- 1452 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE GLOBALLEŞME ve KÜLTÜR
Türkiye ekonomisine genel anlamda bakacak olursak 1980’lere kadar dünyaya kapılarını kapamış bir Türkiye olduğunu görüyoruz. Önemli sayılabilecek ölçüde birkaç sanayi kuruluşu bulunmaktadır. (Pamuk, şeker, tütün mensucat vb. gibi) bunlar da devlet tekelinde ve iç piyasaya yönelik hizmet vermektedirler. 1970’li yılların sonunda uygulanan ithal ikamesi modelinin, zayıflıkları görülmüş ve Türkiye ekonomisinin bu model ile kalkınamayacağı anlaşılmıştır. Bunun sonucunda 1980’li yıllarda büyük bir reform ve uyum sürecine giren ekonomi ticaret, sermaye ve finans sektöründe liberalleşmeye başlamış ve 24 Ocak kararları ile ekonomi ihracata yönlendirilmeye çalışılmıştır.
Gelişmekte olan tüm ülkeler gibi Türkiye’de bir yandan sosyal devlet hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye çalışılırken, bir taraftan küçülmeye ve sosyal harcamaları asgari seviyeye indirmeye yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Bu süreç içerisinde yeterli kaynağı olmayan tüm gelişmekte olan ülkelerle aynı ortak kaderi paylaşarak IMF ve Dünya Bankası’nın desteğini talep etmek zorunda kalan Türkiye neredeyse tüm dünyayı saran globalleşme dalgasının içinde kendini bir anda buluvermiştir.
Globalleşme süreci hızla işlemeye başlamış uygun para politikaları ve finansal araçların etkin kullanımına geçilerek Kamu Ortaklığı İdaresi İMKB ve TMSF arka arkaya 80’li yıllarda açılmıştır. Ardından SPK kurulmuş yatırımlar desteklenerek serbest değişken kur benimsenmiştir. İhracatı desteklemek adına sübvansiyonlar sağlanıp ihracata yönelik krediler verilmiştir. Finans sektöründe serbestleşmenin ardından hızla değişim ve gelişmeler yaşanırken yabancı yatırımlar teşvik edilerek özelleştirmeye geçilmiştir.
Küreselleşen dünyanın dışında kalmamak, gelişen dünya pazarında yer edinmek, dünya ticaretinden bir pay alabilmek, oluşan fırsat ve avantajlardan faydalanıp, küresel rekabetin olumsuz etkileri ve risklerinden korunabilmek dünya ülkeleri için temel amaç olmuştur. Tüm dünya ülkelerinde küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ise bu amaca hizmet eden temel unsurlardan biri olarak görülmektedir. Tüm dünyada sanayinin önemli bir bölümünü oluşturan KOBİ’ler, istihdam ve üretimin de önemli bir kısmını sağlamaktadır.
Sanayi devrimi sonrasında, kürselleşme kavramı derinleştikçe kitlesel üretime dayalı fordist kuram önemini yitirmiş ve bilgi esaslı, esnek üretim biçimlerine dayalı yeni ekonomi kuramları geçerli olmaya başlamıştır. Ancak yabancı pek çok firma ile rekabet etmek zorunda kalan Türk KOBİ’ lerinin pek çoğu yetersiz teknolojik imkânlar, verimsiz üretim metotları ve kısıtlı mali imkânlar ile düşük kalitede üretim yaparken KOBİ’lerin üretim kalitesi ve verimliliğinin aynı zamanda rekabet gücünün arttırılması hedeflenmiştir.
1990’li yılların başında, ülke sorunlarına duyarlı, sosyal sorumluluk bilinci yüksek işadamları birlikte hareket etmek üzere çeşitli illerde dernekleşmeye başlanıldı. Bu dernekler Türk ekonomisinin bel kemiğini oluşturan KOBİ’lerin yanı sıra, büyük şirketlerin de, ülkemizin değişken yapılı ve dinamik ekonomisinde kendini geliştirebilmesini ve dış pazarlara açılabilmesini sağlamak üzere kuruldu. Ekonomi politikalarına açılım oluşturmanın yanı sıra ülkemizdeki iş ortamının uluslararası ve modern standartlara ulaşmasını misyon edinen bu dernekler, bilgi ve tecrübelerini hem İstanbul’daki hem de Anadolu’daki pek çok girişimci ve işletmeyle paylaştı. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin de etkisiyle gelişen sivil toplum anlayışı, bu dernekleri, onları daha güçlü temsil edebilecek üst yapılanmalarda bir araya gelme ihtiyacını doğurdu. Bu gelişme dernekleri federasyonlaşma sürecine götürdü. Böylece Türkiye’nin coğrafi dağılımı doğrultusunda Marmara, Ege, Karadeniz, Akdeniz, İç Anadolu ile Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde bir araya gelen işadamları bütünleşerek federasyonlar oluşturdu. (MARİFED, ESİDEF, KASİF, ANFED, ANSİFED, DASİDEF, GÜNSİAF). Global dünyadaki gelişmeleri takip ederek, üyelerinin küresel bir oyuncu olmasını hedef gösteren bu federasyonlar da bir araya gelerek, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nu kurdular.(TUSKON 2005)
TUSKON’ UN çatısı altında 7 tane (coğrafi olarak) federasyon, bu federasyonların altlarında da 172 tane müstakil bağımsız işadamları derneği ve bu 172 derneğinde yaklaşık 40 bin tane işadamı üyesi bulunmaktadır. Bu adı geçen iş adamlarına ait yaklaşık 100 bine yakın şirket bulunmaktadır..Tuskon üyeleri ellerinde çantaları dünyayı karış karış gezerek en uygun yatırım ve iş yapma imkanlarını araştırıp üyelerine uygun pazarların bilgisini getirmektedirler.Ayrıca yatırım yapılan ülkelerde tarihi ve kültürel değerlere ilişkin bakım restorasyon gibi çalışmalarda katkılar sağlayarak dünya kültür miraslarına da sahip çıkmaktadırlar.
Tuskon tüm dünyadaki ekonomik gelişmeleri takip ederek, global iletişim ağını açık tutmayı ve iş adamlarımızın dünya ile entegrasyonunu sağlamayı,Temel pazarların yanı sıra gelişen pazarları inceleyerek, Türkiye ekonomisinin gelişimine katkı sağlayacak potansiyel ülke ve sektörleri analiz etmeyi ve bu amaçlara hizmet ederken yerel koşul ve duyarlılıkları da dikkate alarak Türkiye ekonomisini ve ülkemiz işadamlarını global ekonominin etkin bir parçası haline getirmeyi de hedeflemiştir..
Bugün, uluslar arası sermaye, sınır tanımadan kârlı gördüğü ülkelere giderek yeni yatırımların finansmanında ve uluslararası firmalarda kendileri için faydalı gördükleri ülkelerdeki ekonomik faaliyetlerde boy göstermektedirler. Bu akımdan nasibini alan Türk sermayesi ve müteşebbisleri de bu arenada kendilerine yer bulmuşlardır. Bugün artık, yüzlerce Türk Firması, dünyanın muhtelif ülkelerinde ortaya koydukları eserlerle, yurdumuzu en iyi şekilde temsil etmektedirler. Türk insanının; Türk müteşebbisinin imzası, dünyanın hemen her tarafında yapılan yollarında, köprülerinde, tünellerine, gökdelenlerine, fabrikalarına, santrallerine atılmıştır. Bunlar, yurdumuzun gurur kaynaklarıdır. Durumu rakamlarla özetlersek;
Türkiye’den 3 bin 641 işadamı, son 10 yılda 109 ülkeye 25 milyar dolar yatırım yapmıştır. Bu rakamlar, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nun (TUSKON) Hazine Müsteşarlığı verilerine dayanarak yaptığı araştırmadan elde edilmiştir ve rekor kıran bu yatırımlarda başı Hollanda’nın çektiği görülmüştür. Yatırımların çoğunun çevre ülkelere gittiği görülürken, son yıllarda öne çıkan sektörler enerji ve bankacılık olmuştur. Türk işadamları son yıllarda yurtdışında 4 milyar dolardan fazla enerji yatırımı yapmışlardır.
Türk yatırımcıların yatırım yapılacak ülkeyi seçerken dikkate aldıkları kriterlere bakıldığında; hem ev sahibi ülkedeki hem de Türkiye’deki ekonomik, sosyal ve politik istikrarı; ev sahibi ülke ile Türkiye arasındaki kültürel benzerlikleri; ev sahibi ülkenin pazar büyüklüğü ve pazara erişim koşullarını dikkate aldıkları; firmaların teknolojiye erişim ve karşılaşacakları riskleri azaltma arzusunun da belirleyici olduğu görülmüştür.
Ülkemizin dünya komşuluğu sürecinde yurt dışı ihracatının da son yıllarda önemli yer tuttuğunu görüyoruz. Yurt dışında ihracat yaptığımız ülke sayısı bu bağlamda sürekli artmaktadır. İhracat sonucu ülke içine gelen dövizle cari açık kapatılmaya çalışılmaktadır. En fazla ihracatımız Almanya’ya olmuş bunu İtalya İngiltere, Irak, Fransa, Rusya, ABD, İspanya, Hollanda, Romanya, Belçika, İran, B.Arap Emirlikleri, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır, Çin Azerbeycan-Nahcıvan ve Polonya takip etmektedir.
Türk müteahhitlik firmaları, “küresel finansal kriz” nedeniyle yaşadığı gerilemeye rağmen, geçen yıl yurt dışında başarılı işler üstlendi. Sektörün yurt dışında üstlendiği işlerde Türkmenistan yüzde 20,9 pay ile ilk sırada, Türk inşaat firmalarının ilk açıldığı pazar olan Libya, oran olarak önemli bir düşüş olmasına rağmen yüzde 12,1′lik pay ile ikinci sırada yer aldı. Bu iki ülkeyi yüzde 10,8 pay ile Irak, yüzde 8,3 pay ile Rusya Federasyonu, yüzde 5,5 pay ile İran, yüzde 4,8 pay ile Umman, yüzde 4,6′lık pay ile Gürcistan, yüzde 4,3′lük pay ile Katar izledi. Fas ve Azerbaycan’da Türk müteahhitlerinin önemli miktarda iş aldığı ülkeler arasında yer aldı. Geçen yıl Fas’ta 745 milyon 10 bin dolar, Azerbaycan’da ise 675 milyon 95 bin dolarlık iş üstlenildi.
Türk müteşebbislerinin globalleşen dünya üzerinde çalışmalarından bahsettikten sonra dilerseniz biraz da ülkemizde iş yapan yabancı şirketlerden bahsedelim. Türkiye’de faaliyette bulunan uluslararası sermayeli şirket sayısı, Haziran 2009 itibarıyla 22 bin 505’e ulaşmıştır. Bu şirketlerin içinde en fazla Almanya olmak üzere Hollanda, İran, Azerbaycan, Irak ve diğer AB ülkeleri izledi. Bu şirketler ağırlıklı olarak başta toptan ve perakende ticareti olmak üzere imalat sanayi, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri sektörlerinde faaliyette bulunmaktadırlar. Faaliyet alanı olarak yabancı şirketlerin en çok tercih ettiği iller ise sırasıyla İstanbul, Antalya, Ankara, İzmir ve Muğla’dır.
Ve sonuç olarak ekonomiye baktığımızda istatiski veriler ışığında diyebiliriz ki; bugüne kadar iş adamlarımızın çabalarının ve uygulanan politikaların meyvesi artık alınmaya başlanılmış, Çin’in yüzde 9,2 büyüme rakamını yüzde 8,5’lik büyümeyle takip eden Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi olmuştur.
Küreselleşmenin ekonomiden başka, iki ayağı daha bulunmaktadır bunlar: siyasal ve kültürel ayaklarıdır. Öncelikle sizlere kısaca kültürel yönünden bahsetmek istiyorum. Bu konuda meramımı anlatacağına inandığım çok güzel bir örneği sizlerle paylaşmak arzusundayım. Anthony Giddens, “Elimizden Kaçıp Giden Dünya” kitabında ilginç bir anekdot aktarır. Orta Afrika’da yerli bir topluluk hakkında kültürel araştırmalar yapan bir arkadaşı, konu ile ilgili alan çalışmaları yapmak üzere gittiği bölgede, daha oraya vardığının ilk gecesi yaşadıkları karşısında şaşkına döner. Yerlilerin o gece için düzenledikleri eğlenceye davet edilen ve orada dünyanın gözlerden uzak bu otantik topluluğunun kendine özgü eğlence biçimleri, gelenekleri ve kültürel özelliklerine dair gözlemlerde bulunacağını uman araştırmacıyı büyük bir sürpriz beklemektedir. Çünkü köy ahalisini bir araya toplayan bu büyük eğlencenin gerekçesi, ünlü Basic Instinct (Temel İçgüdü) filminin video gösterimidir. Ve, daha da ilginç olan ise şudur: O sıralarda çekimi yeni tamamlanmış olan bu film henüz Londra’da bile vizyona girmiş değildir.
Aslında sadece bu örnek bile, bugün itibarıyla içinde yaşadığımız dünyada artık hiçbir şeyin uzakta olmadığını, bu süreç içerisinde kültürel ve ulusa ait normların başka toplumlardan ikame edilebildiğini, insanlığın hemen her an için dinamik bir yüzleşme ve iletişim-etkileşim sürecini yaşamakta olduğunu ve “ister daha iyi ister daha kötü yönde olsun, hiç kimsenin tam olarak anlamadığı, ama etkisini hepimiz üzerinde hissettiren bir küresel düzene doğru” sürüklendiğini açıkça göstermektedir.
Küreselleşme dalgalarının milli kültürümüz üzerindeki büyük baskısıyla karşı karşıyayız. Dilimiz yabancı kelimelerin istilasına alabildiğine açık durumda bu nedenle de önlem olarak Türkçenin etkin kullanımına dair projeler aranmakta ve uygulanmaktadır.
Ben kendi bakış açımdan baktığımda globalleşmenin sevimli yüzlerinden birinin de “Dünya Kültür Mirası” projesi kapsamındaki çalışmalar olduğunu söyleyebilirim.170 ülkenin imzasını attığı anlaşmaya göre;
“Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal sitleri dünyaya tanıtmak, toplumda sözkonusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak amacıyla” UNESCO’nun Paris’te toplanan 16. Genel Konferansında “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kabul edilmiştir.
Türkiye de bu sözleşme 1983 yılında yürürlüğe girmiştir. 2000 yılı sonu itibariyle Dünya genelinde, Dünya Miras Listesine kayıtlı 690 kültürel ya da doğal varlık bulunmaktadır. Her yıl gerçekleşen Dünya Miras Komitesi toplantıları ile bu sayı artmaktadır. Ülkemiz, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün sorumluluğu altında yürüttüğü çalışmalar neticesinde bugüne kadar Dünya Miras Listesine 9 adet varlığımızın alınmasını sağlamıştır. Bu varlıklardan; İstanbul, Safranbolu, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Truva Arkeolojik Kenti kültürel, Pamukkale ve Göreme-Kapadokya hem kültürel, hem doğal miras olarak listeye alınmıştır. Uygarlıkların beşiği olarak çok zengin bir kültürel ve tarihi mirasa sahip olan ülkemizin bu zenginlikleri eşsiz doğal güzelliklerle de desteklenmektedir. Türkiye’nin sahip olduğu zenginlikler dikkate alındığında bu sayının olması gerekenin çok altında olduğu açıktır.
Her ne kadar dünya ile yarışır ekonomik politikalar ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşıyorsa da unutulmaması, ihmal edilmemesi gerekenlerden biri de; Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu genç cumhuriyetin; tüm bu toprakların, bu insanların, bu uygarlıkların mirasçısı olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla, biz bütün bu insanlık birikiminin mirasçıları olarak, dünya ile kucaklaşırken milli, manevi ve kültürel değerlerimizi hem korumak, hem de gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız.
Perihan KILIÇ (ESMİZE)
İZMİR
YORUMLAR
Ülkemiz kültürel ve ekonomi bakımından, doğru veriler gösterilmeden yanlış bilgiler verilmektedir halka, maalesef buda siyasetimizin yalanlar üzerine kurulu olduğunun bir göstergesidir,başka bir deyişle bizi dürüst insanlar yönetmemektedir. Reel bilgi ve değerlendirmede bulunup değerli kaleminizle dile getirdiğiniz şeylerin tümüne katılıyor saygılarımı sunuyorum size.