mutsuzluk senfonisi
Zaman benden uzakta, boşluğa bakarken gözlerim, fikirlerim artık fütursuzca vazgeçiyor yapılan planlardan, kurulan hayallerden. Hayat bir oyun, biliyorum elbette. Peki neden kaybetmeye doğru koşar insan? Aşkı kaybetmek, sevinçleri kaybetmek, acıları kaybetmek, dostlukları, mutlulukları, gülümsenen en ufak anı bile, hayatı kaybetmek... Vazgeçmenin damağımda bıraktığı kekremsi tadın bile bir karakteri varken, yaşanmış onca güzellikten sonra hissizleşmekte neyin nesi?
Bazıları bunun adına depresyon diyor. Bence mutsuzluk senfonisi. Kafamda senkronize şekilde hareket eden bir yığın umutsuzluk, göğsümü delercesine baskı yapan o ruhsuz sancı, sürekli şekilde alınmaya, kırılmaya ve üzülmeye odaklanmış beyin hücrelerim ve tabi ki bunlara ayrı ayrı kulak veren kalbim. Küçük, acılı ve dramatik bir operet. Tüm bu şaşalı gösteriyi locadan seyretme şerefine nail olan ise yine benim. Oysa ne çok isterdim sokaklarda hayata karışmayı, mutluluktan uçuşmayı, sere serpe güneşe doğru koşmayı. Buhran denen şey acıları bile avamlaştırmayacak kadar kibirli. Ne sükseli bir bunalım ama! Her şey birinci sınıf. Kristal bardaklardan içilen zehir zemberek hayal kırıklıklarım var mesela. Sonra gümüş tepsilerde sunulan pişmanlıklarım. Sahnede duran benim. Oynayan benim. İzleyen mi? O da benim. Çok sesli, tek kişili bir şano benimkisi. Bir türlü halka arz edemediğim başarısız bir oyun. Gelip geçenler, geçerken bakanlar, uzun süre kalanlar var elbet. Fakat perdeler indiğinde, ışıklar söndüğünde sahnede yalnızım, locada yalnızım.
Bedenimin nerede olduğu umrumda değildir çoğu zaman. Ruhum boşlukta sallanırken ellerim gül koklasın ne fayda! Werther’in acılarını biriktiriyorum birer ikişer. Pul koleksiyoncusu da kimmiş, benim deste deste keşkelerimin yanında.
Bir sevgili hayal ediyorum bazı zamanlar. Elimin ucundan yüreğime kadar onla dolu olayım. Ağız dolusu gülmek, gülerken gülüşünü görmek ve nefesinin sesini duyarken dahi onu özlemek Fakat günümüzün duygusuz ve gürültülü aşklarından bahsetmedim hiç, yanlış anlaşılmasın. Yokken bile varlığı tenimi ısıtan, elimi tutmadan kalbime dokunan bir gönüldaş benimkisi. Ne demiş şair " gül yaprağını tutar gibi sevdim seni" işte böylesine duygulu bir aşk hasretle beklediğim.
Hayallerimin arasına saklanmışken bir el tutar yakamdan ve o çekilmez halime getirir beni. Ne bed bir tavrım var böyle. Giydiğim hiç bir gülücük yakışmaz olmuş suratıma.
Haydi bakalım, çıksın tüm maskelerim karşımdaki şanoya.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.