- 2031 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
OR..SP.NUN FERİŞTAHI (FİNAL)
OR. SP.NUN FERİŞTAHI (Final)
Önemli Not: Dostlarım, lütfen sadece okumayıp, hayat görüşünüzü de katarak
yorum yapın . Fikirlerinizi saygı ile bekliyorum. Teşekkürlerimle.
Bu işkence ,çok uzun sürmedi. Hemen odayı terk edip kaçtılar. Diğer kadın , kendisini toparlayarak , hemen polisi arayıp , olayı anlattı.
Okşan, duyar duymaz hastaneye koşup, perişan haldeki arkadaşına , yardım etmek istedi. Yeşim’, ameliyata almışlar, hem bağırsaklarını , hem ciğerini, hem de midesini , ümitsizce dikiyorlardı. Polise , Recep ve yeğeninin eşkalini verip, suç duyurusunda bulundular.
Recep, hiçbir şeyden haberim yok, diyordu ama onu ve diğer üç kişiyi tutuklamıştı , İstanbul Savcılığı.
Dilber, bu halde ,beş gün yaşayabildi. Oklavanın ucu, ciğerlerini de, patlatmıştı. Öleceği gün gösterdiler , Kerimeye. Elini tutmuş , tuzruhunun yaktığı yüzü ve kesik kulak uçlarıyla ,gülümsüyordu Dilber. Kerimeye mi, yoksa feleğe mi , bilinmez. Acı bir veda gülümsemesi, işte.
Mahkeme , ağır tahrikten faydalanan , Dayı ve Yeğene on altışar yıl , ağır hapis cezası vermişti. Ya , on altı yıl sonra ,ne olacaktı? Henüz, otuz yaşında ve önünde uzun bir hayat vardı. Mahkemede ,Recep , asıl ölmesi gerekenin Şuhup olduğunu, bağıra bağıra söylemiş, şahitlik için , yanından geçerken, hakimin huzurunda, Jandarmaların arasından , diz kapağına, okkalı bir tekme atarak, düşürmüştü Kerimeyi.
Şuhup , çok korkmuş, gözüne günlerce uyku girmemişti. Tanımadığı kişilere ,viziteye de, çıkmıyordu artık. Lüks Nermin, bu denli vukuat dolu bir kadını çalıştırmak istemiyordu. Okşan’a , kibarca söyleyerek, onu başka bir eve gönderdi.
Bir süre sonra , o ev de , Okşan’a iyi bakmamaya başlamıştı. Hazır parası süratle eriyor, yaşam kalitesi , her geçen gün, süratle düşüyordu. Bu kötü günler, beş yıl kadar sürdü. Bulduğu ,ufak tefek işlere , Mafya hemen racon kesiyor, bazen de , feci şekilde ,dayak yediği oluyordu. Bu alemin vergisini ödemek zorundaydı.
Çalışma hayatı, epey durgunlaşmıştı. Polis baskınlarında yakalanmış, zührevi hastalıklar atlatmış, nüfus cüzdanına ‘’Genel Kadın ‘’ damgası vurulmuştu. Artık serbest çalışması , çok zordu. Vesikalı bir hayat kadınını , kimse işe almaz, selam bile vermezdi. Ne yapabilirdi peki? Ah bir bilsem.
Mecburiyetler, onu otuz beş yaşından sonra, Bent Deresi’nde ki , Ankara Genel Evi’nde, çalışmaya mecbur etmişti. Burada , ondan daha yaşlı ,kadınlar da vardı. Aldığı para , pek fazla sayılmazdı. Çünkü gelen genç müşteriler, yine kendileri gibi, genç kadınları tercih ediyorlar, daha yaşlılarla pek ilgilenmiyorlardı.
Bir kaç eski müşteri , gelip bulmuştu onu. Ama eski oturduğu yerden çıkmış, Kale Altı Mevkiinde , bir gecekonduda oturduğu için, evine müşteri de , alamaz olmuştu. Dilber’i uyarmadığı için , içinde bir sızı vardı. O yaşasaydı, böyle bir düşüş olmazdı, diye düşünüyordu.
Yarı paraya, askerler, öğrenciler, çıraklar geliyor, yine de, mutlu olamadan gidiyorlardı. Eski tanıdıklar, yoluna para dökenler, geçmişi, yaşamışlığı , güzelliği ,hep bitmiş, yolda rastladıkları , bu yıkık kerhane kadınına, selamı bile esirger olmuşlardı.
1969 yılında, evine o ailenin kızı gibi , kabul edilip, çeyizinin , düğününün dahi yapıldığı, Ceza Evi Müdürünün torununun ,ismini buldu. Gelen asker müşterilere, hep onu soruyor, kendisi ile görüşmesi için, yalvarıyordu. Oysa aile , çok eskilerden beri, Müdürün ‘’Öyle bir kızı ,tanımayacak sınız’’ vasiyetine uyarak, Kerime’yi zaten unutmuştu.
Ama genç torun, kerhaneden kendisine gönderilen, beşinci not kağıdına ,artık dayanamayarak, onun verdiği , ev adresine gitmek zorunda kaldı.
19 Yaşında olan genç, Aşağı Ayrancı’da , verilen adresi buldu. Dört katlı , tipik bir eski Ankara apartmanının zillerinde, isim ararken gelen kapıcı , binanın arkasındaki kömürlüğü göstererek ‘’ Okşan Abla , orada oturur ‘’ demişti.
Kömürlükler vardır, bu tip evlerin arka bahçelerinde. 51 Yaşında, hala güzel ve sırım gibi bir kadın karşılamıştı , genç delikanlıyı. İki kömürlüğün birleştirilerek yapıldığı , 3.3 = 9 metre karelik , bir oda idi burası. Kömürlüklerin dip tarafında , bir de küçük alaturka tuvaleti vardı.
Yerdeki , elektrik ocağının üzerinde ,bir çaydanlık, duvara monte edilmiş raftaki birkaç tabak, bir küçük tencere ve bunun önünde duran sehpa, mutfağı oluşturuyordu. Bir sedir, karşısında iki sandalye ile yatak odası, oturma odası ve salon, tamamlanmıştı. 40. 40 santimlik küçük pencereden ,ışık alan bu minik oda , onun eviydi. Ama tertemiz , tertipli ve misk kokulu oluşu, dikkat çekiyordu.
İşte , genç delikanlı , beynini bu günlere yoran , hayat hikayesinin, 1969 Yılına kadar olan bölümünü, o Pazar sabahı, akşama kadar onunla oturup, Kerime’nin anlattıklarından, sizlere aktardı. Ona , aklına her gelen soruyu sordu. Cevaplarını , yorumlarıyla dinledi.
‘’Bir gün gelir de , bu konuştuklarımızı yazarsam?’’ dedi. ‘’ Mutlaka yazmanı isterim. Hayatta kimsem olmadı, belki okuyanlarım olur, bilmem beni anlarlar mı?’’ Ama, onu yazmak kolay değildi. İki oğul vardı ,onun terk ettiği, analarına düşman, iki oğul.
O pazar, çay içip, etli pide yediler, ağlaştılar, dertleştiler. Ertesi hafta , yaşadığı bu Pazar gününü , babasına açan delikanlı, karşısında çıldırmış bir baba buldu.
‘’Bir daha , o kadını, asla görmeyeceksin. Onun , ne yılan olduğunu , herkes bilir. Öyle birini, tanımıyorsun, duymadın , görmedin . Hikayesini yazacakmış. Sen önce , trende terk edilen ,hasta çocukların, dünya efendisi, kocasının ,hikayesini yaz. Dedenin ,vasiyeti var, bu aileye, kimse evlat edinilmeyecek, dışarıdan gelen , aile içine sokulmayacak. Bunu bilmiyor musun? ‘’
Aynı hatayı , büyük Halam da , yapacak, annesi öldüğü için, aldığı, altı aylık bir yetim kızı, kendi çocuğu da , olmasına rağmen, nüfusuna geçirecek ve o kız , eniştemi öldürünceye kadar , onları delirtip ,ölümünden sonra da , evin hissesini satarak, Halamı da , evinden edecekti.
İnsanlar , yukarıdaki MUTLAK GÜÇ, yani Allah tarafından , bütün yaşamları boyunca ,oynayacakları senaryo konusunda programlanarak ,dünyaya geliyor ve kromozomlarındaki yazıyı , yazıldığı gibi, aynen yaşıyorlar. Ne namuslu olmak, ne fahişe olmak, ne zengin , ne fakir olmak , hiç biri, bizim elimizde değil. Kaderi, bu yola yazılmış birinin, başka yöne çekilmesine veya bazı desteklerle düzelmesine de, imkan yok.
Kerime , yıllar sonra artık , genelevde çaycılık bile yapamaz olunca, birkaç kuruşu ile, abla dediği, eski vesikalı bir kadının ,İzmir’de ki , evine sığındı. Bu kadın , çok iyi bir insandı. Ona acımış, kapısını açmıştı. Birlikte yaşamaya başladılar. Ama Kerime, sürekli ,ondan ,on yaş kadar büyük olan , bu zavallı kadının, bileziklerini çalmaya, kadına, babasından kalmış olan maaşı alıp, harcamaya başlamıştı. Bir kaç defa da, iyi bir dövmüştü kadını. Basmahane’ deki, iki odalı gecekondu yu ,üzerine yapması için zorluyordu.
Yıllar , yılları kovaladı. Aydın Bey, tayinini Antalya’ya yaptırmış, ama 1948 yılında geçirdiği ,kalp krizi ile, iki yavruyu ortada bırakarak, göçüp gitmişti. Isparta’da oturan , Aydın Bey’in annesi, bu yavrulara , sahip çıkmıştı. Çocuklar orta okulda, okumayı bırakıp, tanıdık bir berberin yanında ,çalışmaya başladılar.
Aydın Bey , ölürken, Ali’ye, bir emanet vermişti, cüzdanından çıkarıp. Ali ,onun emanetini yıllarca sakladı. Sahibine iade ettiğinde, şaşırmış ,kızgın bakışlara, şahit olmuştum.
1999 yılına, herkes için , bin bir zorlukla geçilerek , gelinmişti. O yıl , büyük İzmit – Karamürsel- Yalova depremi oldu . Bozulan morallere , bir takviye olsun diye, çoluk çocuk, İzmir’e gitmişti, otuz yıl önce, onunla görüşmüş olan genç. Yani ben.
Eylül 1999 da, kapıya gelen bir polis, babamı, teşhis için , savcının çağırdığını söyleyerek, Adli Tıp Kurumuna , gelmesini istemişti. Birlikte gittik babamla. İçeride , üzeri beyaz çarşafla örtülü , bir cenaze vardı. Doktor , yüzünü açtı ve bu yaşlı hanımı , tanıyıp tanımadığımızı sordu.
Hayır tanımıyorduk. Çok yaşlı bir hanımın cesediydi, gördüğümüz. Yüzünden nur damlıyor derler ya , işte öyle birinin.
Sonra olay ,Savcı tarafından izah edildi. Kerime ,evin sahibi olan, bu Hanım ölünce, onun nüfus cüzdanı yerine , kendisininkini vererek , eve ve maaşa konmak istemişti. Ama, komşulardan biri, bu yanlışlığı ihbar etmiş, Savcılık, Kerimeyi nezarete atmıştı. Çünkü , her şey uysa bile ,Kerime’nin, 170 cm olan boyuna karşılık , ölen hanımın boyu , sadece 150 cm idi. O sene, nineler arası ,koşu yarışını kazanan Kerime’nin , gazetede çıkan resmi de , savcının önünde duruyordu. Nezaretten kurtulabilmesi için, bir tanıdığın ,kefil olmasına gerek vardı.
Çaresizlik içinde , babamın ve Antalya’daki ,yüzünü hiç görmediği , Ali’nin isimlerini vermişti. Onu nezaretten çıkartıp, , kaldığı eve götürdük. Mahalleli, ölen hanımın cenazesinin bile , camiye boklu kaldırıldığını, bu kadının onu dövdüğünü, parasını aldığını ve bir sürü şeyler söyleyerek, yüzüne tükürüyor, beni ve babamı ,onu arabayla getirdiğimiz, nezaretten çıkarttığımız için suçluyorlardı. Sonradan duydum ki ,öldüğünde Kerime’yi de, boku ile ,evden çıkartıp, kimsesizler mezarlığına gömmüş, belediye.
Basmahane’ nin , zor araba giren sokaklarından ,ayrılmak üzere kapıya çıktığımızda, Antalya plakalı bir arabanın , yolu tıkadığını gördük. Adam elindeki kağıttan , bir adres soruyor, mahalleli ise, çıktığımız evi gösteriyordu.
Arabadan gülümseyerek inen ,62 yaşlarındaki, saçları dökülmemiş, uzun ve özenle taralı, güzel giyinmiş, yakışıklı adam , Ali Bey’ di, Onunla orada , cenaze evi kapısında tanıştık. Çok olgun ve oturaklı bir insandı.
Tekrar , içeri girdiğimizde, Kerime’nin ,
‘’Sizin gibi evlatlar ,olmaz olsun, Allah ikinizin de, belasını versin. Anneniz hapishaneye giriyor, hakaret görüyor, siz hangi cehennemdesiniz, karı kavatları? Pezevenk babanın, aynısı olmuşsun, sen de ,onun gibi puşt bakışlı, orospu gülüşlüsün.’’
Ali Bey , çok oturaklı bir adam dı. Bu kadar intizara ,hiç istifini ve tebessümünü bozmadan , Kerime’ye cevap verdi.
‘’Seni, nerede bulabilirdim? Ankara Kerhanesinde mi, yoksa İstanbul randevu evlerinde mi? O , pezevenk dediğin, rahmetli adam, biz iki kardeşe , hem analık , hem de ,babalık yaptı. Kardeşim gelemedi. Neden biliyor musun? Trende geçirdiği, ağır ateşli havale yüzünden , dengesini kaybedip, yürüyemediği, biraz sinirlenince, düşüp kaldığı için. Babamda ,senin bir emanetin varmış. Ölürken , bana verdi. Al , belki bir şeyler hatırlatır sana. Gerçi ,vicdanı olmayanın, hafızası da ,yoktur ya’’
Uzak durduğu Kerime’ye, vermem için uzatılan , şeffaf bir naylona sarılı, kağıt parayı açıp ,düzelterek, sahibine verdim. Üzerinde, İsmet İnönü’nün resmi olan, 2.5 Liralık , gıcır gıcır , kağıt banknotu.
Bu para, trenden Doktor ile kaçarken, son anda onlara acıyıp , Aydın Bey’in ceketinin, yan cebine soktuğu, son ve tek paraydı. Allahtan , Eşref Binbaşı, ona hiç para harcatmamış, o da bu lanetli parayı, ölünceye kadar saklayarak, oğlu Ali ‘nin eliyle , Kerimeye ulaştırabilmişti. Artık ,’’Paranın hepsini almamıştım ‘’da ,diyemezdi.
Ali Bey, kimseye aldırmadan , ellerini kaldırmış, babasının vasiyetini yerine getirmiş olmanın mutluluğu içinde , onun ruhuna ,Fatiha okuyordu. Kerime elinde, eğritti tuttuğu , 2.5 Lirayı hatırlamış mıydı , bilemem. Sadece o paraya bakıp kalmış, çok derinlere gitmişti.
Ali Bey’i , Alsancak’ta ki, meşhur dönerciye götürüp, sonra Antalya’ya yolcu ettik. Yemekte çektiklerini anlatırken , tabağıma damlayan yaşlarımı İskender Kebabın ,tereyağı ile , ona belli etmeden yedim. Defalarca burnumun akmasına , mani olamayıp, peçeteler tükettim. Yandaki masada oturan üç kız, bana bakıp , aralarında , (kim bilir ,bu koca adam , niye ağlıyor ), diye fısıldaştılar. Bu hikayeyi ,yazma müsaadesini , işte o masada aldım. Minnettarım.
Üç sene sonra, babam vefat etti. Ondan dört yıl sonra da , 86 yaşında Kerime öldü. Bu kadar çileye rağmen , epey uzun yaşamıştı. Tanrı günahlarını affetsin.
Dedim ya , alın yazısı, ne Kerime’leri, ne Aydın’ları , belki de, ne de bizleri tanımayan ,zalim Hak programı.
Çoktan yazılmış, sen sadece ,sürekli aşağıyı gösteren,grafik çizgisinin üzerinde , yok aşık oldum, yok çocuğum oldu, yok para kazandım ,gibi küçücük zevklerle oyalanarak ,bu düşüşü, kara toprağa kadar ,sürdürüyorsun.
Ne kazancına, ne mutluluğuna çok sevin . ne de kaybettiklerine , mutsuzluğuna , çok üzül.
Hiçbir şey , bizim elimizde, bizim irademizde değil.
Senaryo nasıl yazıldıysa , öyle oynayacak, bazen alkışlanıp, bazen yuhalanarak ve mutlaka unutularak, çıkacaksın sahneden.
Arka kulis kapısından tabi, şaşırma.
E.Yaşar Ovalı 11. 11.2012
Onuncu Bölümün Sonu ( FİNAL )
YORUMLAR
Çok ibretlik bir yaşanmışlığı yazıya aktarmışsınız, naçizane tebrik ediyorum. Yazılarınızda gayet yalın ve gerçekçi bir üslup var. Anlatımınız merak uyandırıcı ve seri. Geçenlerde bir başka arkadaşın yazınıza yaptığı tespite katılıyorum. Bazı gerçekleri sansürlemeden anlatıyorsunuz. Bunun edebiyatta artı hanesine mi, eksi hanesine mi yazılması gerektiği hususu, sanırım otoritelerin işi. Ben bu durumu, mesleğinizle bağlantılı buluyorum: Hem doktor, hem asker... Özellikle doktorluğunuzun bunda etken olduğunu düşünüyorum. Benim hanım doktor ısrarıma bir doktor arkadaşımın tespiti olayı açıklıyor aslında: "Doktor için, senin bütün vücudunun elinden bir farkı yok, rahat ol!" Pek çoğumuz için mahrem olan şeyler, sizin için gayet tabii ve sıradan. Öyle olunca da, yazılarınız bu yönde oldukça detaylara yer vermekten kaçınmıyor, ama takdir edersiniz ki, gerçekleri bu denli çıplak görmeye alışkın olmayan biz okurlar için biraz fazla cesur mu desem, ben de diğer arkadaş gibi?
Benim, olayı bağlarkenki yorumunuza bir itirazım olacak, müsaadenizle, Sayın Yazar: Kaderimizde ne varsa, onu yaşıyoruz, amennâ... Ama biz kullar da Küllî İradenin Sahibi Yaratan'ın verdiği cüz'i iradeye sahibiz. Eğer dediğiniz gibi olsa, Kerimelerin hiç bir suçu olmaması gerekir. Tiyatro sahnesinden farkı da burada hayatın. Yaptığımız her davranış sadece bizi etkilemez. Bir Kerime kimlere hayatı zindan ediyor, yazmışsınız. Kerime, hayatın zorlamasıyla o yola düşmüş bir kadın değil, hırslarına kapılmış ve kendiyle başkalarını da felakete sürüklemiş birisi. Öyle ki, ölene kadar felaket mikrobu taşıyor, el uzatanlara bile. Zorla sürüklenseydi bu hayata, kader denilebilirdi, ama burada kendini ateşe atan bir kadın var. İnsanların ahlaksızlığını, karakter düşüklüğünü kadere yüklemek, kadere haksızlık değil midir, sizce de? Bırakalım, isterseniz, herkes yaptığı hatayı kendisi üstlensin, seçimlerini sorgulasın. İrademizin yetmediği noktalardan hesaba çekilmeyeceğiz nasılsa, öyle değil mi? Ama yaptıklarını da mertçe yüklensin insanoğlu. Ağzı var, dili yok kaderin hesabına yazmayalım tüm günahları.
Selâm ile...
kukurikuu
Yaptığınız yorum gerçekten çok yerinde ve çarpıcı.Toplumumuzda
pek çok olay gizleme yüzünden, asla ibret olmayan,
ders alınmayan halde,akışını devam ettiriyor.
Hala ,çocuklara seni leylek getirdi diyen , sokakta çiftleşen,
iki köpeğe
bakmasına müsaade etmeyen ,sevdim diyen kızını , öldürmeye çalışan
kafalar var. Ama kesilen koca boğayı seyrettiren,
hırsızlığı çocuğa hak arama gibi gösteren,
bilmediği dinimizi ,yanlışlarıyla kabul ettirmeye çalışan ,
kızının adet görmesini bile babadan gizleyen,
pek çok çeşit insanın olduğu da ,ayrı bir gerçek.
Bir Hanım, kerhane nedir diye, telefonda bana sordu.
Ona bütün açıklığı ile anlatınca da , şaşırdı. Ailesi böyle şeyler okumasına , fazla dolaşmasına , arkadaşlık etmesine müsaade etmezmiş.
Kerime'nin ,tabii ki çok suçu var. Ama onun anasının toplumun ,
içine atılan ihtirasın da suçu çok. Onu suçsuz kabul etsem
öykünün ismini hiç böyle koyar mıydım?
Böyle emek ve düşünce ile yazılmış, güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
evet bitti sanırım
insan kendi kaderini yazamaz doğruda bazı insanlarsa çok fazla kötümü oluyor ne
kerime gibi kimbilir o da içindeki kötülüğe söz geçirememiş demek
rabbim böylelerinden şerrinden korusun dedim
saygılarımlasınız herdaim
yeni yazılarda buluşmak üzere
kukurikuu
Bu hikaye burada bitti ama Kerimeler, Dilberler, biter mi bilmem.
Tabi onları bu hayata sürükleyen, erkek cinsi zafiyetleri de.
Allah çocuklarımızı her türlü beladan , kötü niyetlerden korusun.
Saygılarımla.
AYSE 09
evet rabbim evlatlarımızı bu yola düşürenlerden korusun diyorum bende
saygımlasınız herdaim
Sona gelinmiş ama ben Kerime'nin yüzsüzlüğü karşısında yine şaşkınım. Hem suçlu, hem güçlü derler ya. Diyecek hiç bir şey bulamıyorum yine. Her şeyden önce Allah korkusu ve vicdan olmalı insanda...
Hiç kimse dört dörtlük değildir. İnasanlar hayatları boyunca zaaflarına yenik düşüp hata yapabilirler. Ama o hatalardan ders almayarak hata üstüne hata eklemek bile bile lades demektir. Başına ne gelecekse hak etmiştir. Allah kimseyi doğru yoldan şaşırmasın...
Bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim hocam...
Yüreğinize, emeğinize sağlık. Saygılarımla...
Seher_Yeli S.ZerrinAktaş tarafından 11/11/2012 5:15:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Bu gün kalp kalbe karşıdır diyerek başlayacağım.
Ben de sizin yazınıza yorum yaparken , siz daha önce davranıp bastınız enter
tuşuna.
Yazı boyunca kızdığımız, Kerimenin yapısı buydu işte. onu seveni
tırmalayan kedi gibi, doğası buna programlanmıştı.
Allah bu tip vahşi kedilerden uzak tutsun.
Saygılarımla.
Seher_Yeli S.ZerrinAktaş
Nankör kedilerden uzak etsin Allah...
Amin...
Saygılarımla...