- 1003 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
S/özün Çırpınışından Karakter Öğütmek!..
“Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir”. Mahatma Gandhi
Her insan doğmamış seherlerin ak yurtlarında vakitsiz açan ve ansız solan bir çiçektir. Kendimize tutunmaya çalıştığımız sonsuzluk coğrafyasında ve kendi yüreğimize sığınmaya çalıştığımız hayatın o ücra hanlarında inancımızla varsıl nöbetler tutarız, yaşamaya, var olmaya ve göğsümüzde kıpır kıpır kıpırdayan o yüreğimizin asil seanslarıyla.
İnsan olmak zordur. Bırakın dünyaya gelmeyi, geldikten sonra o vasfa nail olarak yaşayabilmek en zorudur. İnsan çırılçıplak bir düşün içerisinde yuvarlanan, tenindeki onurlu tuz zerrecikleriyle yaşamaya çalıştığı sürece kokmayan, koksa da çevresini bu kokusuyla rahatsız etmeyen farklı bir yaratıktır.
Kendisini diğer insanlardan ayırt etmeden yaşamaya çalışan, ancak ne olduğunu inkâr etmeksizin bu çelişkili ruletin içerisinde yuvarlanan bir su damlasıdır aslında. Hacmi kadar yere o devasa yolculuğu yapabilen, hacmiyle çalkalandıkça güçlenebilen, çoğalabilen bir yudumluk nefesin sahibidir.
S/özün kendiyle durmaksızın çırpılışından, hayatın çetrefil, o zorlu bulmacasından bir çırpıda çıkarılan anlam şudur; “Kalıp bedene bol ise ona dar bir oda seçmek yerine, onu ferah ve mutlu olabileceği bir coğrafyaya taşımak gereklidir”. Fiyakalı düşlerle Nuh’un gemisinde sonsuza dek yolculuk etmek ne kadar asil bir hayal ise, o geminin içerisindeki hayvanlarla birlikte olabilmek, aynı havayı nefesleyip, aynı kekre suları yudumlayabilmek kendimize yakıştırabileceğimiz ve göğsümüze gururla asabileceğimiz bir sevgi apoletidir.
Bir beden hayal edin şimdi!.. O evrende yaşayan milyonlarca insan figüründen bir bakla, her gün bu coğrafyayı bir aşağı, bir yukarı arşınlayan et ve kemik yığınından ibaret, duygudan yoksun, insanlıktan uzak, hayatta kalabilmek için önüne kim gelirse alaşağı eden, ona tutunarak kendi derinliklerinden yüzeye tırmanmak isteyen bir zavallı, bir garip dünyalı!.
Aynı bedene şekil verin şimdi. Ona farklı bir mizaç resmedin, onu yeniden milyonlarca insanın içerisine terk edin. Çeşitli işler sunun yaşaması için. Olmadıysa bir başkasını önerin. Kendisi gibi bu coğrafyada yaşayan insanlara çamur atarak güçlü olmasını salık vermesiniz de, bırakın o bildiğini yapsın, yaşamı farklı kulvarlarda nefesleyerek tanımaya çalışsın.
Günler geçtikçe, yani yaşamak güçleştikçe o manasız yüzüne derviş misali bir sakal ekleyin, mizacına destek, kalıbına estetik ve dimağına yeni alternatifler ekleyin. Sığınacak bir yeri kalmadığında, tutunacak bir dalı kalmadığında onu siz siz olun ki, asla dışlamayın. O yaşam kirlerinden türemiş bitlerin bile kirli sakallarında sığınacak yer bulamadığı, onun kahredici kokusundan tiksinip alanını terk-i diyar ettiği ve onu kendisiyle baş başa bıraktığı izbeliklerde yaşamaya mecburdur o sözünü ettiğim aciz gölge!
Kapalı kapılar ardında yaralı hayvanlar gibi kükreyip, avuçlarında sıkı sıkıya tuttuğu kirli kabına aş dileyen ve bütün olmazları dişleyerek erdemi, onuru çiğneyen, vasıfsızlığını her sabah bedeninden boşaltarak yine kendine enjekte eden ve bu yolla “Yaşıyorum” diyebilen o zat-ı muhterem’e sözüm! Kendi karakterine uygun yoldaşları odasına alan, ona kirli emellerinden söz eden ve o dar kumpası gözünü kırpmadan yüreğine kuran insan/cıklar’adır arz-ı şikayetim!..
İki kelimeyi bir araya getiremeyen, ola ki kazayla bir araya gelmiş cümlelerin anlamını bile idrak edemeyen, “Ot gelmiş, ot gidecek” çanak yalayıcıların, “Çağrılmadığı halde” toplantılara, gezilere ve etkinliklere giderek, saf saf olanı biteni izlediğini göstermek istercesine, yüzündeki sahte tebessümlerle ve çantasına sığdırdığı öteberilerle bu toplumda yer edinmeye çalışanlara, cüzdanında taşıdığı kimlikle çatışanlara sözüm!.
Sabahtan akşama gevelediği cümlelerin birini bile hayata geçiremeyen, konuşmaktan başka iştigali olmayan, korkuyla ovaladığı ve paniklerle sıvazladığı yüreğini her sabah işe gelince kuran, işten giderken boşaltan, insan psikolojisiyle uzaktan yakından alakası olmayan ve yeri gelip sorduğunuzda; “Onunla Alakalı” diyerek kendini avutan, “Tam yerine geldi, manzara koyduk” denildiğinde de hemfikir olup; “Aynen öyle” diyebilen, s/özlere yetmeyen birlikteliklerin masasından kalkınca, anlamlarla ifade edilemeyen birliktelikler sona erince de dostunu, ya da dostum dediklerini kapıya kadar geçirip, yolcu edemeyenlere’dir sözüm!.
Her gece kendimize sorduğumuz soruların o izdüşümlerinden aldığımız yanıtların dokunmasız geçen vakitlerinden arta kalanlardı sözünü ettiğim!... Düğümlü sözcüklerin vakur penceresinden uzaklara bakınca ardımda bıraktığım güzelliklerin de anlatılacağı yer var elbet. Onları okuyabilmek hiç de zor değil, asla imkansız şeyleri istemedim ne kendimden ne yüreğimden!.
Bu sözlerin tam tersinde, yani İNSAN’lık madalyanonunun tam arka yüzünde o dargın yüreğin kırık buselerini de hissedebileceksiniz yanaklarınızda. O veda anında yanaklarınıza kondurduğum yürek titreşimleri size bir şey ifade edememişse, sizlere bir şey söyleyememişse çalın kapısını en yukarıda sözünü ettiğim kişinin. Kirli sakallarını sıvazlayın, rezil yüzündeki anlamlara sarılın ve iki dudağının arasından çıkacak akıbetinizi belirlemesine yalakalık edin!.
Siz siz olun, sofranızı açtığınız, ekmeğinizi, harçlığınızı ve İNSAN’lığınızı paylaştığınız kişiyi iyi tanıyın. Onun çaresiz kolları bedeninize dolanmadan, onun salya sümük soytarılığı gönül sahnenize kurulmadan ve her şey için çok geç olmadan İNSAN olmaktan çok, İNSAN’ları tanımayı yeğleyin. Bu çetin coğrafyanın bir yerlerinde her devrin adamları hep var olacaktır. Hangi taraf menfaatlerine uygun ise, hangi taraf onu kendi içinden dışlamamışsa o bu çarkın sözcüsü olacaktır ve rezil çığlıklarla sizleri etkilemeye çalışacaktır!.
O çarıklı silahşor, o defalarca yerini yurdunu değiştirmiş acınacak horhor, o nefesi hala açlıktan kokan köftehor!.. Senin gibilerin aciz çığlıkları kendi yalvarışlarına karışmakta her eyleminde, neden görmüyorsun!. Kendi nefesinin o rezil kokusundan sarhoş kelimelerle kime çamur atarsan at, kimi hedef alırsan al, hep çuvallıyorsun, ne kadar basitsin, düşünemiyorsun!. Kendi çiftliğini kurma hayalinde sana başarılar. O çiftlikte atların, ineklerin, köpeklerin ve eşeklerin varmış. Pazarın harman ola, kıçını atlardan ve ineklerden, paçanı köpeklerden ve karakterini de eşeklerden kollayabilirsen ürünlerini pazara çıkarabilir ve elde ettiğin kazançla da bu coğrafyada o sözünü ettiğim mutlu insanlar gibi umarım yaşayabilirsin!...
Selahattin YETGİN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.