- 1170 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Derinlik
Öncesi var mıydı? Hayır, gerçekten merak ediyorum bu hayatın öncesi var mıydı?
Var olduğuna inandım, inandırıldık! Belki de inanmak kötü bir şey olmadığı için, daima tek bir tanrıya inandık ve bununla mutlu olduk. Nedense ona pek gücenmedik! Çünkü yarattı ve bize bıraktı bu dünyayı. Arada sırada uğruyor muydu, ziyaret ediyor muydu yarattığı dünyaya? Bilmiyorum… Bu kadar azametli ve dengeli bir yaratılmışlığı kontrol etmenin çok daha mantıklı ve akıl üstü yolları olsa gerek! Bunu düşünemeyip, sıkıntıya girmemiz gereksiz bir tefekkür eylemi. Tefekkür, zihnin otoparklarına dolup boşalan arabacıklar! Kimi daha parlak, daha cilalı, sıfır model… Kimi ise herhangi bir şey!
Yo… Kökenimizde aldanma olduğu için çok rahat kanabilir ve kandırabiliriz birilerini. Çürütülmüş en büyük düşünce, çürümeyi kabullenememe düşüncesidir. İnsanların daha şevkli, ferle dolu olduğunu görmek hayırlı bir iş olacaktı dünya için, ama öyle değil!
Beton üzerine granit taş mı? Herkesin kendine göre yapı zevki vardır tabi ki, bazen katlanamıyorum. Ayakkabımın altındaki çamurlardan, kaldırıma otuz yedi derecelik açıyla ayağımı sürttükten sonra kurtulunca rahatladım. Küçükken daha çok yapardım böyle ve evin perdelerinden, ayakkabı koyacağımız plastik raflara kadar her şeyin daha çok anlamı vardı. Uzun, koyu kırmızı renkteki perdelerin içinde beliren parlak, siyah renkte beneklerin hayal dünyasından geldiğine inandırdım. Erkan Yolaç’ın ‘evet hayır’ yarışmasını kendi başıma oynamaya çalışırdım. İlk defa o zaman evimizde telefon olacaktı. Dedemlerin evinde gördüğüm garip şekilli, bir türlü telefon açmasını beceremediğim telefon yerine, büyük ve okunuşlu tuşların olduğu ilk telefonumuzla gurur duyardım. Televizyonun kumandasıyla uğraşmak ise ayrı bir zevkti. Kumandanın pilini çıkartıp, ölmüş pillerin tekrar tekrar çalışmasını sağlardım. Zevkli bir işti. İlk walkman bile yıllarca tanrıça olarak odanın bir köşesinde sessizce kalabilecek bir eşyaydı.
Şimdi eşyaların değeri mi azaldı yoksa büyüyünce insanın gözü daha farklı şeyler mi arıyor, bilmiyorum. Tatminkârsızlık aslında küçükten başlıyor. Kaldırım taşında oturup, yerdeki boş çikolata ambalajlarının, boş kola şişelerinin dolu olduğunu hayal ederdik! Alabiliyorduk da hâlbuki yiyebiliyorduk, içebiliyorduk saydıklarımı; ama bir şey, her şeyin tamamen senin olmasını sağlamak için uğraş veriyordu. Nefsimize küçükken düşkün olduğunu unutan büyük başlardık şimdi oysa!
Yusuf’un kendine ait Psikoloji Danışmanlık bürosu olduğundan beri, birkaç kez yemek yemiştik kendisiyle, ama yanına hiç gitmemiştim. Bu ilki yaşadığım için komik hissediyordum kendimi. Mesai saati bitmiş olmasına rağmen, Yusuf yine de özel olarak aldığı randevular için bazen saat dokuza, ona kadar bürodaydı. Zile bastığım an, yine bildik bir manzara ile karşılaşmanın gururu içerisindeydim. Elinde bir kitap, bana kapıyı açıp, dil ucuyla ‘hoş geldin’ diyordu. Hoş gelsin uzanıyordu boşlukta. Nasıl hoş geldiğimi düşünüyordum… Evin içinde dolaşıyor gibiydim. Kendi ruh mağaralarımın en derinine inip, yeniden doğmak için uyumak istiyorum. Aslında iki gündür uyumak istemesem dahi, uyuduğumu fark edince, neden uyumak istemediğimi unutuyorum. Ölüyorsun, ama bu bir tüberküloz gibi bir şey… Yavaş yavaş kopuyorsun gözlerinden, akciğerlerinin içerisindeki bronşların havayı çekemiyor. En kötüsü, alınan oksijenin insanı uyuşturması sonucu, bedenin daha az acı çekmesi ve tedirgin olmaması. Tedirginlik var olan acıyı daha çok arttırıyor. ‘Burada sigara içemeyeceğini biliyorsun. İyi misin?’ Yusuf büronun kokmasını istemiyor sanırım. Hâlâ aynı teori, insan medeniyetini kendi kurar. Buna karşın kimyasallar insanların kaderini belirliyor. Sabunsuz bir medeniyet olabilir mi? Hayat hiçbir zaman tek porsiyon olarak önümüze çıkmıyor ve bize birkaç seçenek birden sunabiliyor.
-Yusuf, bu iş gerçekten insanlar için faydalı oluyor mu?
-Modern yaşama ait bir denge çubuğu gibi hissediyorum kendimi. Çay mı kahve mi?
-İstemediğin halde mi?
-Neyi istediğine bağlı? Buraya gelenler benden yardım almak için değil, kendileriyle yüzleşmek için geliyor.
-Çare sunamıyorsan, kendini çare göstermen sahtekârlık değil mi?
-Umarım beni yanlış anlamak kafanı çalıştırmıyorsun…
-Ne, nasıl; hayır tabi ki! Psikolojik danışman isen, bir faydan olmalı insanlara ki sana geliyorlar.
-Az önce söyledim zaten bunu, benim onlara yaptığım tek şey, kendileriyle yüzleşmeleri. Gerçekle...
-Gerçeğe gerçekten önem veriyor musun ki?
-Bu aslında kitapların laneti gibi bir şey! İnsan var edildiğini anlamaya başlayınca, insanlarla anlaşma yollarını denemeye başladı. Ama bunu sağlamak başlarda o kadar da kolay olmadı. Günümüze geldiğimizi farz sayalım ki, insanların iletişimini kolaylaştıran her şey mevcut ama insanların ortak olgusu yalnızlığı seçmek!
-Dejavu?
-Başlardaki gibi esasında yalnız olmak istiyor. Kinaye yapıyor bir nevi ironisine yenik düşüyor. Yalnız kalamayacağını bildiği halde bunu istemesi… İşte tüm sebep bu! Kendisiyle yüzleşmeyi seçen insanlar yalnız oluşlarını bahane etmiyorlar. Daha çok başkasıyla olan iletişim sorunundan, çeşitli dertlerinden bahsediyorlar. Derdin, acının ortaya çıkması yalnızlığın sona ermesiyle ortaya çıkan bir şey.
-Yalnız kalmayı istemek mi kolay, yoksa kalabalıklara karışmak mı?
-Bu tercih meselesi, kimi insanlar bir ömür aile kurmadan yaşabilirken, kimi de ölen eşi sonrası hemen aile kurmak için çaba gösteriyor. Ayrıntılı bir örnek bu elbette!
-Merak ediyorum da, kimler geliyor gerçekten de buraya? Yani kim gelebilir buraya, kendi özelini açıp, tanımadığı bir insana para karşılığı rahatlamak ister ki?
-Evliliklerin büyük çoğunluğu iletişim problemlerinden dolayı bitiyor, bunu biliyor muydun?
-Öyle olması normal değil mi?
-Normal olan bir şeyden bahsetmiyorum burada. Normal olabilir ama olmaması gereken bir şey aslında. Olmasını gerektirecek sebep ne? Anlatılanı dinlememek, istememek? Peki, ne yapmak? Bir başkasını dinlemek eninde sonunda…
-Hiçbir şey anlamadım Yusuf.
-Şöyle düşün. Erkek eve geliyor, karısı onu güler yüzle karşılıyor. Sonra kadın bütün gün evde, canı sıkılmış. Akrabalarla, komşularla konuşmuş dahi olsa, ona en yakın olan erkeğin çekiciliğini hissediyor. Ama netice alamıyor. Karşıda duvar olsa daha iyi diye düşünüyor. Erkek kalkıp televizyona bakıyor. Başkasını, başkalarını dinliyor. Bu müzik de olabilir. İhtirasın temelinde bu psikoloji vardır. Psikanaliz yaparken de, self olarak birey bu Narsist bozukluklarını ortaya çıkartıyor. İnsan ruhundan bahsediyoruz elbette, ama bu ruhun etki alanında o kadar çok bilim dalı sayabiliriz ki! Anatomi, fizyoloji, nöroloji, fizik, kimya ve biyoloji en temelleri…
-İyiymiş. Gerçekten iyi!
-Daha fazlasını görmek ister misin?
-Neyin daha fazlası Yusuf?
Elindeki kitabı masaya bırakırken, birisinde kahven, diğerinde çay olan iki cam fincanı parmağıyla gösterdi. Hangisini içmek istiyorsun diyordu. Çay alabilirdim. Çay dolu cam fincanı uzattı. Masanın sağ köşesinde, komidin tarzı bir dolap vardı. Ona doğru yaklaştı. Eğildi. Dizlerini çöktü. Geriyordu hareketlerini yavaşça yapması. Dolabı açtı ve içinden küçük bir çanta çıkardı. Çantanın içerisinde ne olduğunu merak etmeye başlamıştım bile. Her zaman yeni bir şeylere tanık olmak insanın hoşuna giderdi. Bu ne olursa olsun!
-Kahven soğuyor Yusuf.
-Önemli değil, soğukta içebilirim. Sana göstermem gereken bir şey var.
Çantanın içinde küçük bir laptop çıktı. Şaşırdım. Niye bu bilgisayarı özel olarak kaldırmış ki? Özel bir şeyler mi vardı içinde?
Laptop açılırken, çantanın içinden çıkardığı kâğıdı bana doğru uzattı. Almamı ve incelememi istediği kâğıtta ne var, ben de merak ettim.
Başlıktaki yazı fonunda ‘Son Üç Ayın Verileri’ yazıyordu. Neyin verileriydi bunlar?
-Korkma, veri filan diyince yanlış anlaşılmalar olabiliyor. Bunlar, buraya son üç ay gelen müşterilerimin mesleklerine dair bilgiler. Yaş bilgileri, eğitim durumları da ayrıca analiz edilmiş bir şekilde. Her Cuma güncelliyorum bu verileri. Üç aydır başlamış olmam rağmen, daha da iyi olan, buraya gelenleri artık gizli video çekimine almam.
-Video çekimi mi?
-Evet, gizli ama! Aslında yaptığım suç, fakat bu beni geliştiren bir yöntem oldu.
-Bilgisayarda da görüntüler mi var?
-Evet videolar.
İzlediğim ilk video bir temizlikçi kadına aitti. Şaşırmamıştım. Böyle bir video izleme olasılığımız, verilere göre yadsınamayacak derecede mevcuttu. Pek çok temizlikçi kadının psikolojik destek aldığına şahit olmak üzücüydü elbette ama iyi olduklarını duymak, aynı kadını bir başka video da görüp, ‘buraya geldiğimden beri pek çok şey değişti, artık karamsar değilim mesela’ demesi, Yusuf’un psikolojisini analiz etme babında güzel bir ayrıntıydı.
Bir başkası doktordu. Kendisi doçentti ve buraya gelme sebebini açıklarken dahi, egosundan vazgeçemiyordu:
-Garip değil mi beni burada görmeniz? Bendeniz Doçent Doktor Yetkin Kandemir. Özel bir hastanede dâhiliye servisinde çalışmaktayım ve buraya gelip de aslında zamanımı boşa harcama gibi bir düşüncem olmamıştı. Pek çok defa yalnız bunu düşündüğüm dahi oldu. Dış kapıdan bu binaya giriş yaptığımda tanıdık birinin beni görüp de, meraklar sorular sorması bile rahatsız etti kaç defa. Ama sonunda geldim. Gelirken de dış kapıda bekleyip, üç tane Küba’dan arkadaşımın özel olarak yılbaşında gönderdiği purolardan içtim. Bugünü kendime özel bir gün olarak saydığım için üç puroyu içmem de herhangi bir sakıncada görmedim.
-Sizin için bugün özel olan, bugünü özel kılan nedir, öğrenebilir miyim?
-Özel bir gün çünkü benimle karşımda konuşuyorsunuz. Ben saygı duyulması gereken bir insanım ve başkalarının sırrına ortak olan birini karşıma alıp, onunla muhatap olmam gerçekten önemli. En azından sizin için önemli olması gerekir.
-Sizi bu kadar özel kılan ne peki?
-Özelim, çünkü kendimi seviyorum ve saygın bir mesleğim var. Kendimi sevmesem, kendime değer vermesem bulunduğum durumda ne tür tehlikelerle karışılacağımı biliyor musunuz sayın psikolog bey?
Gerçekten rahatsız etmişti bu doktor. Bir sonraki videoda ise genç bir kadın vardı. Depresyona girmiş ve önünü göremediği için intihar etmeyi düşündüğünü söylüyordu:
-Bir gün annem ya da ablam eve geldiği zaman, cansız bedenimi görecekler. Babam görse dahi herhalde hiç üzülmez. Fırsatı olsa bir kaşık suda boğar beni zaten. Beni seven kimse yok bu dünyada. Çalıştığım iş yerinde patronum tarafından da pek çok defa tacize uğradım. Benimle evlenmek istediğini, onunla birlikte olursam karısını boşayıp, benimle evleneceğini söylüyor. Ama inanmıyorum buna ben. Filmlerde de hep aynısı olmaz mı? Kandırıyor herkes beni. Verdiği üç kuruş maaş var, bir de üstüne bu tür tacizler sonrası gerçekte dayanacak güç bulamıyorum kendimden. Bir gün jiletle denedim bileğimi kesmeyi ama başaramadım. Küvetin içinde iki saat boyunca kanlı su içinde uzandım. Damarı pek derin kesmediğim için kan kendi kendine durmuştu. Evdekilerin bile haberi olmamıştı, ama bir daha yaparsam farklı yöntemler deneyeceğim.
Bu kadını bir daha gördün mü diye sordum Yusuf’a, ‘yok’ dedi. Kendisini Psikiyatrist bir arkadaşına yönlendirmiş. Çünkü gerçekten ilaç alacak duruma gelmiş kız ve Yusuf, kendisi ilaç yazamadığı için bu kızı kimyasallarla dinlenmesini ve rahatlamasını tavsiye etmiş. Ne kadar doğru veya yanlış, bilmek bile istemiyorum. Bir başkası ev kadını, en yakın arkadaşından borç para alıp, buraya gelmiş:
-Ben buraya gelirken çok zorluklarla geldim psikolog bey. Kocam izin vermez böyle bir şeye, ben de en yakın arkadaşımdan borç alıp da gelebildim. Gerçekten artık dayanamıyorum bu evliliğe ve sıkıntıdan patlıyorum. Durumumu anlattığım insanların sözleşmişler gibi bana bakmaları, davranmaları artık midemi bulandırıyor. Ben kocama en ufak yanlış bir şey e yapmıyorum… Seviyorum onu. Eve geldiğinde yüzü daima somurtuyor. ‘Ne oldu?’ diye soruyorum ona ama cevap bile vermiyor. Yatağa giriyoruz. Kimi zaman istiyorum artık, evet benimle sevişmesini istiyorum. Ama yok, en ufak istek yok. Stresi o kadar çok ki, çok doluyum gerçekten.
Aklıma kötü şeyleri getiren şeytan mıydı? Hayır, ona da kimi zaman haksızlık yapmamak lazım. Psikolog senin hararetine nasıl bir çözüm bulabilir ki? Kadın için bunu diğerlerine anlatamamanın gururuyla devam ediyor. Testis ameliyatı olmuş bir erkeğin tatili gibi tüm atmosfer. Kadın devam ediyor ve Yusuf doğaçlama kanununun meme uçlarına tutulmuş bir bebek gibi ne olacağını biliyor. İnsanlar kendi konuşma sıralarını beklemedikleri için, Yusuf gibilerine kendilerini muhtaç durumuna bırakıyor. Tüberküloz histerisinde parçalanan bir burnum olduğum için sinirleniyorum. Daha fazlasını kaldırabilir miyim bilmiyorum.
Temizlikçi kadının beşinci seansına denk geliyoruz. Yusuf ‘bunu geçeyim’ diyor, ama ben izlemek istiyorum az da olsa.
Kadın bu sefer daha sakin ve olgun konuşuyor:
-Psikolog bey, çok mutluyum artık. Gittiğim zengin evlerinde kendimi rahatsız bulmamı sağlayan eşyaların hepsi benim artık! Bunu bana siz söylemiştiniz ve öyle düşünüyom artık. Kolay olmadı elbette, başkasının eşyasının, evinin benim de olabileceği fikrine. Yatak odalarından topladığım prezervatifler bile daha anlamlı artık. Çoğu zaman gittiğim evlerde hanımefendilerin kendi kendilerine oynaştıklarını biliyorum. Böyle sırlara sahip olmak da zevkli! Dildoları, titreşimli aletleri evde kimse yokken denemesi de bedava. Bunların hepsini bana siz öğrettiniz Psikolog Bey!
Bu onun mağarası olabilirdi, oraya inip, orada istediği her şeyi yapabilirdi, ama mülk edinme hukukuna karşı farklı tepkiler gösterme fikrini başkalarıyla paylaşması ne kadar doğru olabilirdi ki? Işıkta uyuyan bir insanın verimli bir uyku alamaması gibi, Yusuf’a bakıyordum.
Diğerlerine ne söylediğini merak ediyordum. Videoların sadece ilk birkaç dakikasını izleyip, kapatıyorduk. Ama devamında ne olduklarını bilmiyordum. Ta ki temizlikçi kadının beşinci seansının en başında itiraflarını yapması sonucu sorular içerisinde yüzmeye başladım. Sigaramı çıkardım. Yakmak için kibrit kutusunu çıkarınca, otuz dokuzuncu kibrit çöpünden sonra kalan tek çöpü hiçbir zaman kullanmadığımı hatırlayıp, sinirli bir şekilde Yusuf’a bakmaya devam ettim. Elini masaya doğru uzatıp, ona bakarken, çakmak çıkarıp bana uzatıverdi. Bu şaşkınlığımın doruk haliydi. Bu adam sigara içmiyordu ki!
Evet, içmiyormuş! Egosu yüksek Doçent vermiş ona. Hediye! Ve izin veriyor kendi çalışma yerinde sigara içmeme. Konuşması lazım, yoksa bu sessizlik daha çok sinirlendiriyor beni.
-Bu, bu bildiğin gibi çok değişik bir duygu ama bana kızma! İnsanlara herkesin söylediği şeyi söyleyip, geri göndermek suç değil mi? Bunu hak etmiyor buraya gelenler. Para veriyorlar bana ve verdikleri paranın karşılığını almaları gerekiyor. Haksız mıyım sen söyle?
Haksız olabilir mi gerçekten? Diğerlerini merak ediyorum ben.
-Ya o Doçent, ona ne söyledin?
-Ego sahibi insan aptal olmaya meyilli insanlardır. Çok çabuk kandırabilirsin onları. Ben de kandırdım. Onun böyle bir hastanede olması, kendisine karşı saygısızlık olacağını, daha yüksek yerlerde olmasının gerekliliğinden bahsettim. Sonunda rıza gösterdi ve arabasını bana sattı.
-Arabasını mı sattı?
-Son model araba olmasına rağmen, daha güçlü bir motorlu arabaya ihtiyacının olması gerekliliğinden bahsettim üç cümlede ve daha birkaç ay önce aldığı arabasını bana sattı.
-Ya o genç kadın?
-O genç kadın hap alımına muhtaç bir birey. Psikiyatri servisine göndermeden önce elbette kendi çaremi uygulamak istedim. Muhakeme sorunları olan biriydi ve distimik bozukluğundan dolayı bir türlü dengeli bir hayat yaşayamıyordu.
-Distimik ne ya?
-En az iki yıllık süreçten bahsediyoruz burada. Hasta nörolojik olarak muayeneye tutulması lazım! Uyku bozuklukları çokça yaşadığını kendisi dile getiriyordu. Sabah uykusundan uyandığında, hiç uyumamış gibi hissediyormuş. Müzmin bir boşluk içerisinde karanlığı vardı ve azimsizlik çok böyle hallerde. Bedensel olarak yakınmalar da depresyona bağlı olarak vücudunun çeşitli yerlerinden ağrı, sızı ortaya çıkarıyordu. Birkaç saat, birkaç gün iyi olabiliyor bu durumda olanlar. Ancak çok uzun sürmüyor maalesef böyle mutluluklar. Sonuç olarak diyebilirim ki, genç kadına gönüllü yapabileceği şeylerden bahsettim.
-Gönüllü mü?
-Evet, gönüllü! Huzurevinde yaşlılara bakım ya da herhangi bir okulda öğrencilerle beraber çevre temizliği… Tanıdığım birkaç öğretmen arkadaşıma gönderdim onu. Kendini daha rahat hissediyor şimdi.
Bu iyi bir şeydi, ama beni aldatmamalıydı. Ruhun misler içindeki rayihasına inat çirkin ve bunaltan bir atmosfer içerisinde kelimelerimi seçemiyorum. Korkudan başka şeyler insanın düşüncelerini de etkileyebiliyor. Ya o ev hanımı?
-Ev hanımına ne oldu?
-Kocasını kıskandırabileceği şeyler yapmasını önerdim.
-Saçmalıyorsun gerçekten, kadını zorla öldürtecek misin?
-Yok, öyle değil. Yani düşündüğün gibi değil. Erkek moda dergileri almasını söyledim ilk başta. Sonra televizyondaki kadınlar kadar süslü püslü olamasa da, bir kuaföre gidip, kendisine çeki düzen vermesini söyledim. Ona alabileceği, güzel ama ucuz elbiseler için seçenekler sundum. Modaevi işleten Seda adında bir arkadaşım var. Onun benden daha iyi şeyler yapacağına inandığımı ve ona gidersen kocasının gözünün senden başka bir şeyde olmayacağını söyledim. Kötü bir şey mi yaptım?
Aslında ne yaptığı, nasıl yaptığı pek de önemli değildi benim için. Şaşkındım sadece ve bu şaşkınlığımı üzerimden atmam gerekiyordu. Kravatım varmış gibi elimi boynumun etrafında gezindirdim. Metaforların en soyut renginde, tüm gerçeklik kaybolmuş ve ben hiçbir şeyi bilmeyen yolcu olarak kalakalmıştım.
Kötü olanlar ve söylediğinden bir türlü vazgeçmeyen bağnazlar gibi ben de artık vazgeçmiyordum. Vazgeçemediğim kutsallıktan dolayı hissettiğim rahatsızlık geçiciydi. Uykusuzluk ve uyku arasında gelip geçen kısa bir dönem gibi, saniyelerimi sayıyordum. Benim gibi durumumda olan birisini görsem tanrı kabul edeceğim sanki! Sanki uykusuzluk çekiyorum ve uyuyan her şey düşmanım. Uyumak istemiyorum. Uykunun çok kötü bir şey olduğunu düşünüyorum. Haksız değilim, kötü! Ben kötülük içinde daha iyi bir şey aramayı bile bilmiyorum. Evde kalmış bir kızın, sokak orospularına bakışlarını hayranlıkla izliyor gibi, kaldırım taşlarını sayıyorum.
Uzaklaşınca mutlu olacağımı zannettiğim yer Yusuf’un danışmanlık bürosu olmuştu. Fakat mutlu olmam için bu yeterli değildi.
Yürüdüm. Her şeyden ölçüsüzce ıstırap çektiğim için şanslıydım. Bağrımdan çıkan tüm kavramlar yaşamak için fırsatçı yalakalardı ve indirgenmesi zor yağlı bir yolun tabakalarını dişlerimdeki öfkenin verdiği çiğneme arzusuyla dişliyordum. Her şeyin bir bedeli vardı bu dünyada. Bir şeyin olmasını istiyorsan, pek çok şeyin olmamasını istemeliydin ilk başta. Yüzümden sökülen kartonpiyerleri yürüdüğüm sokaklara fırlatıverdim.
Alışkın olmadığım bir değildi, ama bu sarsılışı daha derinden hissetmek, hastanın ölümden başka bir şey düşünmemesi gibi bir şeydi! Tenimin tuzlarını yavaş yavaş kaybediyordum. Terliyordum. Dilimi istemsizce dışarı doğru çeken gölgelerden korkmuyordum, ama onları görememek rahatsız ediyordu beni.