KAÇIRDIKLARIMIZ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Birden fazla kılığa bürünüp yürüyor insanın üzerine kederler. Farkında değiliz belki ama mutlulukta öyle. Gelmeye başladığında peşpeşe takılıyorlar. Daha birinin tadını yahut acısını çıkartamadan onu unutturacak bir diğeri giriveriyor kapıdan pencereden. Abartmayı sevmiyorsanız yani özetle yaş almışsanız ömrünüzde ve aklınız başınızdaysa daha ilkinin gelişinden anlıyor ve gücü kuvveti toplayıp savunma hatlarınızı güçlendiriyorsunuz. Gelen ilk mutlulukla “hayra çıkar inşallah” demeye başlıyorsunuz bile.
…işte bu yüzden “yaşlanmak” pek de güzel bir şey.
“Keşke” lafını kullanmayı sevmeyen bir ekolün, kıyısı köşesinden geçen biri olarak yine de aklımdan geçiriyorum; “Keşke hayatımı 40 yaşımdaki kadar aklı başımda olarak yaşayabilse idim!”.
Pek çoklarına göre şanslı insanlardan olduğumuza inanıyorum. Gözlemleyebilmek, o gözlemlerinin neticesinde kendi payına çıkarımlar yapabilmek yeteneğine sahip olmak bir şans çünkü. Doğrusu ya, iyi bir aile kurabilmek, kavga dövüş tartışma yerine güle oynaya arkadaşını büyütür gibi bir çocuğun sorumluluğunu alıp onu yetiştirebilmek sandığımdan daha da önemli bir işmiş.
Günümüzde “bir imza değil mi, olursa olur olmazsa boşanırız” düşüncesiyle kurulan evlilikler gözümü korkutmuyor desem yalan olur. Aile yapımızın bozulmasını üzüntüyle izliyorum. Amasyanın barda, biri olmazsa biri daha sözünün iyi gitmeyen evlilikler için kullanılıyor olduğunu görmekse düpedüz fecaat bana kalırsa. Kendilerini herkesin ve her şeyin doğrusu diye gören bir bakış açısının, kendinden başkasını önemsemeyen bireylerin tahammül sınırlarının ve "ben ne dersem o olur" yaklaşımının boşanmalara öncelikli olarak sebep teşkil ettiğini gözlemliyorum.
Elbet, kişilik bozukluğu yahut fikri uyuşmazlıklarda sebep oluyor olabilir ayrılıklara. Adı konulmuş “şiddetli geçimsizlik” gerekçesinin içerisini dolduran o sebep nedir, bunu yalnızca çiftler ve her şeyi bilenin dışında kimse bilemez. Öyle ya bugünlerde boşananların hangisine sorsanız hep bir diğeri suçlu, muhakkak.
Her ne olursa olsun boşanan çiftlerin boşanmalarının faturasını çocuklarından başka hiç kimse ödemiyor aslına bakılırsa. Genç yaşta ebeveyn olan çiftler belki de onlara yaşatılmayan anne ya da babasızlığı bilmediklerinden kendi çocuklarını anlayışlı olmaya mecbur ederken, “ne var bunda” diyecek kadar kalplerini soğutuyorlar çocuklarının yaşadıkları üzüntüyle alakalı.
Ekonomik olarak çok da iyi şartları olmayan bir yakınımın anlattığı bir anı yankılanıyor zihnimde uzun zamandır. Şöyle söylemişti sohbetimiz arasında: “Dün akşam oğlumla konuşurken “seni özel okullarda okutmak isterdim ama başaramadım dediğimde oğlum bana: “anne, deli misin sen? Pek çok arkadaşım bana imreniyor ve ne kadar şanslı olduğumu söylüyorlar. Onlara büyük babaları bayramda harçlık diye altı yüz bin lira veriyor ama anne babaları ayrı. Haftada bir gün babalarıyla olabiliyorlar. Ben yaşayabileceğim en güzel hayatı yaşıyorum. Yorma kendini daha fazlası için, ihtiyacım olan huzur ve sevgiyle büyümek en büyük lüks bu zamanda…””
Sahi… Bu günlerde çocukların en büyük lüksü bu belki de! Yazık! Daha iyi bir neslin aile huzurunda yetişeceğini kaçırmışız, birkaç dil öğreten kolejlerin taksitlerini düşünürken!
YORUMLAR
Huzur ve sevgiyle büyümek cidden.lüks.
Ancak ben artık farklı ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Yani aile yapımız ele alınırken yükü boşanmalara değil de bilinçsizce bir araya gelinmiş ama yuva olunmamışlığınìn ilk başlangıcının gözden kaçırılmaması gerektigi inancındayım.
Düşündüren yazınız için teşekkürler.
Sevgi ve selamlarımla.
Ben yazının evlilik bölümüne takıldım. İzninizle sizinle, en azından bu bölüm hakkında, aynı fikri paylaşmayacağım.
Eskiden kaderdi. Evlenilir ve biterdi. Ne çıkarsa bahtına. Bir süre sonra, eğer çok kötü değilse, eşine alışırdın. Aşık olmamanın, beklentili yaşamamanın sonucuydu o evlilikler. Dışarıdan bakınca 'Oo, otuz yıldır bir yastığa baş koymuşlar' denirdi. Başka çareleri var mıydı? Kadın alıp başını gidebilir miydi? Bir mesleği var mıydı? Mahalle onu rahat bırakır mıydı? Metres de, kuma da o günlerden kalan kavramlar. Eskinin ne olursa olsun ayrılmayan ailesi kolun sıkça kırıldığı ama hep yenin içinde kaldığı bir yaşam şekliydi. Bugün dönüp bakınca pırıl pırıl gözüküyor.
Evet, boşanmalar daha sık oluyor. Çünkü evlilik kader değil. Kişiler mutsuzluğu kabullenip, geri kalan kırk yılını huzursuz bir ortamda geçirmek zorunda hissetmiyorlar.
Peki ya çocuklar? Çocuklar için boşanma artık dünyanın sonu değil. Çevrelerinde benzer durumları gördükçe ayrılığı daha az yadırgıyorlar. Ama hala toplum onlara aileli yaşamaları gerektiğini söylüyor. Ders kitaplarında tek bir ayrı yaşayan anne baba örneği yok (Benim zamanımda da apartmanda yaşayan aile yoktu ders kitaplarında. Dairemiz ve kış hazırlığı yapmamamız garip gelirdi.) Çocuklara kendilerini sıra dışı hissettirmek bizim elimizde.
Aile sosyal bir kurum. Her kurum gibi o da zamanla değişiyor. Aynı cinsten çiftlerin aile kurması tartışmalarına gelene kadar, anlaşılan boşanan çiftlerle meşgul olacağız.
Güzel ve düşündürtücü bir yazı olmuş. Tebrik ederim.
asran
Görücü usulü başlı başına bir problem zaten, hemfikirim.
Gel gör ki birbirini görüp tanıyıp severek evleniyor artık insanlar ama nasıl oluyorsa her bakımdan anlaşan bu insanlar bir kaç yıl içinde "şiddetli geçimsiz" insanlar haline geliyorlar. Ya ne istediklerini bilmiyorlar ya yeterince büyümemiş ve evlilik için duygusal anlamda hazır değiller. Onların yetersizlikleri sebebiyle evlilikleri yıkılırken dünyaya getirdikleri çocukların hiç hak etmedikleri bir bedel ödemeye mecbur bırakılması bence zalimlikten başka bir şey değil. Boşanmış diğer akranlarına bakıp bir çocuğun anne ve babasının ayrılışını normal bulabilmesi mümkün müdür? Doğrusu ya şahsen, dünyaya getirilirken "doğmak ister misin?" diye sorulup fikri alınmamış bir çocuğun dünyasını başına yıkacak huzurlu ve mutlu bir aile ortamından mahrum edilmesini baştan sona haksızlık olarak görüyorum. Anne ve babaların katlanmamayı tercih ettikleri bilmem hangi sebepler yüzünden çocuğun aile yoksunluğuna katlanmaya mecbur edilmesi hoş değil.
Aynı fikirde olmak elbet güzel ama farklı fikirlerde düşünen insanlarla konuşmak ve başka açılar yakalamak açısından zihni diri tutuyor doğrusu. Memnun olduğumu belirtmek isterim bu anlamda. Teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgiyle...
İlhan Kemal
Bazı açılardan günümüzde görücü usulü evliliklerin sürme şansının daha yüksek olduğunu düşünürüm. Sebebi ise basit: Beklentiler. Görücü usulüyle bulunacak her hangi biri ortalama bir kişi olacaktır. Bu insandan beklentimiz de onun herhangi biriliğiyle sınırlıdır. Görücü ilen gelen olumlu hareketler yaptığında gözümüzde daha iyiye gidecek, olumsuzlarda ise 'Ne bekliyordum ki zaten' dedirtecektir. Öte yandan hayatınızın aşkı ile evlendiğinizde o zaten sizin gözünüzde olabilecek en yüksek mertebede başlamaktadır. Birlikte yaşadıkça, onun da bir insan olduğunu gördükçe o basamaktan yavaşça (ya da hızlıca) inecektir. Bu yüzden sevilerek evlenilen kişi ezici bir olasılıkla kötüye gider. Ama görücü yüzde elli şansla iyiye gidecektir.
Bir başka yaklaşım da ilişkilerde N kuralıdır. İnsan N tane ilişki yaşıyorsa, N-1 kadar da ayrılık yaşayacaktır (Öbür dünyaya giderayak aynı anda beş kişiyi idare etmiyorsa). Özetle ayrılık ilişkinin doğasındadır; ayrılmamak gariptir.
Çocuklara gelince. Onlar gözlerini tanımlanmamış bir dünyaya açarlar. Ne görürlerse doğal kabul ederler. Her şey bizim onlara dünyayı nasıl tanıttığımıza bağlı. Anne babanın birlikteliği elzem değildir. Aslında hiç bir durum elzem değildir. Babasını kaybetmiş bir çocuk sağlıklı ama babası ayrılmış bir çocuk sağlıksız ortamda büyüyor diyorsak hata etmiş oluruz.
= > Boşanmış diğer akranlarına bakıp bir çocuğun anne ve babasının ayrılışını normal bulabilmesi mümkün müdür?
Mümkündür. Eğer ona ilk günden itibaren 'Biz sonsuza dek beraberiz' mesajıyla beynini yıkamadıysanız, çevresinde de durum garip karşılanmıyorsa mümkündür. Bir yüzyıl önce çocuğun yatılı okula gönderilmesi garip karşılanmıyor, çocuk da bunu normal bir deneyim olarak kabul ediyordu (Bir anlamda ailenin çocuğun hayatından çıkmasıdır yatılı okul). Ya da anne baba tayini yüzünden her sene başka bir okulda okumak zorunda kalan çocuklar. Bu durum onlar için gayet normaldir; başka çocuklar içinse dayanılamaz.
=> çocuğun aile yoksunluğuna katlanmaya mecbur edilmesi hoş değil.
Aileyi mutlaka anne, baba ve çocuklar diye tanımlamak zorunda değiliz. Çocuk kendisine sunulan her şeyi aile olarak kabul edecektir. Bir çoğumuzun gördüğü ve uygulamaya çalıştığı aile konsepti bu yönde ama tek aile türü bu değil. Diğer aile türlerinin de daha mutsuz ya da sağlıksız olduu büyük ölçüde şehir efsanesi.
Akşam vakti güzel geldi bu tartışma. Bana bu olanağı sağladığınız için teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
asran
Güçlü bireyler yetiştirmek, aile olmanın temel hedefiyken elbette el bebek gül bebek çocuklar yetiştirmeyi kast etmiyorum. Ama sorumsuz kimselerin daha en başından bir araya gelip evlenmelerinden yana değilim doğrusu. Yetişmişler evlenmeliler kararını kim verir bilemem ama yetersizlikleri ve zaafları ortada olan insanların hiç değilse evlilikte keramet aranarak terapisinin bir devamı gibi yuva kurmalarına ya da yuva kurmaya teşvik edilmelerine sonuna kadar karşıyım doğrusu.
Görücü yahut gönüllü ne olursa olsun bence şansınız sizsiniz. Karşınızdakini değiştirme ihtimalinizle işe başlıyorsanız ham hayal olur bu. Ayrıca beklentiler karşılıklı. Kişinin karşısındakinden beklentilerinin karşılanması konusu çok bencilce bana göre. Bundan daha önemli olan ondan kendinden beklenenleri verip verememesi değil midir? Özetle çiftlerin evlenirkenki aşkın üzerine titremeleri eşini yitirmekten değil, aşkını kaybetmekten korkmaları gerektiğine inanıyorum.
Ama gördüğüm şu ki bugünlerde insanlar evlilik ilişkisiyle bağlı oldukları partnerlerine serbest piyasa ekonomisinde bugün için tercih edilir olduklarını hissettiriyorlar ve aynı piyasada muadilleri olduğu düşüncesini asla unutmuyorlar. Böylesi bi ilişkiye "aşk" diyemiyorum bende :) Olsa olsa hesaplı bir alışveriş sonucu başlayan bir birliktelik :))
Evet güzel bir konu tartışmak ve düşünmek için.
Günaydınlar bu arada :) İyi bir pazar günü geçirmeniz dileğimle...
Her cümlesine imza atmak gerek bu yazının.
Özgürlük çığırtkanlığı ile insanlar birbirlerini gaza getirip yanlış öğretilere ve dogmalara yönlendiriliyorlar. Oysa en büyük özgürlük sevdiklerinle olan kıyısız paylaşımlardı.
Ben öğrencilerim arasında ne hikâyeler dinleye dinleye şimdi kızıma çok daha iyi yaklaşabiliyorum. Ne kadar sorunlu öğrenci varsa hepsinin ailesi parçalanmış veya anne-babadan biri ölmüş. Yahut evde sevilmeyen bir çocuk modeli. Özellikle içimi sızlatanlarsa boşanan anne-babanın evlâtlarını yaşlı aile bireylerine teslim etmeleri. Anne - baba yaşıyor ama çocuk dede veya nine yanında.:( Düşünemiyorum bile artık o çocuktaki yıkıntıyı.
Olmaz olsun böyle modernizm diyorum.
KUtlarım sevgili arkadaşım, uzatmadan, gayet güzel dokunmalardı...
Kalimera. tarafından 11/3/2012 1:10:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
asran
İşte bu tespit her şeye değdi, çok güzel söyledin.
Saatlerce oturup aklı başında sohbet edilebilecek ne geniş bir çevre olmuşuz şu sanal pencerenin bu kısmında.
Özellikle teşekkür ediyorum, var olasın :)
Kalimera.
Sevgiler yolladım kıyısız. :)
Bugünün yazıları hakkaten çok güzel...Deneme en sevdiğim tür,yazması zor..Bilgi birikimi, gözlem gerektirir..Okumak çok keyifliydi yazı adına..Ama yaşanılanalr,değindikleriniz,elbette ki keyifli değildi..
Ben bizzat yaşayan biri olarak bunu, boşanmanın çocukları ne derinden yaraladığını öyle iyi biliyorum ki:(
Saygılar bu engin kaleme..
asran
Ne güzel, hiç değişmeden yıllardır sevgi ve muhabbet dolu yorumlarınızdan bir gün bile zerre kadar ödün vermediniz Ayse hanım.
Duygularımız paralel, selam ve sevgimle...
İnsanlarda birbirlerine karşı sevgisizliğin, toplumsal huzursuzluğun malesef çok yoğun yaşandığı bir zamanı paylaşıyoruz.Belli bir yaş olgunluğuna erişmiş olmanın da ben kâfi geldiğine inanmıyorum.Bugün yaşı 60 bulmuş insanlarında mahkeme kapılarında celselerinin açılışını beklemelerini görmek ne kadar üzücü.
Kötü giden ülke ekonomisinin bireysel anlamda kişiye vuran, işsizlik, alım gücünün düşüklüğü gibi faktörel etkiler neticesinde en küçük birimlere yansıması malesef en yıkıcı hali alıyor.
Çocuğuna yeterli eğitimi sağlayamayan ebeveynin birbirini suçlamalarından tutunda temel ihtiyaçları karşıyamamış olmanın verdiği ruhsal çöküntü en çok eşlerde birbirine yansıyan oluyor.
Fiziksel şiiddetin yanında psikolojik şiddette bariz ve en etkin şekilde rol almaya başlıyor.
Sonrası tahammülsüz, birbirine saygısı, sevgisi olmayan insanlar toplumda önce kendi huzurlarını sonra başkalarının huzurlarını kaçıran baş rol oyuncusu olup çıkıyorlar.Evinde huzursuz, dışarda huzursuz, işinde huzursuz, geçimsiz...Bir de bunlara birinci dereceden ailedeki çocukları eklersek ki pazılın en tehlikeli parçasını bu bölüm oluşturmakta çünkü ilerde ebeveyn olduklarında sevgisiz bir ortamda büyümüş olmanın getirdiği psikolojik eziklikle sağlıklı bireyler yetiştirememekteler.Hatta daha da kötüsü birey yetiştirecek düzeye bile erişememekte çoğunluğu.
Bu konu o kadar derin ve önemli ki...dediğim gibi birinci derecede alt basamak milli ekonominin kişi başına düşen gelir seviyesinin yüksekliği birincil nedendir derim ben düzelmesi için.
Her zaman maddiyatın ikincil nedenlerden tutuyor olsak da toplum gerçekleri malesef artık sevginin, saygının, tahammülün bile gereği olarak onu en öncül neden olarak önümüze sermekte.
Her yönüyle mükemmel bir yazıydı.Ben de kendimi tutamadım kusura bakmayın ne olur. Bu durumdan mesleki anlamda en çok şikayetçi olan biri olarak ben de içimi dökmüş oldum :))
İnanın insanlar ya ölüyorlar, ya da boşanıyorlar yok böyle birşey yok...olamaz.O kadar çoğaldı ki anlatılır gibi değil...
Yine de herkesin gelip şu güzelim yazıyı okuyup daha bilinçli, daha duyarlı bir bakışla sabrın, tahammülün hepsinden önemlisi sevginin önemini kavramasını çok isterdim.
Teşekkürler Asran Hanım bu değerli paylaşım için.Selam ve en içten sevgimle.
asran
Teşekkür ediyorum ilginiz için, yazılanları bütünlemesi açısından çok da güzel bir paylaşım olmuş yorumunuz. Ortak paydalarda birleşen tek tek ve uzak bireyler olsak da sanırım olan bitenin farkındalığı içerisinde olan pek çok insanız. Bu noktadaysak da elbet bir hal çaresi bulabiliriz yaşadığımız bu sıkıntıya.
Selam ve sevgimi kabul edin lütfen.
İnsan mutluluğun gerçek manasını bilenlerle sohbet etmeli. Siz bu anlamda çok önemli bir yazarsınız. Çünkü sizin çalışmalarınız mutluluğun aslında bir rüya ya da ütopya olmadığını gösteriyor insanlara. Bunu sohbet tadında ve etkileyici bir üslupla aktarıyorsunuz. Sizi okumak hem keyif hem yararlı. Kısa zamanda geniş kitlelere ulaşmalı bu pozitif kalem:)
Sevgilerimle.
asran
Estağfurullah Aynur hanımcığım, insan sevginiz ağır basıyor yazılanları okurken. Gönlünüz daim bunca geniş olsun dilerim, hayatınız boyunca.
Selam, sevgim ve duamla...
Değerli yazarım...
Eskiler " gençler düşünebilseydi, yaşlılar yapabilseydi " demişler. Maalesef bazı düşünceler ancak belirli yaşlarda oturuyor insanda. Gençliğin getirdiği acelecilik ve bana hiç bir şey olmaz düşüncesi daha sonraki yıllarda daha olgun düşüncelere ve ağırbaşlılığa bırakıyor yerini.
Şiddetli geçimsizlik adı altında incir çekirdeğini doldurmayan gerekçelerle mahkeme kapılarının yolunu tutanların sayısı Serhat hocamızın dediği gibi hiçte azımsanmayacak türden maalesef. Eskiden " bir lokma, bir hırka " felsefesine güler geçer ve kanaat etmez olmuş şimdiki gençlerimiz. Bizler evlendiğimizde en temel ihtiyaçlarımız dışında öyle çok eksiğimiz vardı ki. Lakin saygıyı koymuyorduk sofralarımıza yemek yerine.
Yazınız naçizane şu şarkıyı getirdi aklıma " Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler "
Saygıyla...
asran
Aynı temiz dünyayı özleyebilen pekçoklardan biri olduğumu bilmek sevindirdi beni. Bize yaşatılan mutluluğu bizde de yaşayabilen çocuklarımız olur inşaallah o halde.
Teşekkür ediyorum, selam ve saygımla...
eskiden maddi sıkıntıları çoktu çocukların
ama umutları hayalleri vardı
anımsıyorum da bayram sabahalrı giyilecek elbise ve ayakkabı için sabaha dek göz yumulmazdı
şimdi çocukların "herşeyi" var ellerinin altında
lakin herkes kendinden başlayarak herkese yabancı
güzeldi yazı
tebrikler
asran
Çok doğru bir tespit olmuş : "lakin herkes kendinden başlayarak herkese yabancı"
Demek ki bu noktadan başlayarak önce kendimizi tanımayı sevmeyi ardından da insanlarımızı tanıyıp uzlaşmayı öğrenmeliyiz.
Teşekkür ediyorum.
Selam ve saygımla...
ne güzel geldi güne sizine başlamak. normalde yazıları okuyan ama genelde değerlendirmeyen biri olarak sırrını iyi bildiğim siz gibi bir kaç kişinin bildirimlerini heyecanla bekliyorum.
ve o kadar açık ve alçak gönüllü yalın bir diliniz var ki; cezbediyor insanı sadeliği makyaja gerek duymayan doğallığı ve cümlelerdeki ahenk...
konu o kadar güncel ki artık boşanmamış olmak bile neredeyse bekarlıkla yarışır vaziyette!
bende kızımın okulunun rehberlik öğretmeninin bir araştırma sonunucu duyunca şok olmuştum.
dediğine göre ayrılmış ya da ayrılmak üzere olan ebeveyn sayısı tam yüzde 71 ! korkunç bir rakam bu . inanmadığımı abartılmış olduğunu vermiş olmalıyım ki mimiklerimle bana dosyayı göstermişti.
bu kadar tahammülsüzlüğe nedir sebep? e gelince altı o kadar doku ki. maddi yetersizlikten ruhani doyumsuzluklara kadar bir yığın şey. ve çoğu dönüp dolaşıp işte şiddetli geçimsizliğe sığınıyor.
oysa örf ve ananelerimiz ve örneklerini sunan, babaannelerimiz anneannelerimizden hangisi bizde çok daha iyi şartlarda bir hayat sürmüştür? buna cevap binde bile değil milyonda bir ancaktır herhalde...
o halde hayat şartlarının en üst düzeyde olduğu şimdide neden bu halde insanlar.tüm teknolojik imkanları kullanırken. bunun altını yine binlerce madde doldurabilir. kişiler.
fakat benim tespitim ve inancım ''tahammülsüzlük'' ve ''sabır'' eksikliği.
dahası bir beklenti uyuşmazlığı hayatla! hani ''beklentisi az olanın üzüntüsü de az olur'' misali.
aklıma gelen bir örnek var; evindeki nüfus sayısı 17 olduğu halde Peygamber efendimizin evinde tam tamına 3 ay hiç yemek pişmemiş! ve bir kerede bundan şikayet etmemiş!
sanırım bu durumda olan biri yok gibidir o ayrılanları maddiyata dayayanlar içerisinde!
bence hayatı anlamanın yolu insanı tanımakla başlar. ve bunda ne kadar başarılı olur ve bunu hazmederse o kadar kısaltır yolu.
ve sabah sabah bu kadar gevezelik yeter sanırım.
düşündüren konuşturan yazınız için teşekkürler...
asran
Tedbir almamız gereken bir mevzu ve çok haklısınız tahammülümüz oldukça daralmış.
Düğünlere bakıyorum Serhat bey, onca para dökülerek alınan gelinliklerin verdiği mesaj bana yalnızca şu: Her genç kız kendini İngiltere hanedanına gelin gittiğini zannediyor anladığım kadarıyla. :(
Tevazu anahtar kelime bana kalırsa :( Tevazuyla büyütmeliyiz çocuklarımızı. Sizin de işaret ettiğiniz gibi tevazusu olan "beklentisi az olanın üzüntüsü de az olur" noktasını yakalayabilir ancak.
Teşekkür ediyorum ilginize, fikren yakınlık gösteren düşün insanlarıyla yaşamak ayrı bir keyif.
Selam ve sevgiyle...
Keşke hayatımı 40 yaşımdaki kadar aklı başımda olarak yaşayabilse idim!”.
Bu günlerde çocukların en büyük lüksü bu belki de! Yazık! Daha iyi bir neslin aile huzurunda yetişeceğini kaçırmışız, birkaç dil öğreten kolejlerin taksitlerini düşünürken!
Tam yerinde tespitler. Çok güzel bir yazıydı. Selam ve saygılarımla....
asran
Özlemiştim sesinizi, selamlar Halit Bey.
Selam ve sevgimle...