İLHAM PERİM
Bir şair tanıdım gecenin koynunda kara kaplı bir deftere tutunmuş ağlıyordu. İçinde gözyaşları vardı o defterin belli, renginden bildim.
İçinin karalığı deftere yansımıştı şairin ağlamaktan mosmor olmuş gözlerinin rengini almıştı defter.
Göze gelen yansırmış ya, öyle!
—Hayrola şair kardeş nen var? dedim ona. Çok sonra duydu sesimi belki de döndü bana, derin derin baktı yüzüme.
—Nem kaldı ki! dedi hıçkırasıya…
—Bu haline bir çare bulmak istiyorum. dedim üzgünce ve halden anlamışçasına.
—Ben bu hal ile bahtiyarım Allah için git işine! dedi bilgece.
Sustum uzunca, durdum çokça!
Ayrılığın belirtileri vardı onda, terk edilmişliğin ıstırabı, gözlerinde hüzün vardı, sözlerinde sitem, kalbinde yara vardı, aklında aramak.
Oturdum ağladım haline şairin, halinden şikâyeti yoktu ama!
Niye ağladım bilmiyorum. Belki de asıl terk eden şairdi.
Belki de terk edilen bendim.
Belki de kendi halime ağıt yakıyordum şairin şahsiyetinde.
Yakıp da gitmek her şeyi çok kolay, kalıp da tamir etmek onca şeyi zor olsa gerek. Çözüm bütün kapıları kapatıp uzaklarda acı içinde kıvranarak saklanmak değil ardına değin açıp kapıları buyur etmektir ezayı cefayı.
Asıl zor olan ayrılırken kalmaktır, giderken dönmektir.
Ben sensizliğe alışamam ama sen bensizliğe alışırsın be gülüm demek isterdim
uluorta!
Ben sensizliğe katlanamam ama sen bensizliğe katlanırsın be gülüm demek isterdim aşikâr bir biçimde!
Küsmek ne çare?
Ayrılmak bin yâre!
Bin pare olmak demek,
Çekip gitmek!
Bahaneler hazır olunca şahane ayrılıklar çıkıyor ortaya.
Oysa şahanemdin sen bahaneye lüzum yoktu.
Kalmaktı tek isteğim, olmaktı, bilmekti seni, tanımaktı, sözlerine kulak vermekti, hüznünü paylaşmaktı, sevincini yaşamaktı.
Nehrimi okyanusuna taşımaktı, tepemi dağına kavuşturmaktı, çiçeğimi baharına vasıl etmekti.
Aynı gamzenin içinde yuvarlanıp gitmekti sonsuza değin, aynı esprinin içinde donmaktı kaskatı, özel numaradan arayıp makaraya sarmaktı, cilveleşmekti belki de, olmadı işte!
Küsmek ve gitmek bu kadar kolaymış meğer şimdi anladım. Küs ve git ya da kız ve git ya da nazlan ve git.
Oysa sevmek mücadele etmektir. Kal ve sev, kal ve al, kal ve onunla ol.
Kal ve ol’dan git ve öl’e uzayan bir sevda oldu bizimkisi, yazık.
Küsmüşlüğümle sevdim, tek kalmışlığımla, yalnızlığımla… Satırlarım ve dizlerimle sevdim.
Ben ona İlham Perim derdim.
O da bana Kaptan derdi. İşte bütün hikâye burada başladı.
O şair Kaptan’ın ta kendisiydi.
O giden ilham perimin ta kendisiydi.
—Bu dünyada nem kaldı ki! diyordu Kaptan.
—O gitti çünkü! diyordu.
Umut onunla, mut onunla, kut onunla…
Ama atılan şut da onun.
Her şey onda kaldı; yaşama dair ne varsa!
Eğer bir gün gidersem habersiz gitmem derdi. Bir kalp krizi gibi gitti. Bir nüzul gibi indi beynime ve gitti. İndirdi ve gitti yokluğunu kalbimin tam ortasına, canım acıdı.
Bütün gitler canımı yakıyor bugün.
Taksi, minibüs, otobüs, tren, uçak, gemi her ne varsa gitmek için, nefret ediyorum artık. Bütün gitler bana onun gidişini hatırlatıyor.
Gitmesini istemedim oysa!
Kalmasını sağlayamadım.
“Kal” diyemedim öyle okkalı bir biçimde, emrivaki yapamadım şöyle “kalınacak” diye… O da kalmadı gitti. Elde avuçta kalpte beyinde ne varsa onunla gitti.
Duamdı eksik kaldı, sevdamdı yitik kaldı, elamdı belam oldu.
Şimdi bütün gitler canımı acıtıyor.
Git Allah aşkına, çarp da git, ört de git, vur da git, kır da git, git de git. Kalan benim acının tam ortasında, tükenen benim, biten, yiten. Gören var mı ola?
Bir yazar tanıdım gecenin koynunda kara kaplı bir deftere tutunmuş ağlıyordu. İçinde gözyaşları vardı o defterin belli, renginden bildim.
Hüznünü not alıyordu deftere.
Gitmişliğini kaydediyordu her gün sevgilinin.
Kaç git biriktirmiş meğer.
Gide gide bir hal olmuş yüreği.
Bu sevda git ama gelden oluşmuyor.
Hep gitten nemalanıyor.
Hep gitten yüz buluyor.
Oysa kalmak lazımdı.
Kalmak ve almak lazımdı olanı.
—Hayrola yazar kardeş nen var? dedim ona. Çok sonra duydu sesimi belki de döndü bana, derin derin baktı yüzüme.
—Öyle bir gitti ki! dedi hıçkırasıya…
—Bu haline bir çare bulmak istiyorum. dedim üzgünce ve halden anlamışçasına.
—Ben onda kaldım giden ben miyim yoksa o mu belli değil! Yalnız o bilmiyor bunu! dedi bilgece.
Küsmüşlüğüne yârin, bir akşam gibi inmişliğine yüreğime, içimi yakmışlığına, beni acılara düşürmüşlüğüne, yokluklarla salmışlığına, boşluklara koymuşluğuna şükrediyorum yine. Onun eliyle bütün bu olanlar, onun diliyle, onun dileğiyle işte! Ondan gelecekse kıyamet varsın gelsin, kalp üstünedir yeter ki bilsin.
Ben ona İlham Perim derdim.
O da bana Kaptan derdi. İşte bütün hikâye burada başladı.
Hani gel desem gelmez değil mi?
Ara desem aramaz değil mi?
Gül desem gülmez değil mi?