikten sonra, anlatmaya başladığı olayların en kötüsünü anlatırken, Günnur’un kalkmak için yavaştan hazırlandığını hissediyordum.
-Ya o çocuğu bir daha görmedin mi?
-Yok ya! Zaten tanıdık değildi. Uzaklardan geliyordu. Esrar için böyle bir şey yaptıklarını bilmiyordum.
-Çalıların orada ha?
-He ya, bildiğin temiz yüzlü bir gençti. Gelmişti mahalleye. Biz küçüğüz tabi, anlamıyoruz ama bir erkeğin bir erkeğe yaptığı o hareketi görünce…
-Gerçekten çalıların orada götünden çocuğu… Of, esrar için mi?
-Esrardı evet. Parası yok diye kendini siktiriyordu. Bizim oralar ne pislikti! Ben, kardeşlerim yine iyi kurtardık. Ailenin önemi çok arkadaşım!
Günnur’un rahatsızlığı bir yana, ben de bu muhabbeti tekrarlamanın iğrençliği içerisindeydim. Eğer arkadaşım bu yolu seçmemiş olsaydı, elbette böyle muhabbetleri açmazdım hanımı yanında, ama mecbur gibiydim.
Günnur konuşmak istiyor gibiydi. Eliyle çenesini kaşır gibi yaptıktan sonra, geçen haftalarda izlediği bir cinayet olayını o da bize anlatmak için söze girdi.
-İnsan on beş akrabasını nasıl öldürür anlamış değilim?
-Namus cinayeti değil mi o Günnur?
Arkadaşım benim Günnur ile muhabbetimi takip ediyordu. Bir şeyler söylemek istediğinin farkındayım ama sırasını bekliyor gibiydi.
-Kimler ölmüştü Günnur?
-Valla abi kayınvalidesini, kayınpederini, bacanaklarını, bacanaklarının karılarını, çocuklarını, kendi karısını ve en sonda kendisini…
-Neyle vurmuş bu kadar insanı yahu?
-Abi elinde keleş varmış, taramış zaten salondaki herkesi. Yedek şarjör müdür, jarjör müdür nedir, ondan da varmış. Baya bi sıkmış!
Arkadaşım bir katil edasıyla söze girince, Günnur’la beraber gözlerimizi ona doğru çevirmiştik.
-Bence adam haklı! Namus cinayeti diyoruz yani. Normal bir şey değil mi? Karısını aldatmış adamı değil mi?
Günnur’un tiz sesi birden kalınlaşarak kulağıma doğru gelince, başımı ona, Günnur’a doğru çevirdim.
-Kadın suçsuzdur vallah! Adam namusuz çıkmış, ikide bir kerhaneye gidiyormuş pislik. Karısı da anası babası yanında ağlamış, sızlamış. Sonra kadının kardeşleri kocasını hırpalamışlar biraz. Adamında evi yakın, koşmuş silahı almış gelmiş. Hepsini öldürmüş.
-Yapar tabi, dövmüşler adamı.
-Vış… Hele sen adama haklı diyon, anlamadım ben seni vallah!
-Az kafanı çalıştır. Adama iftira atmışlardır. Kadın boşanmak istemiştir, adamı sevmemiştir. Adam da dayanamayıp hepsini öldürmüş.
-Ve le insaf kocacım, insaf! Hadi öldürdün bari bir iki tane öldür, kendini öldürmeden önce karını öldür. İki kişi ölün gidin, herkesi niye öldürüyon? Değil mi abi?
-Ben bilmem!
Arkadaşım hızını alamadığı için hanımı ters köşe yapmak istiyordu. Onların konuşmasını dinlemeye devam ediyordum.
-Bir kere katil adam için artık öldürmek çok basittir birini vurduktan sonra. Ha iki ha yirmi, fark etmez!
-Vallah cehennemin dibini boylar o adam! O sübyanların ne günahı vardı peki?
-Ben onu bunu bilmiyorum ama Günnur bil ki, katil adam için adam öldürmek kolaydır artık. Onu canilik hissi ondan kopmaz, onunla beraber gelir her yere. Ben de zamanında bir kediyi öldürmüştüm.
-Kedi mi?
-Küçüktüm elbette ama hislerimi iyi hatırlıyorum. Elimde bir taş vardı, karşıda baktım bir kedi. Hafif yüksek bir yerdeydi. Tuttum taşı, öyle bir fırlattım ki, kedinin artık neresine geldiyse, kedi yerde üç dört kez takla attı. Sonra yere düştü. Can çekişiyordu sanki. Sonra etraftan taş buldum getirdim. Getirdim taşı kedinin üzerine vurdum. Vura vura, kedi öldü. Ağzından kanlar gelmişti, taşların etrafı hep kan olmuştu. O adam da öyle, birini vurunca diğerlerini de vurmak kötü gelmiyor ona. Çok rahat çünkü! Ben de ilk taşı attıktan sonra aynı psikoloji içerisindeydim.
Bir kedisever olarak bu olay hoşuma gitmese de, Günnur’un odasına ağlayarak koşuşuna şahit olmak ayrı bir zevki tattırdı bana. Başarmıştık sonunda. Belki dışarıda buluşup, yalnız başımıza bir çay ocağında oturup sohbet etmemiz de mümkündü, ama böyle bir şeyi orada başaramazdık! Her ne kadar anlatılanlar kötü de olsa, Günnur artık oturma odasında değildi. Giderken de odasına, oturma odasının kapısını çektiği için sesimizi duyması mümkün değildi. Arkadaşım gülümsüyordu.
-İyi misin?
-İyim de, karına böyle yapman pek hoş olmadı gibi. Ağladı kadın.
-Başardık ama.
-Bu oyunu bu kadar abartacağını bilmiyordum.
-Ne olacak sanki! On beş tane insan ölmüş diyoruz. Ben öylesine sokaktan geçen bir kediyi öldürmüştüm, ki o da küçükken.
-Mutlu değil misin Günnur ile?
-Sıkıyor beni.
-Nasıl yani, nasıl sıkıyor?
-Çok konuşuyor arkadaşım, hem de çok! İnsan iki dakika susar değil mi? Eve geliyorum işten, akşam yemeği yedikten sonra, çay içerken… Konuştukça konuşuyor. Anamı, anasını, komşunun Danimarka’daki akrabasının ev kredisini, itini, bokunu...Sonra namaz kılıyorum, namaz kılarken bir şeyler anlatıyor. Televizyona bakıyorum arada, maç özetlerine filan. Yok, yine konuşuyor, susmuyor kardeşim. Ütü yaparken kadın normalde şarkı, türkü söyler. Bu hâlâ konuşuyor. Af edersin yatağa giriyoruz, gel kız biraz sevişelim diyorum. Başlıyor bir konuşmaya, sevişmeye gücüm kalmıyor. Bu çocuğu yaparken kaç hafta uğraştım bir bilsen. Çenesi durmuyor ki arkadaş! Konuşmaktan içine dökülen bütün spermlerimi boşaltıyor sanki! Of, bilmiyorum kardeşim, sıkılıyorum bu kadından vallahi!
Arkadaşım konuşmasını bitirdikten sonra, biraz üzgün biraz da haklısın der gibi kafamı salladım. Kırgındı hayata, her şeye geç başlamıştı, geç de evlenmişti. Ama istediği bir karısı olamamıştı. İzin isteyip, başka bir yere de uğramam gerektiği bahanesini sunarak evlerinden çıkınca, rahatladım. Yürüyordum ve tüm konuşulanları ön belleğimden silmek istiyordum.
Tabiat ne kadar da sessiz ve sakindi! Ben ise karımı aramak, sesini duymak için cebimdeki telefonuma elimi uzatırken , arkadaşım evinde karısının az da olsa susmasını istiyordu. Dünya gerçekten garipti!
Sesini duyduktan sonra gerçekten rahatlamıştım. Beni özlediğini söylüyordu. Oysa daha dün yanından ayrılmama rağmen, ben de onu özlemiştim. Sesini duymasam nefes alamıyor gibiydim. Caddede yürürken marketin birine girdim. Sigara alacaktım. Birden arkadaşımın da bahsettiği Hobby çikolatalarını rafın birinde gördüm. Çocukluğumu özlemiştim ben de.
Dışarı çıkınca hemen Hobby’nin ambalajını açtım. Aldığım tadın eskisi gibi olmadığını ben de anladım. Çocukluğun tatları artık sadece hatıraydı ve onları tekrarlamak hataydı.