tenin beni
Adam karısını göz hapsine almıştı. Kadının haberi yoktu ama bundan. Ne zaman eve gelse karısını internetin başında buluyordu. Bir de aynanın karşısında daha çok vakit geçiriyordu sanki. Aklına kötü şeyler getirmemeye çalışıyordu. Yirmi yıllık eşi gitgide başkalaşıyordu. Sabahın köründe kalkıp yürüyor, bu yetmezmiş gibi haftanın üç günü de salona gidiyordu. Çok geçmeden fit bir vücutla boy göstermeye başladı kadın. Sonra alışverişler başladı. Yakındaki avm’den çıkmıyordu hiç. Orası yetmedi kısa zamanda, büyük merkezlere yollandı bu sefer. Dolaplar doldu taştı diye torba torba giysi dağıttı etrafa.
Adamın tepesi attı en sonunda. Karısının internetten yüksek sesle okuduğu haberi duyunca oldu bu. Hiddetle kalktı yerinden. Ne diyorsun sen be, diye bağırdı. Sesi öyle çok çıkmıştı ki, telaşla özür diledi karısından. Kadın şaşkın gözlerle bakıyordu. Neden ama, dedi, çağ değişiyor; güzelleşmek, gençleşmek kötü mü. Sen bu halinle zaten güzelsin, dedi adam, elinden kayıp giden bir şeyleri tutmaya çalışır gibi. Sesi kopuk, kırılgandı.
Kök hücresiyle gençleşiliyormuş. İnsan en az on yıl genç görünebilirmiş. Nedir bu kök hücre. Hiç anlamıyordu adam böyle şeylerden. Onun için hayat basitti: işi ve ailesi... sağlıklı olmak için çok çaba göstermiyordu açıkçası. Ama sağlıklıydı. Son zamanlarda biraz kilo almıştı ya öyle abartılı değildi. Saçları da formundaydı doğrusu. Genetik şanslılığı vardı. Şakaklarındaki kırlaşmalar ona hoş bir hava katıyordu. Karısı ise muhteşemdi. İri kestane gözleri yeterdi dünyaya. Bir güldü mü, kirpikleri de gülerdi. Yıllar onu hiç çirkinleştirmemişti ki. Yaşlanmak yavaş yavaş olurdu. İnsan alışa alışa yaşlanırdı. Karısıyla birlikte yaşlanmak için çıkmışlardı yola. Oysa o, beni yarı yolda bırakacağa benziyor. İçinde incecik bir sızı aktı göğsunden midesine doğru. Hani rahat edecektik artık. Çocuklar büyüdü. Ev aldık. Birikmiş paramız da var. Yazları istediğimiz gibi geziyoruz. Sıkıntılı günleri geride bıraktık birlikte. Ay sonunu nasıl getireceğiz, kirayı nasıl denkleştireceğiz, diye bir derdimiz yok artık. Gençleşmenin bir sorun olacağını nereden bilebilirdim ki.
Kadın, oraya buraya telefonlar etti. Randevular aldı. Görüşmelere gitti. Sonunda kızarık bir yüzle geldi eve. Kocasını karıştırmadı hiçbir şeye. Geldi ve yattı. O gün ve ertesi gün çıkmadı yataktan. Konuşmadı hiç. Aynaya da bakmadı. Üçüncü gün fırladı yerinden. Aynaya baktı uzun uzun. Her gün yavaş yavaş göreceğim etkisini dedi. Adam bir değişiklik göremedi karısının yüzünde. Bir şey demedi. Son günlerde hiç konuşmuyorlardı zaten. O günkü tartışmadan sonra sessiz bir karar almış gibi susumuşlardı. Herkes kendiyle ilgilensin der gibiydi karısı. Ben sana karışıyor muyum, sen de bana karışma. Oldukça adildi bu. Adam, bir fırtınayı bekler gibi ürkekti halbuki. Arada kalbi sıkışıyordu. Bir endişe kaplıyordu yüreğini. Bunu karısına açamamanın üzüntüsüyle işe gidiyordu bir sabah.
O gün karısı telefondaki sözleri anlamak için epey bir bekledi. Karşıdaki kişi sabırlıydı iyi ki. Kocasının iş yerinden arıyorlardı. Aman tanrım, dedi kadın en sonunda. Hangi hastane diye sormayı akıl etti nihayet. Acele giyindi, çıktı. Kocasının yüzü solgun, bakışları bitkin. Bir kalp krizi dedi doktor. Ama merak etmeyin, güçlü bir bünyesi var kocanızın. Evet, dedi kadın. Şefkatle tuttu elini kocasının. Eski günlerdeki gibi baktı ona. Orada, bir hastanede olmak çok tuhaftı. Bir an önce eve gitmek istiyordu adam. Sanki kalbindeki kriz tüm benliğine yayılmıştı. Karısı genç ve güzeldi. Ben hasta ve yaşlıyım.
Birkaç günde toparladı adam. İlaçlarını düzenli aldı. İyileşti. Ev eski sessizliğindeydi yine. Kadın her sabah yürüyor, üç gün spor salonunda ter atıyor, akşamları da internete kilitleniyordu. Bir gün kocasına dedi ki: karın bölgemdeki yağları ne yapsam da eritemiyorum, lazerle aldıracağım onları dedi. Adam bir şey demedi. Yine telefonlar edili, görüşmeler yapıldı, randevular alındı. Ve operasyon günü geldi çattı. Kadın yine tek başına gitti kliniğe. Geldiğinde solgundu. İki gün çıkmadı yataktan. Konuşmadı da. Adam ondan uzak durdu bu sürede. Karısının her geçen gün yavaş yavaş gerginleşen bedenine bakmak istemiyordu artık. Gündüz işte akşamları televizyonun karşısında uyukluyordu. Sabahı salonda ediyordu. Tek başına yiyordu yemeğini. Karısı akşamları yemek yemiyordu çünkü. Kadın devam etti operasyonlara: göğüs büyütme, kaş kaldırtma, saç kaynağı…liste uzadı böyle.
Son:
Kadın adama baktı. Konuşmak istiyorum, dedi. Öyle yalnızım ki, neden bana bakmıyorsun artık. Adam, uzun zamandır ilk kez kaldırdı başını, gözleri dondu, dudakları çarpıldı. Fısıldar gibi, git dedi karısına, git, sen benim karım değilsin.
YORUMLAR
Ve sonuç; evliliklerin monotonlaşması arayışları beraberinde getiriyor. Arayan "Bela"sını bulur, varsın bulsun ne zararı var. "Bela" diğer manası ile "Evet" demek. yani karşılıktır. İyi veya kötü sonuç doğurur. ben aranan her neyse bulunsun derim. Duygusallık insanı sınırlıyor. Kutsal şeyler başta evlilik insanı bazı durumlarda riyakarlşığa itiyor. Her insan aradığını bulmalı. Bunun önünde hangi engel varsa kaldırılmalı! Cesaret esaretin tezgahında örülmüş bir zırh olmalı. Cesareti olmayan sönük yaşar. Duygusal yaklaşımlarla debelenir durur. Evlilik dahi karşılıklı cersaret işidir. İnceldiği yerden kopsun diyenler uzun evlilik yapar. Nedeni açıktır. Onlar karşılıklı sevgi gösterir ve riyakarlık yapmaz. Arayışları dahi nettir. Riya yapmaz. Arayış varsa bunun mutlaka nedeni vardır. Ya neden ortadan kaldırılır eşler birbirine aradıklarını sunar ya da inceldiği yerden kopar! Bu cesareti gösteremiyenler de kutsal söylemlerle, duygusal söylemlerle evliliklerini veya aşklarını korumaya kollamaya çalışır. Nafile! Bu gün eklediğim şiiri okumanızı isterim. Saygı ve selam ile. İsmi "An La" hoş kalın.