- 1219 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mülteci Bir Yolculuktur Sevda
Gözlerindeki yaşam sağanaklarına tutuldum, yoksul umutlar var usumda
Hicran denizlerinde alaborayım yar, mutluluk yılgın bir damgadır alnımda
Sana günlükler biriktirdim, her satırında aşk, mülteci yolculukmuş sevda
Mevsimler çağır yeniden varlığıma, hicran gemileriyle geleceğim yurduna
Tutunuşla güç bulduğumuz bir dalın yüzeyinden dökülürken an’lar, bizi içine almasını istediğimiz bir duruş olur hatıralar. Kanayan bir yaprağın ömrü hasreti örseledikçe ve aşkın nefesine şarkılar sürtündükçe yaşamak büyüsü ellerimizdeki en güçlü dal olur. Yollar çizeriz göğsümüzün rüzgârlı odalarına, kol olup uzak denizlere ulaşmak için. Girdaplar kendi çevresini oyarken bir bulut döner tepemizde ve biz mutluluğun karanlık sığınaklarında özlem mevsimlerini bekleriz.
Kırık bir gölge oyunudur yaşamak, kırıldıkça kendimize, bildik tasalanışların kuru dallarına içimizdeki sözleri asarız, mevsim güneşleriyle kurutmak için. Varsıl bir yaşanmışlığın dizginleri kanattıkça ellerimizi içlenir, içlendikçe sargısız yaşamalara da alışırız. Koparılır yaşamın yaprakları hoyratça, sığ bir menzilde yağmalanır aşk ve atılır tuzlu yaşam denizlerine.
Orada, o uzak yolculuklara attığımız adımlarla ve içimizdeki gün ışığına muhtaç kalan masal koylarında bir yalnızlık resmidir avuçlarımızda saklanan, yüreğimizin hazanıyla bizi arayan. Ve orada, o akşamın bir başka ışıdığı uzaklarda yangın mevsimine uğrarız, kanaması bitmeyen, ağrısı kesilmeyen ve nakaratı eksilmeyen sevda mırıltılı şarkılarla, dudaklarımız titrer ayın şavkı vurunca günlükler yazdığımız hasta yataklarında.
Yılgın yakarışların kırık küpeştelerine dalga çarpar, azgın bir yel esince gönül limanlarımıza. Telafisi imkânsız bir yalnızlığın iç çekişleriyle tanımlansa da aşk, en çok ruhumuzun pastil nöbetlerinde yüzümüze gülümser. Haylaz bir çocuk sevincidir kucağındaki, serer sevinci içimize, bir gün çok uzaklara çeker gider.
Bütün vakitlerin solgun yüzlerinden kopardığımız her yaprak içsel bir dokunuşun tarihidir. Miadı bitmiş ve en son kullanma tarihi vuslatla emdirilmiş sarılışların düş odalarında bizi bekler coşku, kollarımızdan bırakmadıkça ayrılık. Susmuşsa bütün şarkılar, unutulmuşsa er şafaklarda ve gecenin kollarında dolu dolu yaşanılanlar/susar aşk/susar o içimizdeki yabanıl isyanlar. Dudaklarımıza sürülen her tümce bekleyiştir artık. Bekledikçe kendi şiirimiz oluruz, hayata olmak için karşılık.
Mülteci bir yolculuk ve onun adıdır sevda. Olmazların sunağında kendi ruhumuzu gizlemektir. Yoksul umutların kıyı kentlerine saraylar inşa ederek bir ömrü bir içten sarılışa feda etmektir. Dur/duramadığımız bütün sızıların içsel kürelerine güneş gecikince az/ar yar/amız. Hep varsıl duruşmaların komplo kurgularında tükenir er/şafaklarda şarkılarımız. Bir gül olur yaşamak, kırılır dalından yüreğimize düşer, asaleti soluk mutluluklarımız.
Bir rastlantı anahtarını çevirdikçe parmaklarımız, kör kilitleri açmaz olurdu biçare sözlerimiz. Unutulmuş yarınlar zemherisinde gül’ler kışkırtılı bir kahkahayla dökerken yaprağını, gül mavi olurdu, mavi gül rengine kapılır ve aşk bir ay ışığı sonatıyla kendini kendinden soğuturdu. İşte o an kıymık batardı tene, ten acıyarak sokulurdu irinler damlayan sitemli sözlerle kendine.
Sen yoksun diye, bildik bir finalin kapı aralığından bakıyorum dışarıya. Yoksul bir tükenişin yanıtsız içlenişiyle zamana rest çekiyor, içimin hüzün molalarında aşka zar atıyorum. Dolu bir bardaktan boşalan suya üzülmüyor, boş bir bardağa dolan suya sevinmiyorum. Yudumlara bölerek bir yaşamı seni düşünüşün hazzıyla ömür tüketiyorum, uzanıyorum çocuk ellerimle göklere seni sevmelerinin coşkularını bir tek kendimle yaşıyorum.
Dinginsiz yağmaların kabuk mevsimlerinden arta kalan bir tutam sorgu kıymığıdır okşadığın, acıtır dokundukça. Karanlık sulara kürek değdikçe nasıl kanarsa deniz, bir dökülüşün sargısı açılır, sen yarama sokuldukça. Kırgın damlalar yuvarlanır kimi gözlerimden, coşkulu bir gülüş olur bakışın acıtır canımı derinden. Kimi, aşina düşlerim talanlanır, kimi yorgun çehremden sızan sitemlerle gül yüreğini sakladığım bahçelere hazan saklanır.
Koşulsuz bir sürüklenişin dar geçitlerinden yuvarlanarak yaşama sürüyorum gönlümün yosunlarla örtülmüş yaralarını. Yara toz oluyor gecikmiş mevsimlerime avutan nidan sokuldukça. Gizli bir kopuşun korsan kentlerinde alabora düşler ayıklıyorum, göğsümdeki sızıları unutulmuş şarkılarla teselli ederek. Dalgalara dönüyorum yüzümü ve an yokluğun oluyor, ben biçare bir sevdanın ağlarını aşk diye toplarken.
Hiç durmayacak, asla durdurulamayacak bir zamanın öte yakasına biriktirdiğimiz hüzünlerle gidiyorum şimdi yokluğuna. O sol ağrıdan kopararak içimin arsız düşlerini hayata yayıyorum özgürce. Bir ıslık sesine uzanıyor belleğim, kulağımdaki o hazin yalnızlığın yankısına yöneliyor adımlarım ve gidişlerinin zulasındaki bütün umutsuzlukları serpiyorum yokluğunun şerefine, içimdeki birikmiş isyanları çıkarıyorum, kendimden nefret etmek pahasına.
Selahattin Yetgin