8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
780
Okunma
KAHVECİ ŞÜKRÜ...
Titrek gaz lambalarının duvara vurduğu elektrik kesintili saatlerdi karanlığın karaya boyandığı saatler.Kahvedeki insanlar sarılmış sigarasının sarısını siyah dumanlarla çekerlerken içlerine..Uzak köy yollarının unutulmaz uzun havalarına kaptırılmış tozlu yolların sessizliği hakimdi tüm kır başlarında…
Daha demincek yaparken kahveci Şükrü koyu kahvesini, kahveyi götürdü Hüseyin. Götürürken, ahşap kahverengi masanın ortasına şekeri az olan fincanı.
...
Az önce vuruldu camı delip geçen bir kurşun parçasıyla öldü kahveci Hüsnü ve çaycı Şükrü yaralıydı sol kolundan.Tükürdü bir yanda yatan Hüsnü’nün cesedinin yanına…
Bir daha tarandı köpüklü kahvesindeki camlar…Zaten her şey yerdeydi..Cam kırıkları ve ölü cesetler ( ceset demek zaten ölü demekti) yerlere döküldü her şey. Diz çökerken sandalyeler..Tüm sokaklar kahveye koştular ölenleri görmek için…
Rıza söyledi tek kalan canıyla etrafındakilere yanındakilerin nasıl öldüğünü…Onlar unuttu ben duydum yıllar sonra giderken taranmış olan kahvenin önünden.Halen kırktı kurşun sıkığı o camlar ve kanların izi kalmıştı o koyu tonundaki tahtalarda….
Rıza hala topaldı benim büyüyüp gittiğim o sokakta ve tek değişen şey uzamış olan beyaz sakalıydı. Tatilde yanından geçerken gördüm, kahvehanesinde öldürülmüş Şükrü’yü şükrederek beklediğini…