- 585 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kadınım
İnsan ölünce, fotoğraflarını niye yakarlar?
Bunların hepsini gölgeme söyledim. Tavsiye verdi. Dünyanın en boktan tavsiyesini vermediğini bildiği için, mutluydu. Gözleri, Güneşin şavkında lemasını bin mecraya yayan Ay’a benziyordu. Bazen durduk yer de böyle olabiliyordu. Tavsiyeyi önemsemedim. Yüzüne baktım. Haklıydı çoğu konuda. Bir erkek daha ne kadar haklı olabilir dedim içimden. İnsanlar, neden herkesinde insan olduğunu kendisine yapılan hayvanvari hareketlerden sonra anlayabiliyordu ki? Yavandı her şey. Asfalt tüm kötülüklerin anasının da babasının da geçmesine izin veriyordu. Gerçek, dünyanın çocuğu olmuştu çoktan. Kendi derdimleydim.
‘Bu sefer istediğin olduğun için mutsuzsun değil mi?’ Aslında neyi istiyorum hayattan, pek de karar vermiş sayılmam. Zor süreçlerden geçmek ve rahatlamak denen bir süreç vardır hayatta. Hep bir zor süreç içerisindeyim. Huyumdur, hep hayal kurarım. Ama her defasında kırılmak, parçalanmak; parçalarının dahi bölünmesi izlemek… Kolay olmasa gerek!
Sabah işe her gidişimde başım önümde, gökyüzüne bakma ihtiyacı dahi duymam. Apartmandan çıkmadan önce, cüzdanım yerinde mi diye elimi arkaya atarım. Arada yüzümün gölgesini apartmanın dış kapısı üzerindeki camda görünce, korkarım. Kendimden korkmaktan korkarım. Çok korkak olduğum için, sinirliyimdir.
Ama bunların hiçbiri önemli değil, iyi biliyorum. Otuz beş yaşına girdiğim sene eşimi kaybettiğimde, hayatımda ağlamayacağım kadar ağlamıştım. Hüngür hüngür… Yeşil sümüklerimi artık peçetelerle değil, parmaklarımla özgür bırakıyordum. Yanımdaki herkes sadece üzgündü. Bana üzülmediklerini de iyi biliyordum. Daha çok annesiz kalan üç çocuğuma üzülüyorlardı. Huyumdur, pek takmam kimseyi. Eşimi bir daha göremeyeceğimi nasıl bilebilirdim ki? O sabah işe gitmeden, ‘Çocuklara bayramlık almaya giderken, bana da yeni bir kazak alalım’ demişti. Başımı sallamıştım. Olur gibilerinden bir şeyler mırıldanıyordum ama muallak da kalmıştı mavilere saldığım harf iniltileri. Gözlerimde yanan gün, gecenin spermlerini gündüzlere boşaltmaya devam ediyordu, ölmemek için. Ama biz ölebiliyorduk! Telefon geldiği an, düşünmek yerine, sadece yürüdüğümü biliyorum. İş yerinden acil çağrılmamı gerektiren hastalığı ne olabilirdi ki? Hasta? Sabahleyin iyiydi. Adet dönemi olsa, sancılarından dolayı kıvrandığına şahit olmuştum kaç kere. Yataktan dahi çıkamıyordu. Ama yok, daha vardı. Hasta derken, bir anda ne hastalığı olabilirdi ki? Ben işteyken acaba bir gün annesine bırakıp çocukları, hastaneye muayene olmaya mı gitmişti?
Sobamız yanmamıştı o akşam.
Sobamızı o gece yakamamıştık.
Sobamız bir daha yanmayacaktı o evde.
Artık hiçbir sobayı beraber yakamazdık onunla. O, masmavi gözleriyle, Ay’dan parlak yüzüyle eşimdi, sevgilimdi, ruhumun bir parçasıydı. Teyzemin kızıydı. Yakındık birbirimize ama küçüklüğümüz ayrı şehirlerde geçtiği için pek tanımıyorduk birbirimizi. Babamın zorlamasıyla da olsa, teyzem evlenmemize izin vermişti. İşsiz olmam, sorunlarımızın başıydı. Evlenmiştik ama baba evinde kalacaktık.
Güzel İzmir, daha güzel bir patates baskısına izin veriyordu yazgımıza. İtiraf etmeliyim ki, ilk çocuk her zaman başkadır. Kızımda öyleydi. Ne kadar zor da olsa, her şey takdiri ilahinin çizdiği koordinatlarla ilerlemeye devam ediyordu. O da annesi gibi masmavi gözleriyle dünyaya merhaba demişti. Ancak annesinin kaderini yaşaması için ne günahımız vardı ki? Eşim küçük yaşta babasını, eniştemi kaybetmişti. Kızım da, henüz ergenliğe girmeden annesini kaybediyordu. Aslında anne kaybetmek mi zordu, yoksa baba mı? Hep şey derlerdi, ‘Bir anne evlatlarına bakmak için evlenmeden de yaşar, ama baba öyle olmaz. Babalar bakıma muhtaçtır.’
Hiç, sadece bir hiç biliyorum. Şimdi bakıyorum da yaşamıma, Toki’den çıkan ev olmasa, bir evimin olma hayalini dahi kuramayacaktım. Arabam zaten yok. Memur maaşı iyi kötü bir evi geçindirmeye yetiyor. Ama bunların hiçbiri beni, özlemlerim kadar eksik bırakmıyor. Onu özlüyorum. Evet, ilk eşimi!
Pişmanlık, bu dünyadan hissedilen en geri zekâlı histir. Saçmadır çünkü. Olan olmuştur ve geriye dönüp de değiştirme şansın artık yoktur. İkinci evliliğimde bu açıdan ne kadar can sıkıcı, şu güzel kedilerin yüzünü de görmesem her sabah, şu köprüden atlayacağım.
Sigarayı bıraktığım için gençleştim. Eşim öldüğü zaman, daha çok içmeye başlamıştım. Ama bir gün geldi ve bıraktım. O günün gelmesi için yirmi senenin geçmesi mi gerekiyordu, bilmiyorum. Artık ondan tiksiniyorum. At yarışını da bırakalı on beş gün oldu. Keşke beni bu halimle görseydi o! Beni seviyordu, ama bu halimle daha çok severdi, biliyorum. O ilk öptüğüm kadın, ilk sevgilim, ilk kadınım, ilk düşümdü. Dudağının martılarına simitler bıraktığım körfez kokusunu çeker gibi oldum az önce. Pardon dünya, huyumdur, üzgünüm, onu özlüyorum.
Sanırım imtihanlarımız ölene dek sürecek! Şimdi eve dönmemi gerektirecek sebebim, ölen eşime benzeyen kızım ve ikinci eşimden olan küçük oğlum. Diğerlerine annem bakıyor. Büyük kızıma baktığım an rahatlıyorum. O bana deniz deniz bakarken, düşler pencerelerini açıp, ahrette buluşmayı umduğum ilk eşimi anımsatıyor her defasında. Kaç defa kızıma, annesini adıyla seslenmeyi düşündüm. Yapamadım.
Karşıma geçecek ve aynen şunları söyleyecek:
-‘Sen yaşlısın. Ben senle nasıl evlendim, niye evlendim ya! Gençliğimi sana verdim. Kahrolası herif! Nasıl da kırışmış yüzü! Tiksindiriyor bazen sana bakmak. Sen benim çocuğumu da sevmiyorsun. Diğerlerine baktığın gibi bakmıyorsun. Bıktım senden.’
Kaç kere duvara vurdum başını, kaç kere sövdüm, olmuyor. Bilgisayarın masaüstüne Mevlana’na Hazretlerinden bir söz koymuştu geçen de. Bana nasihat vermeye çalışıyor aklı sıra. Ben de ona inat, çırılçıplak bir kadın resmi koydum. Bilmiyorum ne yapacağımı. Bu kadın beni sevmemesi bir yana, saygı duysa belki her şey daha farklı olabilirdi. Ama göstereceği saygıyı, ben zaten onunla evlenmeden önce çoktan kaybetmiştim.
Üzgünüm kızım. Sana baba olamadım. Diğerleri de büyüdüğünde, sana itiraf ettiğim gibi onlara da itiraf edeceğim bunu.
Otobüs biraz geç kaldı sanırım. Durak da boş boş beklemek de yoruyor insanı. Oturmak bile yoruyor bazen. Akşam eve gitmeyip de, onun mezarına mı gitsem?