- 953 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Düğmeler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çemberin merkezinden uzak... Bardağın boş tarafı... Evlerin ufak odaları... Kalemin yazamadığı kelamlar... Göğün yırtıldığı an... Kimsesizlik... Nahoş...
Sulhi... Sulhi için kaybetmek kazanmaktan mühimdir. Otuzlu yaşlarında, boylu poslu, annesi şiir, babası masal, kardeşi günce Sulhi. Kendisi yarım yamalak bir roman Sulhi... Ona göre kaybetmek; cayılmaz bir erdem. Kaybetmek ve sonrası, kazanmak ve sonrasından fazlasını verir insana.
"Hayat kaybetmeyi öğrenme sanatıdır."
Ahmet Ümit’in bir kitabında okumuştu Sulhi. O gün anlamıştı, başarılı bir sanatçı olduğunu.
Sabah 07:30
Sulhi ha uyandı ha uyanacak. Uyanıyor... Uyandı. Biraz uyanmasından bahsedelim onun. Sulhicik gece boyunca birkaç yüz defa uyanır. Aklından Aztekler geçer, Maya takvimini koparır. Uyanır, Müzeyyen Abla yanındadır: "Benzemez kimse sana." , benzemez tabii. Yine uyanır; sayıklar: "Ne olacak lan bu Beşiktaş’ın hali." ve bilmem kaçıncı kez uyanır: "Kan var bütün kelimelerin altında." , Cemal Usta, "Kan var Sulhi’nin tüm gecelerinin altında, kan ki gölgesiyle örtmeye çalışır kırmızıyı Sulhi."
Nihayetinde, gece boyu ani uyanma krizlerine giren kendisi değilmiş gibi, rahatça, sessiz sakin uyanır Sulhi Efendi. Göz kapakları aralanır, etrafı seyre başlar bir çift zeytin siyahı göz. Yıllarca seyreyler etrafı, hayat Sulhi için, pencere ardından izlenmesi gereken bir kıyamettir. Ne ortasına düşmeli, ne tamamen kopmalı... Ölümü andırmayan bir intihar haleti ruhiyesi. Avlanamayan düş avcılığı... Sulhi hep bu nedenlerle, örneğin bir çay bahçesine gittiğinde en dıştaki masayı seçer oturmak için. Ardından, bir çift zeytin çekirdeğine bürünen gözleriyle etrafı seyre dalar. Yıllarca...
Ama yok... Sulhi’nin gece trenlerine binmeleri, plansız seyahatleri, kendinden caymaları, iklim değişikleri; hepsi aslında terk edilmekten. Basit; iki artı iki beş eder. Zira istemese de Sulhi tüm işlemlerin içindedir: ’ Bir gece habersiz gidebilirim.’ deyip giden insanlar. Tuhaftır ki Sulhi’den gelip gidenler hep geceyi seçtiler. Annesi bir gece vakti diyar değiştirdi. Babası, gece bekçisi olan babası, bir gece işten eve dönmedi. Aşk, kapıyı çarpıp çıktı gecenin bir yarısı. Kardeşi kaldı, Sulhi kaldı... Doğrusu Sulhi’de kalmadı. Tedavülden kalktı. Boşuna beklemeyin gelmez. İnsan bu kadar terk edilirse, parçasını bulamazsınız. Hayır, kalmadı Sulhi.
Trajedi herkese bahşedilen yarım ısırıklı bir günahtır. Sulhi’nin trajedisi ise ’yalnızlık’ dürtüsüydü. Oysa yalnızlık, olsa olsa komedi olurdu. Bakınız Moliyer Sulhi hakkında ne demiş; ’Yalnız kalmak ya da kalmamak işte bütün mesele bu...’ (alıntı ’Yalnızlık Budalası’) Ah Sulhi hata sende biraz da, insan her yalnız kaldığında edebi naralar atar mı? Tıpkı ayna karşısında söylediğin; ’Apansız yalnız Sulhi.’ naraları şeklinde.
Neyse biz asıl anlatımıza dönelim. Tasvir bolluğundan, kelime israfından kaçınmak gerek. Kaçınalım... Edebiyattan uzaklaşalım, sanki yaklaşmışız gibi. Hadise, püf noktası, ana metin şu; ne kadar inanırsanız artık. Ben inandım, inandım ki yazıyorum. Siz de inanmaya hazırsınız ki okuyorsunuz.
Sulhi bir akşam, şiirlerden dünyaya dönmek için otobüs durağında beklemektedir. Elbette şiirler ile dünya arasında da bir otobüs hattı mevcut.
Sulhi dalmış beklerken, karanlıktan aydınlığa bir kadın vuku bulur. Kadın, Sulhi’nin okuduğu en iyi kitaptan bir alıntıdır sanki. Ellerinde çeşit çeşit düğmeler vardır kadının. Dünyanın düğüm, dünyanın düğme düzeni. Kader; (öhöm şöyle cakalı bir cümle) dünyadaki düğmelerin ilmiğindedir. Düğmelerle iki insan pekala iliklenip çözülebilir.
Sulhi kadının farkına varınca, Sulhi düğmelerin farkına varınca, velhasıl Sulhi herhangi bir şeyin farkına varınca...
Kadının ellerinden kayar düğmeler, asfaltla buluşurlar. Gecedir, Sulhi edebiyatı terk eder. Gecedir, Sulhi kendini terk eder, neden hep gecedir?
Hali hazırda Sulhi kardeşiyle Istanbul’un meçhul sokaklarının birinde oturur. Kırklı yaşlarının ortalarında bir tuhafiyecide işe başlayıp, düğme eşeleyeli çok olmuştur.
YORUMLAR
Ne denli mutlu oldum anlatamam...
Sevgili Metin hoşgeldin
ve ne iyi ettinde geldin bu güzel yazıyla...
Metin Çalışkan
Baştan beri inandığım bir şey var; öykü bambaşka bir dil, başka bir ülkedir. Şiir gelenekle beslenir ama geleneği yıktığı orantıda şiirdir.
Ya öykü…
Gelenek ve gerçek, tüm törel ve özel değerler birbirine sırıtmadan metnin içine yerleştirilir yazar tarafından. Ki bazen bunu yaparken yazar bile fark etmez bize nasıl dokunduğunu. Alt metinleri iyi okumak gerek derim. Her zaman iyi okumak..
Öykünün dilini sevdim; yaşamsöylen bir dil. Bana bir inançtan doğan ve ondan çıkarılabilecek bütün gizil neden ve sonuçları göstermeye, özümsetmeye çalıştı.
Şairin iç çağrısını duydum ve olabilmenin ağrısını hissettim. Tebrik ederim.
Sulh(i)'nin sahip olduğu gözlerin zeytin siyahı olması tesadüf müdür? (!)
Yazar zeki, hem öyle zeki ki, o kadar derine bizi indirip, o derinlerde biz boğuşurken ve o kaybetmişlikte biz de kendimizi kaybetmişken,Sulhi'nin bir tuhafiyecide işe başladığını söyleyip, bize sanki gülüyor.Bildim hayatın taktiği bu!
Saygılar, ne güzeldi,kutlarım..
Sulhi
önce kendine (u)yan
çığlıklarını (d)uyuyor musun?
k-aralanan bir dünyada
sıvası dökülmüş hayatlardan biri belki de
teşekkürler
saygıyla...
Metin Çalışkan
okudum inandim.
inandim okudum.
devam etsin istedim.
cok cok begendim.
basarilarin daim olsun guzel kardesim.
tebrik ederim.
Metin Çalışkan
Feyza Can
ben tesekkur ederim asil yazdigin icin.
esenlikler Metin.