9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1016
Okunma
Sevgili Edebiyat Defteri,
Kaç zamandır her gün olmasa da en çok açtığım üç sayfa olman sebebiyle artık biraz daha biribirini anlayan,samimi dost olduğumuz kanaatiyle bazı sıkıntı ve meseleleri seninle (siz demiyorum,o derece yakınız yani ) hasbihal etmek arzusundayım epeydir.
Ancak fırsat oldu zira kalem elime geçince aklıma sıkıntılar değil,mutluluklar geliyor en eskimişinden en tazesine, en hafifinden en okkalısına kadar.
Bir zamanlar senin sayfalarında eskimiş olduğumu zannederdim.
Hani bir küçük ilçede,bir işyerinde , daima yolculuk yaptığınız vesaitte ,camide olmadığınız zaman gözler sizi arar, yerinize oturmazlar "şimdi gelir" diyerek,işte o tarz eskimiş, yıllanmış hissederdim kendimi.
Oysa şimdi kendimi eskimiş ve yabancılaşmış hissediyorum günden güne .
Allah’a şükür yine de eski yazarlar bakıyor bu mahzun pencereden. Bir an olsun başlarını uzatıp içerideki fakirler ne halde dediler mi, seviniyoruz,bahtiyar oluyoruz.
Burada isimlerini saymayı usulüme uygun bulmadığımdan sadece gidenlerden bahsetmek istiyorum.
Değerli hanımefendi "Esma Kahraman" ın o sivri,bazen sinirlerimi zıplatan, içeriği kıl mı kıl, akıl mı akıl olan " O değil de!" ile başlayan nüktelerini özledim.
Erol Konur Hocam artık eskisi gibi yüzümüze bakmıyor. Biz onun şiirlerinde kalbimizi dinledik.
Dertlendik,sevindik,ağladık.
Çalıştığımız yerlerde okuduk şiirlerini, oturduğumuz mekanlarda sohbetlerimizi yüceltti şiirleri, fakat o bizi sözlerinden mahrum bıraktı.
Algın "bir diz kırımı yer arayan" arkadaşımız,umarım en erdemli sevgilerin sofrasında dizini kırıp oturmuştur. Belki de merhametli bir ağacın dallarında "tünemiş" tir.
Onun şiirlerini de özledik.
Yorumlarını,eleştirilerini ( bazen kızsak da...) hakikatten özledik.
Bir bebeği vardı "kırmızı kurdelalı", mavi suratlı örme , hiç bir işe yaramayan cinsinden.
Şimdi o bebeği bile özler olduk.
Asran vardı "Ne sultanlık ne gurur ne onur hepsi yitiğim
Zindana atılacak kadar güzelsin Yûsuf’um " diyen, şiirleri damağımızda, sözleri kulağımızda eskiyen.
Şiirleriyle ruhumuzu yıkayan ve beni sayfadan sallayan.
Irıza nerde?
Neden yazmıyor hapishane anıları?
Neden bakmıyor bize doğru?
Sahi ya “İncidal” ?
Engin Tatlıtürk,benim daima hayır konuşan ve düşünen hemşerim nerde?
Biz ya komşu olsaydık aynı mahallede veya aynı binada, yine böyle mi olacaktı?
Bir akşam olsun çay içmeye gelmez miydiniz?
En azından kapıda karşılaştığımızda “iyyakşamlar komşu” demez miydiniz?
Biz bir çınarın gölgesinde serinledik, bir ırmak kenarında dinlendik hep beraber.
Çocukken merak ederdim;” ama insanlar nasıl aşık oluyorlar?” diye. Acaba bir gören onlara karşısındakini anlatıyor mu?
Bir deneme yapmak için arkadaşımdan karşıdan gelen ilk kızı tarif etmesini istedim. Gözlerimi yumdum.
Arkadaşım bir zaman kız hakkında en ince teferruata kadar izahat verdi.
Fakat nafile.
Anlatmakla olmadığını anladım.
Ve yıllar sonra “bir şey öğrendim sizlerden; insan görmeden de severmiş”
Fakat görmeden de kızabilir, kırılabilir ve ağlayabilirmiş değerli arkadaşlarım.
Ve hiç görmediği bir insanın arkasından gözyaşları döküp “bir ağabeyimiz kaybettik” diyerek yas tutabiliyormuş.
Ve insan sesini duymadığı, görmediği bir insanın arkasından Fatiha gönderebiliyormuş.
Eminim melaikeler ona sizlerin okuduğu duaları götürdüğünde çok sevinecekler.
Ve etrafındakilere “benim kardeşlerim, hakiki dostlarım” diyecekler.
Değerli Edebiyat Defteri,
Bu dünyadan giden gitti.Ona bir sözümüz yok gayri.
Hala dünyada olup sayfamızda olmayanları da ayağına gitmek de olsa , tut getir artık!
Selam ve sevgilerimle