- 782 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Eksik Prens ve Yedi Cüceler
Bir varmış...bir yokmuş...Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin besigini tIngIr mIngIr sallar iken, çok uzak diyarların birinde bir prens yaşarmış. Aklına her eseni yapan bu prens; yedi cücesiyle beraber, kaf dağının tam tepesinde altın yaldızlarla bezenmiş bir şatoda yaşarmış. Şatonun dört bir yanı mermerlerle süslü, etrafı gümüş duvarlarla örülüymüş. Prensin yedi cücesi de yağmur çamur, hastalık sağlık, gece gündüz demez prenslerine hizmet ederlermiş. Aslında herbiri; kafası karışmış bir perinin prensin doğumuyla beraber ona hediye ettiği sihirli bir deynekle büyülenmiş elmadan yiyen genç kızlarmış. Somurtgan; iki aristokratın çok bilmiş bencil kızları, Arsız; çevre krallıklarda nam salmış bir han şarkıcısı, Bilge; ormanda yolunu kaybetmiş bir prenses, Hapşırık; hastalık hastası bir peri yavrusu, Kırılgan; ürkek bir hizmetçi, Uykucu; ufak yaşlarda evden kaçmış bir dilenci, Yapışkan; dans ederek para kazanan bir akrobatmış...Prens, bütün cüceleriyle beraber mutlu mesut yaşadığı şatosunda çok rahatmış. Fakat mutluluğuna gölge düşüren, onu içten içe kemiren, büyük yalnızlıklara sürükleyen eksik bir yanı varmış. Bu derde yıllarca çare aramışsa da bir türlü derman bulamazmış. Prens; hiçbir aynada kendi yansımasını göremez, bir türlü neye benzediğini bilemezmiş. Bu; doğumunda ona deyneği hediye eden perinin can düşmanı bir cadı tarafından yapılan, kuvvetli bir lanetmiş. Cadı, bir gece ansızın beşiğinde yatan prensi kucaklayıp, pencereden yansıyan dolunaya doğru kaldırarak bu büyüyü yapmış ve ‘Ey eksik prens, bundan böyle seni yeryüzünde sadece ve sadece aptal olanlar görebilecek, zekiler suretinden habersiz kalacak’ demiş. O günden sonrada, prensin krallığında onu görebilen tek bir kişiye bile rastlanmamış. Şüphesiz hepsi çok zekilermiş...
Kendi krallığındaki aynalar tükenince, eksik prens; dört bir yana haber salıp, yansımasını görebileceği bir aynayı ona getirene, cücelerinden birini ödül olarak vereceğini yedi düvele duyurmuş. Aradan haftalar, aylar geçmiş...Prensin beklediği ayna bir türlü bulunamamış. Fakat bir gün, çok uzaklardaki batık karallıktan gelen bir sihirbaz prensin huzuruna getirilmiş. Sihirbaz, yanında getirdiği büyülü aynayı prense taktim etmiş. Eksik prens, büyük bir merak ve umutsuzlukla sihirli aynanın karşısına geçip perdesini kaldırdırdıktan sonra nihayet aynaya bakmış. Aman Tanrım! Birde ne görsün...Yansımasında yeşil, ıslak, kırık sesli bir kurbağa duruyormuş...Krallıktaki herkes sus pus olmuş sihirbaz ile prensi seyrede dursun, kalabalığın arasından Bilge cücenin sesi duyulmuş; ‘ PRENS KURBAĞA!’
Bütün bu olanlardan sonra, şatonun içinde kuvvetli bir uğultu hasıl olmuş. Kurbağa prens öfkeli gözlerini Bilge cüceye dikerek deyneğini hışımla savurup, ‘Ey sihirbaz!...Bilge cüce senindir...Ama bilesinki, bana bu halimin bir çaresini bulursan dile benden ne dilersen!’ Sihirbaz başını öne eğerek konuşmaya başlamış; ‘Prensim bana deyneğinizi bir kere kullanma lütfunu bahşederseniz size bu derdin dermanını bulurum. Asıl yansımanızı aynada gösterir krallığınızı ve sizi bu dertten kurtarırım’ demiş. Prens uzun uzun düşündükten sonra, bu işe bir hal çare bulması gerektiğine karar verip sihirbaza dönmüş, ‘Deynek bir vuruş için emrindedir sihirbaz!’
Sihirbaz, meraklı ve ürkek bakışlar arasında, deyneği cücesine doğrultup ‘Azad edildin ey Bilge’ demiş ve şaşkın haykırışlar arasında devam etmiş ‘Prensim, bu lanetin tek bir çaresi vardır. Gerçek bir prensesin yanağınıza konduracağı içten bir öpücük!’ Bütün bu olanlar karşısında nutku tutulan eksik prens, uzun uzun sihirbazın emrine verdiği Bilge cüceye bakmış...Bilge cüce gözlerini yere indirerek ‘Prensim...Sizi tek bir şartla öperim...KralIiginizdan vazgecip, diğer cüceleri de alarak benimle beraber ormana döneceksiniz..’ demiş. Eksik prens bu teklifi çaresiz kabul etmiş ve prensesin öpücüğüyle sihirbazın da şaşkın bakışları arasında göğsü ak bir zırhla kaplı, mağrur bir cüceye dönüşmüş.
Prenses yedi cücesini de alarak kaybolduğu ormana doğru yola çıkmış...
Dönüş yoluna serptiği defne yapraklarını takip ederek bal, kaymak ve akide şekerlerinden yapılmış ve pamuk helvalarla süslü kulübesini bulup beyaz atlı prensini beklemeye koyulmuş...
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Gökten üç elma düşmüş...
Biri bu masalı anlatanın,
Biri dinleyenin,
Biri de yazdıranın başına...