- 1738 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YENİDEN DOĞUŞ 1
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1850’li yıllarda İngiltere’de yaşam, dünyanın bütün zenginliğinden faydalanmakla eş değerdi. Endüstri Devrimi ile birlikte gelişen ekonomik yapı ile birlikte, dünyanın mali merkezi haline gelmişti bu ülke. Londra, zenginliğin keyfini doyasıya yaşıyordu. Fabrikalar ve endüstriyel tesisler sarmıştı her yanı ve iş gücü de artmıştı.
Benjamin, Polonya doğumlu bir Yahudi idi. Babası Talmut, çok yetenekli bir tüccardı, ünü neredeyse bütün Avrupa’ya yayılmıştı. Aynı zamanda madenden çeşitli süs eşyaları ve takılar yapabiliyordu. Endüstri Devrimi ile birlikte İngiltere’de maden ocaklarının sayısının da artması sebebiyle Talmut, Polonya’dan İngiltere’ye getirtildi. Londra’daki maden ocaklarından birinin başına geçirildi. Benjamin, o zaman on yaşındaydı ve babasına çok bağlı bir çocuktu. Öyle ki babası nefes alma diyecek olsa, nefessiz kalıp ölmeye razıydı. Annesi Ester kısa boylu, esmer ve tıknaz bir kadındı. “ Babam nasıl oldu da anneme aşık oldu?” diye düşünürdü hep. Çünkü uzun boylu, sarışın ve yapılı babasının yanına – annesi de olsa- kimseyi yakıştıramazdı… Hep bir soğukluk vardı annesiyle arasında, sanki bir set koymuştu önlerine, babasını annesiyle paylaşmak istemiyordu belki de. Hep erkek çocukları anneye bağlı olur derlerdi ama bir istisnaydı Benjamin, babası onun kahramanıydı.
Benjamin, yazıldığı okulda sorunlar yaşadı. Bazı arkadaşları din ve ırk ayrımı yaparak küçümsüyorlardı onu. “ Pis Yahudi! Hangi cehennemden geldiysen, oraya geri dön yoksa biz cehennemin dibine yollarız seni!” diye tehditler saçıyorlardı Hristiyan çocukları. Birkaç kere, sınıf arkadaşlarının ailelerini gördü öğretmenle konuşurken. İşaret parmaklarıyla onu göstererek hararetli hararetli bir şeyler anlatıyorlardı öğretmene. İstenmeyen çocuk haline gelmişti ve vurdumduymaz gibi davransa da bu durum onu çok üzüyordu. Ne çok isterdi arkadaşının olmasını! Oysa Polonya’da ne çok eğlenirdi! Güzel günlerini hatırlarken, gözünden dökülen yaşları, kimsenin görmemesine özen göstererek sildi mendiliyle.
Cumartesi günü ibadet günüydü evlerinde. Güzelce temizlenirler, beraber oturup annesinin Tevrat’tan okuduğu kısımları zikrederlerdi. Çocukluğundan beri süren bu ritüel, sıkmaya başlamıştı onu. Bu sefer dayanamadı ve babasına dönüp sordu: “Bunu her hafta yapmak zorunda mıyız? Biz artık İngiltere’deyiz ve burada Yahudi sayısı çok az. Arkadaşlarım beni “Pis Yahudi” olarak çağırıyorlar, ismimi merak eden hiç kimse yok. Kime ne ki bizim yaptığımız bu ibadetten? Ben yine başkalarının gözünde aynı değerde kalacağım, kokmuş balık gibi iğrenerek bakacaklar bana, ben hiç sevilmeyeceğim baba, hem de hiç!” diye bağırırken kendisini aciz duruma düşürdüğüne inansa da tutamadı bu kez gözyaşlarını. Onlar gök gürültüsüyle gelen sağanak gibi boşalırken gözlerinden, Talmut, başını okşayarak sakinleştirmeye çalıştı. Sonra derin bir iç çekerek: “ Benim kıymetli oğlum, Musa der ki, “Eğer kötülük yapıyorsak, mutluluğu boşuna bekleriz. Herkes yaptığı kötülüğün cezasını bir gün mutlaka öder.” O yüzden, o kötü düşünenler asla zincirlerinden kurtulamayacaklardır. Mutluluğun ne demek olduğunu anlayamayacak, huzuru bulamayacaklardır. Sen yüreğini ferah tut.”
Babası her zaman rahatlatırdı Benjamin’i ve babasının çimen yeşili gözlerine bakarken, onsuz yaşayamayacağını düşündü…
Kasvetli bir kış günü, okul çıkışında babasının çalıştığı maden ocağına gidip, onu görmek geldi aklına. Okulda durduğu süre zarfında öylesine özlüyordu ki onu! Hayatta tek tutunduğu daldı ve içtenlikle sarılan, öpen, başını okşayan tek kişi… Yaklaşınca maden ocağına, orada bulunan kalabalığı fark etti. Kalabalık, haykırışlar ve ambulans… Neden insanlar bu kadar panikteydi acaba? Biraz daha yaklaştığında insanların konuşmalarına kulak misafiri oldu. “ Yüze kadar işçi varmış sanırım.” “ Acaba neden kaynaklandı patlama?” “ Yazık ki ne yazık! Mümkün değil kurtarmak.” Zamanla konuşulanlar uğultuya dönüştü. Duymuyordu artık kulakları, endişeli bakışlarla babasını arıyordu Benjamin. Hayır, o dışarıdaydı, şimdi gülecekti oğluna ve koşup sarılacaktı…. Enkazın etrafındaki görevliler, çocuğun yaklaşmasına izin vermediler. “ Babamı görmem lazım. Onu gördünüz mü? Talmut Aji. O, bu maden ocağının müdürüdür. Benim geldiğimi söyler misiniz? Dışarıdaydı değil mi babam? Lütfen bir şey söyler misiniz? Babamı çağırır mısınız lütfen? Yalvarıyorum size, onu çok özledim” diye yalvarırken, görevlinin gözleri doldu.
“ Babanız, maalesef enkazın altında küçük bey” dedi, zorlanarak.
“ Siz, hayatımda gördüğüm en yalancı insansınız. Burada babamı bekleyeceğim ve o, elbet yanıma gelecek tamam mı?” diye bağırdı Benjamin.
Ve üç günlük bekleyişi, babasının cesedini görmesiyle sona erdi.
Bundan sonra hiçbir şey, eskisi gibi olmayacaktı
YORUMLAR
:((((
Ve 3 yıllık bekleyişim de babamın cesedini görmemle sona erdi:(
Ne umutlu ve sabırlı bir bekleyiş,ne kötü bir karşılayıştır o,çok iyi bilirim....
Yazı anlatımınız çok güzeldi.İyi ki güne gelmiş de kaçırdığım bu güzel yazıyı okuma şansı buldum dedim... Devamını bekliyorum..
sedaefruz
Sevgimle...
güzel bir anlatım,bekleyeceğim diğer bölümü,çocuğun kalbindeki en güçlü fenomen ölünce dağılacak mı acaba ,yoksa hırslanıp dirilecek mi ,yazının başlığı keşke kapalı olsaydı diye düşündüm
kutlarım