- 504 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çelişki
Uygarlık, hayalperest insanların ütopya cennetidir. İnsancanın tercümesi yapılmayan hiçbir medeniyet, eksiksiz bir güce ulaşamaz.
-Şu köşedeki marketten sigara alıp geleyim, sonra konuşuruz olmaz mı?
-Çabuk ol!
Aslında Macit haklıydı, çalıyorduk biz. Üretiyor ayağına insanların duygularını, hikâyelerini çalıyorduk, ama buna pek de takılıp kalmıyorduk. Gelip geçici bir pişmanlık isteği ardından devam ediyorduk. Bu aynen seri katil psikolojisini anımsatıyordu. ‘Ayrıca diğerleri’ demek de geliyordu içimden. Bir insandan en çok ne zaman korkulmalı? Kendisine kızdığı zaman mı, yoksa başkasına kızdığı zaman mı? Elbette kendisine! Kendine öfkelenmiş biri için karşıdakinin kim olduğu pek de önemli değildir. Macit aldığı 2001 marka sigaranın ambalajını sağ elinin avucunda buruşturup, sonra da çöp tenekesine doğru fırlattı. Havada uçan ambalajın yere inişi, atıldığı andan daha yumuşaktı. Garip bir hisle ölümü düşündüm. Acı ve sancı dolu başlangıç sonrası, ölüm gerçekten de bu kadar yumuşakça olabilir miydi?
Çay ocağına doğru yürürken, ayakkabıma baktım. Etraflıca kirlenmiş siyah ayakkabımın yer de bıraktığı izleri görmek istiyordum. Geriye dönüp bakarken, Macit meraklanmıştı.
-Hayırdır, bir şey mi düşürdün?
Sustum. Bir ara kadınların her birini azize olarak görüyordum ve ‘azizliğin, azize olmanın, sadece bir şeyle iç içe olmanın’ mükemmel bir şey olduğunu düşünüyordum. Oysa tarafgirliği olan her şey birer sıradanlık harikasına dönüşüyordu. Onlar dinleri itibariyle ‘haç’ takmayı ve ona gereğinden fazla saygı duymayı benimsemişlerdi. Ancak sapkınlardı. Sapıtmışlardı bir nevi. İnsanın ruhuna ait hislerini gümüş bir parçaya bağlamaları ne kadar mantıklı olabilirdi ki? Sanırım şimdi çoğu haç da, endüstriyel manada üretiliyor ve cnc’ler bu imalat için ideal! Ama korkularımızı, endişelerimizi, kaygılarımızı, mutlu olmamıza yakın duyguları küçük bir parça üzerinde gidermek de, fetişlik olmuyor mu?
Macit, bizim de başkalarının gözüyle aynı durumda olduğumuzu söylüyordu. Evet, her insanın kendi sesi vardı ve kendi gibi olanlarla oturup, birleşip, bir şeyler yapma arzusunda olduğunu belirtiyordu. Ama insanı insan yapan ittifak olmamıştı ki her zaman? Ayrılık, kimi zaman kurtarıcı sayılırken, bunu pek de kimse önemsemiyordu.
Macit çakmağı uzatırken, kafamdaki düşüncelerden beni tamamen uzaklaştıracak bir hikâyeden bahsediyordu.
-Şu evler var ya, şunlar yapılırken devlet zamanında çok övünmüş. Ama evleri ev yapan, insandır. İnsanıyla övünmeyen, övünmekten korkan bir ülkedeyiz. Şu beşinci kat var ya, görüyorsun değil mi?
Görüyordum. ‘Parmağını indir’ demesem hâlâ aynı yeri gösterecekti parmağı. Neyse ki sigarasını uzattığı parmakla, orta parmağının arasına yerleştirirken, devam etti anlatmaya. Belki de iyice orayı göstermese, zihnimde oluşacak hayali pekiyi canlandıramayacaktım.
-O evde bir kadın yaşıyordu. Herhalde yirmi seneyi geçiyor. Seksen dokuz yaşındaydı o kadın öldüğünde. Duyduğuma göre çok çekmiş birisiydi. Üç evladıyla otuz yaşında dul kalmıştı, kocası ölmüştü. Altmış dokuz yıl hiç evlenmemiş ve çocuklarına bakmış. Çocuklarını aslında…
Anlatıyordu. Sıra çocuklarına, sonra o kadının torunlarına ve hatta torunlarının evlatlarına kadar gelecekti. Kelimeleri duyuyordum ama zihnim yutuyordu çoğu kelimeyi ve kulaklarımdan boşluğa kusuyordum her birini tekrardan. Bazı anlamlı kelimelerle heyecanlanıp, Macit’i daha iyi dinleme hevesini bulsam da kendimde, o an o duygudan da vazgeçiyordum. Artık herkesin kendi tanrısı varken, tek tanrının var olduğu bir oluş içerisinde, yaratıcının o kadına pek de karışmaması ve kendi yolunu çizmesini istemesi de güzel bir şey aslında. Her şeye karışsaydı yaratan, nasıl diyeyim, dengesiz olurdu, ritim bozulurdu. Oyunu kuranın, oyun içerisinde ikide bir yeni kural getirmesi, oyuna yön vermesi gibi…
-Kadın cehennemi bu dünyada yaşamış gibiymiş ama. İnanılması güç bir itikadı varmış, öyle diyorlardı.
Cehennemi bu dünyada yaşamak ha? Bu da hepimizin kısa yoldan kurtulma reçetemiz sanırım. Her boku yap, işle sonra da bunları cehennemin say. Âdem’den beri var olan insanlık tarihindeki cehennem olgusunu bugün tüm dünya paylaşsa, herhalde özgürlük anıtı yerine, her yere göğe doğru yalvarmak üzere el açmış heykellerimizin olduğunu görürdük. Var olan kelimelerin anlamı ne doğurmak, ne de öldürmek bir şeyi! Tek gayeleri var; yaşatmak! Bunun için uğraş veriyor konuşmalarımız, yazılarımız…
-Sen beni dinliyor musun?
-Tabi Macit, kadını düşündüm de, çok üzüldüm gerçekten.
-Niye üzülüyorsun ki? Azimle ayak da kaldı, güçlü bir kadınmış diyorum.
-Olsun, kadın işte! Üzüldüm, acımak değil de, üzüldüm işte. Bir sebebi yok!
-Senin son yazdığın öyküden daha iyi en azından…
-Yine mi aynı konu? Macit, yeter ama saçmalıyorsun.
Macit ile bazı noktalarda birbirimizden ayrılıyorduk. Kimi zaman onun bir kadın olduğunu düşünüyordum. Ama bu meselenin kadın veya erkek olmakla pek de alakası yoktu. Var ettiğim küme, asıl olan yanında gölge gibiydi, ama vardı. Bunu fark edememesi beni üzüyordu. Elbette öykünün adı ‘yatak odası’ diye, uzun uzadıya bir seksten bahsetmek absürttü ama bunu çıkarım olarak düşünüyordum. Macit daha çok didaktik yazılar ı seviyordu. Bir özgürlük hikâyesi de onu cezp edebilirdi, yalnızca içinde aşk olmaması kaydıyla. Aşka inanmıyordu. Var olmayan bir şeyi insan nasıl inkâr edebilirdi ki? Farkındaydı her şeyin, ama bu inkâr hissi onu güçlü kılıyordu. Yanlışlarının altında ezilen bir insanın haline benziyordu bu durum. Daima yanlış yapıyordu ve yaptığı en ufak doğru onun için kutsaldı, kendi ruhunun mezhebince kutsallaşmalıydı o an. Elbette çok farklı şeylerden bahsedebilirdik, ama gerçeğin tek ideal olduğu dünyada ne doğrucular ne de yanlış yapmayı adet edinenler daimi bir hâkimiyet kurabiliyorlardı.
-Biliyor musun, sen ve senin gibiler sadece zihnini kemiksiz ve kıkırdaksız bir şey için çalıştırıyor. Ben ve benim gibiler ise, vücudun her yerine dengeli bir şekilde bu gücü yayabiliyoruz. Farkımız bu aslında.
-Sigara sende kalsın, görüşürüz.
-Nereye gidiyorsun ya? Hey, kime diyorum; ya gel şaka yaptım.
-Görüşürüz sonra Macit. Hadi selametle.
Tuvaletim geliyordu. Çok düşünmek, çok işemek, çok aşka düşmek… Hepsi bendendi ve rahattım. Ama tuvalet berbattı. Kapının arkasından bildik espriler vardı.
‘İstediğin göt bu numarada… ‘
‘0534420045… Selin, sensiz duramaz…’
‘Pv=Nrt , Pezevenk Nurettin’den tatlı şeftaliler…’
‘Yarak kafalılar, yazmayın lan cami tuvaletine. Skrm hepnizi ha! Ona göre.’
Üçüncü okuduğum yazı, aralarında yazılmış en zekice olanıydı. Evin yolunu tutarken, Macit’i kafamdan silmeye çalışıyordum. İyi arkadaştı, ama bugünlük kendine ait yeri fazlasıyla karalamıştı.
Eğer hasta olmasaydık, imansız kalırdık. Sevişmeseydik, yaratmanın tadına ve acısına varamazdık. Aşk olmasaydı, sevdiği canlıları dünyaya gönderen yaratıcıyı hissedemezdik. Belki bunlarda haç kadar bağnazlık içeren şeyler. Aşk, sevgi, korku, iman, sağlık… Ama bir şeylerin olmaması için, bir şeylerin daima var olması gerekir. Sözle olmasa da, yaşam insanın istediği şeyi fazlasıyla geride bırakmasına sebep oluyor zaten.
Üst kattaki kadın yine kocasından dayak yiyor. Ten tene değmeli mesajını erkeği yanlış anlamış sanırım. Sövüp duruyor, içip içip azıtmış yine. Geçen gün yönetici yolda beni lafa tutmuştu da, ‘İnsan, efendi gibi içmeli değil mi yani? Bunun ki hayvanlık yani. Geçen gün apartman kapısı yanında işemiş, meyhaneden dönüşte. Biz de içiyouz da, herkesin gelip geçtiği yere işemiyoruz değil mi yani?’
Yanisine başlatacağım yöneticiye karısını da dövdüğünü söyleyince, ‘O onların aralarında mesele. Biz karışamayız yani.’ Demesi bendeki tüm filmin kopmasına sebep olmuştu tabi. Yüksek sesle dinlediğim müzik bile ağlama seslerinin duyulmasını engelleyemiyor.
Macit’ de bir ay sonra boşanacaktı ya, of aklıma yeni geldi, konuşacaktık adamla. Karısı Macit’in hayvan filan olduğuna inanıyormuş.
Ulan salak karı! Kocan bir fiske mi vurdu sana, seni herhangi bir şeyden mahrum mu bıraktı? Aşkmış! Sıçayım ben senin aşkına. Çocuklarım için ben boşanmazdım bir kere. Boşan da gör hayatın sillesini. Macit vurmadı bir fiske ama hayat öyle acımaz…
YORUMLAR
Tüm yazının ağırlığı yöneticinin "yani"li cümlelerinde hafifledi. O kısma kadar algılarım açık bir şekilde dikkatlice okudum. Yönetici iyiydi yani. Geneli iyiydi elbette. Bir kaç hatalı cümlenin dışında gayet ve hatta oldukça başarılı bir çalışma. Bazen argoya yükleniyorsun, fakat buna ne diyebilirim ki; yazarın takdiri...
Seni sessizce takipteyim usta.
Saygılar.
HakkınSesi
Çelişen ne? Aslında çelişkiler bile çelişiyor insanlar arasında...
Teşekkürler güzel insan, saygımla..
Aynur Engindeniz
Tekrar kutluyorum değerli kardeşim. Hayırlı geceler.