- 1881 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk, Hüzzam Bir Bekleyiştir
Efsunlu bir bakışın sahilinde okşuyorum gönlünün peçelerini
Özlemli ceplerimde yaşanmamış bir mevsim, al senindir hepsi
Saçlarını okşuyor rüzgâr, eşkıya aşklar iniyor dağlardan sanki
Zemheri mevsimlerdeyim, gecenin yorganını çek üzerime haydi
Bu gece kocaman gökyüzünden bir yıldız seçip indirdim bizim için yeryüzüne. Adına sevda yıldızı dedim, avuçlarımı yaktı bir alev, deli nehirlerin en derinine yanan ellerimi daldırdım. Yıldız söndü, gizemi kayboldu, içlendim ve avuçlarımdaki boşluğa içli içli baktım. Göğsümdeki aleve uzattım birden ellerimi, gözlerinin şairi oluverdim. Yıldız titrek bir hüzüne dönüştü, imgelerimle hayata döndürdüm.
Uzaklarda, bir sevdanın tütsüsünü yakmış bir kadın, sofrasında özlem. Vuruyor boş kadehlerin tam ortasına hüznü, şarkısı dilde hüzzam. Meze yapmış geceyi düşlerine, gözlerinde bir sevdalı adam, baktıkça duman olup tüten. Işıklar vuruyor derin göğsüne, denizlere düşerken gölge. Sarılıyor adam gölgeye, kadın geceye, sarsılıyor o an dudakta hece ve özlemi yudumluyor içten içe. Kadın suskun bir feryat olup kavrıyor kadehi, bekleyişin şerefine yudumluyor özlem dedikleri onulmaz badeyi.
Bir çay demlenir ocakta, hasret olur dem. Kokusu dolar odaya, tüter göğüste dün denen yitmiş an. Bardakta döner kaşık, döndükçe gün, kıvranır aşık. Su telveden ayrılır, sevda dudakta ballanır, dil özlemin ağusunu düşler, göğüste yürek arsızca titrer. Diz kıvrılır döşekte, arzu sabırsız bekler fişekte. El uzanır birden bedene, dolanır en gizli yerlerini hiddetle. Ayağa düşer gece, adımlar hasretle yürür birbirine. Bir dokunuşla kanar an, kanar iki yürek, gece girer sessizce inine.
Her dokunuşun bulut dökülüşlü saçaklarıyla arala göğsümün çeperini. Kanat en ilkel acıların bıçaklarıyla yar dudaklarımı. Gecenin saçlarıyla gizle o zaman bu sevda kaçağını. Dinle dudaklarından süzülen aşk sancılarını. Seninle kavrulan her zerremi avuçla, şiirin olayım, sofrana dolayım bir şölen havasında özlemlerimi kaşıkla. Çözülsün düğmen, ay düşsün odana bir tanem. Arala yorganımı, al koynuna bir gece bile olsa bu aşk adamını.
Döndükçe gözlerimizin devranı bir bekleyiş masalının kıyım sayfalarını karıştırırız. Şarkılardan fallar açar, göğsümüzdeki yollara aşk adını veririz. Kaybolan dünlerle, kokusunu özlediğimiz güllerle, dalgalı denizlerin köpüklerinden atlarız. Dudaklarımızdaki bir anlık gülümseme siler yitirilmiş, ama özü yürekte demlenmiş sözcükleri. Sevdanın en son havarileri olur, denizleri yarar, dağları parçalarız kutsal sabrımızla.
Gecelik duruşlarımızın kilitlerine damla düşünce bakışlarımızın doygun kancalarını atarız denizlere. Gülümseyişlerimizin gölgesi aynaya fısıldadıkça, yüreklerinden özlem süzülür, gün akşama vururdu, kendi dünyamızın kapılarını çalarken gerçeğin elleri. Yumruk kadar yüreğimle, sevdanın yağlı gömleğiyle ve aşk denilen kaçak türküleriyle uzaklaşırdım senden. Sözcüklerim sallanırdı ipte, karıncalar üşüşürdü yarınlara sarmaladığım imgelerime.
Hüzünle harmanlanan bütün tütünlerden kokun yayılırdı, dudaklarının dokunulmamış köşelerinde haz ararken. Yangınım aleve dönüşür, bakışlarımı kaçırırdım göz halkalarımız kabını taşıyan bir ayraç gibi tutunurken sövgüye. Saklı kalmış, anlatılamamış, sorgusu tamamlanmamış şeylerce asılırdım çürümüş bir halkaya. Göğsümdeki sancıyla büyürdü öfke, darmadağın sözlerle aşk kendini sunarken özlem denen hengâmeye.
Birikmiş kahkahaların özgür boşalımlarını sunarken yüreğime, farklı bir iklimin adamı olurdum. Gülüşlerin ruhumu işgal eder, inci dişlerindeki derin dünya hazinem olurdu. Düşlerdim kadın mutluluklarını, tanımsız kırgınlıkların şehirlerinden dağlara taşınırdım. Gün yeniden başlardı, yeniden göğsüme bahar ışıkları dolardı ve ben özlemin en doyumsuz adamı olur, seni sevmenin mutluluğuyla yeni bir hayata sıfırdan başlardım.
Gözyaşlarımızın elvedalara sarılarak aktığı anlarda bir başka dünya dönerdi başımızın üzerinde. Saatler kalleş bir anın dişlileri onur, utançların kentinde şiirce birbirimizin yüreğine sokulurduk. Yangınlar sarardı dört bir yanımızı, kahkahaların göğsüne başımızı yaslar, aşkın en tutkulu insanları olurduk. Saklımızdaki ağrıydı hep özlem ve onun kalabalık sokaklarında bile biz kendimizi bulurduk.
Bir günün bütün dilimlerini birlikte keserek süsledik gönül soframızı. Saatlerin sırtında, sözcüklerin dingin saunasında ter attık, sarsıldık bir düşün en can alıcı noktasında. Seninle yıldız alacalı bir kentin surlarını dolaştık. Hızla tükenen anların sırlarını paylaştık, sessizlikti bazen içimizi burkan sevgimizle onu da aştık. Şimdi masum uykulara hazırız, rüyaların en bilinmez sularında kulaç atmaya hazırız. Al beni düşlerine, çünkü birbirimizi en iyi orada yaşıyoruz.
Aynı sızıların yorgun tenidir taşıdığımız, birbirimizden ayrı kalınca sarılışlarla avunduğumuz. Dün yitik bir günce gibi batınca içimize, bugünün güllerini sokarız gönül vazomuza. Durmaz oysa an, yanar için için ve hep kendi çevresini örter duman. Sözler tükenince, azar dalga ve çarpar uzaktaki sevdanın kayalarına. Aynı öyküdür az sonra yaşanacaklar, beden düşerken yatağa, kavruluşlarla boşalır gerçeğimizin kasığındaki devran.
Ertelenmiş sözlerin duruşmalarıyla buluşunca bedenler, yanık tenler sularca akarlar doruklara. Mevsimler bekleyişi çalar aynı anda, dudaktaki söylenememiş sözler açıklara yol alan gemiler gibi suları yarar. Bir düşünüş rahlesine uzanır sevda, sıyrılır kabuğundan o anda. Susku biter, anlar tersine döner. Çünkü, ‘aşk hüzzam bir bekleyiştir’ bir gün mutlaka kendi gerçeğinin kollarında hayatı sorgular.
Selahattin Yetgin