- 452 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kadeş Gazileri
Tencere dibin kara
Seninki benden kara
Bazen bir erkek için kapışan kadınlar olur.
Erkek, fethedilecek/zaptedilecek, burcuna bayrak dikilecek kaledir adeta.
Gelin bir kolundan çekiştirir, kaynana bir kolundan. Hakimiyet yarışıdır bu.
Adam, ikisini de hoş tutmak için mucizevi dengeyi kurma çabasıyla ana ile karı maçında ortasaha yuvarlağı olur.
Maalesef ne dengeyi kurabilir, ne de atılan gollere engel olabilir.
Erkeklerin hepsi değilse de, çoğunluğu ofsayda düşmekten yorulur ve zamanla eğilimleri eşi yönünde artmaya başlar.
Gelin-kaynana tartışmalarının, Asurlu bir tüccarın mezarında bulunan çivi yazılı tablet, 4000 yıl önce de var olduğunu göstermektedir.
Kayseri’den 1500 km uzakta Asur’da oturan bir gelin, ticaret yapmak için Kültepe’ye gelerek yerleşen eşine yolladığı çivi yazılı mektupta; "Annenden çok çekiyorum. Bana devamlı kötülük yapıyor. Artık bunu taşıyacak yüküm kalmadı. Bir an önce evine dön ve beni bu kadından kurtar" diyor. Asurlu tüccar ise eşinden daha çok kumaş dokuyup kendisine göndermesini istiyor. Eşinin dönmediğini gören gelin bir diğer mektubunda; "Çocukların da büyüdü. Onlara söz dinletemiyorum. Annen ve çocukların beni öldürmeden çabuk Asur’a, evine gel" diyor.
Gelenek-görenek, kültür ve düşünce farklığı, sahiplenme-kaybetme duygusu, faydalanma, özgüvenin kanıtlanması, büyük ailede söz/üstünlük sahibi olmanın avantajları ve elbette ham ego sürtüşmeyi körükleyen etkenler olmalı. “Havuzun ortasında, kına kardım tasında
Oğlum bana dönecek, bu ayın ortasında”
“Kazanda hedik kaynana, dişleri gedik kaynana
Oğlun kavurma getirdi, sensiz yedik kaynana”
Çekememezliğin yoksullukla, çoğu kez okumuşlukla da alakası yok. Gelir düzeyinin alçaklığı-yüksekliğiyle de alakası yok. Bitmek bilmeyen, galibi olmayan muharebeler silsilesinde ne son vardır, ne de kazanan. Genelde küllüm kaybedilirken, iki taraf da kazandığını sanır.
Kaynana ‘’hadi gelin, gel kaynaşalım’’ dese gelin kaynatır.
Gelin, ‘’hadi gel kaynaşalım’’ dese kaynana kaynatır.
Görücü usulüyle yapılan evliliklerde çatışma daha zayıf ve için için sürer. Çünkü kaynana dişine göre gelin seçer ve hep bir basamak yukarıda durur, oğlan ve gelin üzerinde etki kurar. Severek yapılan evliliklerde ise tarafların birbirini kabullenemeyişi sıkça görülen bir sorundur.
Ana, uğrunda saçını süpürge ettiği evladını yeni yetme bir el kızına kaptırmayı bir türlü hazmedemez. Gelin, hayalini kurduğu yuvasında sahibi olduğu kocası ve çocuklarıyla özgür olmak ister.
Kaynana hastalansa, gelin “numara yapıyor” der.
Gelin hastalansa, kaynana “domuzluğundan yapıyor”der.
Oğlan evlendiğinde kaynananın kimyası bozulmuştur. Daha düne kadar anasının her dediğinin tersini yapan, evde terör estiren, bağırıp çağıran oğul; evlenince süt dökmüş kedi gibi karısının karşısında el pençe divan durmaktadır. Bekarlığında sevmediği yemekleri yemeye, sevmediği müzikleri dinlemeye, beğenmediği programları izlemeye başlamıştır. Canım kardeşim dediği dostlarından, arkadaşlarından uzaklaşmış, akraba ziyaretlerini, sevdiklerini sevmez, sevmediklerini sever olmuş, evle iş arasında kaybolmuştur.
Yüzünü gören cennetliktir artık.
Evlilik zaten genç kızın sadece kimyasını değil, fiziğini de bozmuştur. Oğlanın annesine vereceği masum bir selam bile, gelinin midesini bulandırır hale gelebilmektedir artık. Değil ana-oğul, iki insan olarak doğal ilişkilerini bile çekemez çoğu kez.
İnsanoğlunda sahiplenmek, sahiplenilmek ve kıskanmak gibi duygular hep vardır. Bu duygular kimimizde az, kimimizde fazlasıyladır. Kimimizde bastırılmış, kimimizde bütün hışmıyla saldırganlığa dönüşmüştür.
Kimi anne; gelinin huysuzluğundan/kıskaçlığından kaçarak, oğluna hasret kalma pahasına da olsa, evladının huzuru için ‘’yeter ki oğlumun yuvası dağılmasın’’ diyerek, mahalle bile değiştirir.
Kimi anne; oğlunun değer görmediği, ezildiği, aç kaldığı zannıyla; “ben tecrübeliyim, üstelik oğlan annesiyim, oğlumun yeri benim yanımdır’’ diyerek rekabeti içten içe acımasız hale getirir.
Kimi anne; hayat arkadaşım dediği, sevgisini-saygısını hiç görmediği despot kocasının aksine, eşine iyi davranan oğlunu kıskanır. Yalan yanlış şişirmelerle ikisi arasına nifak tohumları ekmeye çalışır.
Kimi anne; baskın çıkan yalnız kalma korkusuyla sevgisini ve vazgeçemezliğini bencilliğe dönüştürür, oğluyla gelinin arasına girip mutsuz olmalarına sebep olur.
Kimi anne; oğlunu kendisi için yaşam garantisi bilir, kavga çıkarır, hatta “ ya ben, ya karın’’ diyerek genç yuvayı dağıtır.
Bir taraftan gelinin kendisine rakip geldiğini düşünen kayınvalide, diğer taraftan kocasını hem annesinden, hem de hemcinslerinden kıskanan gelin.
Empati yoksunu, ön yargılı, anlayışsız iki kadın.
Ortada paylaşılamayan toy bir erkek.
Öyle görünüyor ki, bu hır gürler daha bir çok asır sürüp gidecektir.
Bitmeye bitmez de, ancak en asgariye indirilmeye çalışılabilir.
KAYNANA; oğlunun artık bağımsız/özgür bir kişilik olduğunu, üzerinde başkalarının kalıcı hak ve tahakküm iddiasında bulunmaması gerektiğini bilmelidir.
GELİN; kendi anası olduğu gibi, kocasının da bir anasının var olacağını kabullenebilmelidir.
KOCA/OĞLAN; dümeni elinde tutacak, düzeni, ahengi kuracak, iki tarafa eşit ve gereği gibi davranacak olgunluğa erişinceye kadar birçok fırın ekmek yemelidir. Ne zaman ki heriflik mertebesine ulaşır, gelin kaynana savaşları biter. Kılları kadayıf olan niceleri, ne anaya ne de karıya yar olamadığı için bu yazı gereksizdir.
Sosyal tarih sayfaları boş kalacak değil ya. Dokunmayalım tatlı tatlı kapışsınlar.
*Müsadenizle*