- 1404 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
uzayınca kendimden kesilebilsem ..
Bu kadar nehir varlığını arzularken ben her gün ağız dolusu sen akıyorum
Çıkıp kendi üstümün başına düştüm kaldırımlara, anımsayamadığım sebepli sebepsiz aldanışlarımla üstelik. Yol özürlü kul zarifi devrilen duygunun zihin yırtığına saklı cümleler yırtığına aşikâr bir dille secde ediyorken kulak ve boyun arası tanrısal bir titremenin paçalarına saklanıyordum. Üstünü bir kaç adımda düşürmüş bir zamanın teninde yürüyordu tanrının öteki kulu ya da ben öyle bilmekle meşguldüm sonra birden ardımı ardına sürdüm. Avuçlarımın çukurunda tırnaklarıyla çiğnenmiş hikâyesini üzdüm tanrımın. Kaç defa lokmaladım sorularımı yutkunamadım bilmiyorum. Tenimin dudaklarında toplu haliyle akıp giden yabancı hırsım ve bir de pulunda salya küfü zarfımı alıp adındaki hıncıma durdum. Sonra bir bir çağırdım mahremin gözlerine hizalar kırkına uzanıp mesafeleri yüzlerindeki ezikliğin kokusuyla savuştururken duraksadım. Dilimin tenhasında kaç defa sulandım, keşke susaydım ucunda zamanın dedim, ıslığının da dişlek bir tanrıyı yitirdim taşına bulaşan tadını unutarak sonra zihnim ayaklarımı giyindi özrü üstüne verilen sözün hakkına fikrime yaslanmayan kusuruma sırt verip aksayan mevsimleri geçip ruhumu topuklarıma gizledim. zemin ağırlığıyla basılı topuklarım sancırken kendine fikrin amaçsızlığına yürüdüm ve yürüyordum gülen şehir tın duygusundayken tanrısı eksik soytarılar sezdim biraz daha ezdim bağrında büyümediğim şehri. Yüzü gözü kırpılmış dizlerimin örtüsüne savururken bedenimi kopuk kirpiklerimi düşürdüm sokağa. Zihin atlasından inmeden kırbaçlanan fikrim ak sağanıyla yasta kendini kendine unutturun topuk ağrısı emrinde yolcu olmaya başladım ve artık sorgulamıyordum geçtiğim geciktiğim güzergâhları. Parmaklarımı büküp üstündeki derisini ısırıp çukuruna salıverdim. Ardında bıraktığı seyrek rüzgârı dolduruyorken ciğerime sinsi bir üşüme olup zarif, ince biraz da sakin ama derin bir sıyrıkla öpüp öldürüyordu iblislerimi. Adım adım yol beslerken, bitiyor, bitiriliyordum. Sözümün yol başlarına saklanıp dişlerime süzülen boğazı kesik bir bağırış peyda oluyordu bir den sol ve ya sağ diye hüküm bekliyordu gözümün ferini fes ederek sonra damağını kazıp yükünü soluma atıyordu sağım boşaltmak için içinin içini koşturuyordu bir yandan. Ama telaşın yolu bitiyordu. Basılacak zemin dur diyordu bana. Bir süre dur yabancı. ağlak adımlarını çek tenimden ve düşüncesinde kararlı olduğu ihtimalini sezerken biz aldanmıyoruz ve kendi tenime eziyetim devam etsin diyorum zihin hevesinden alı koyunca kendini sıyrılıyor bütün yavru iblisler tırnaklarımdan ve artık ardın gözükmüyor üstelik bir dediğim bir dediğime zulüm ediyor ve ağrısına mecburi bir dönüş başlıyor. Elimde elde edemediğim bir ben bir de sen ile kuşkulanıyoruz ve aşk neydi diyorsun içimin küçüğüne sesim hırpalayıp fikrimi şehre yağan her yağmur aşk dedirtiyor ve zihnimi tırnağıma giydirip topluyorum ve biliyorum kırıntılarında sen varsın her yağmurun. Sonra güneş geliyor başucuma üstünü açık bıraktığım şuuruma hatları içinden çekilmiş yarım bir yaprağın zemindeki eğimine özenip kuruyup kalıyorum sen gidiyorsun bu yol başaramadan bitiriliyor bu kadar karar sızısı gezinirken insani hükümler arasında onca gülücükten birinde yaşıyorum. Şimdi kendimi anlata bildiğim yerdeyim ama anlamsızlığım kolumda ve sırıtıyor. her şeyi unutarak tekrar tekrar başladığım bu yolun binlercesinde aynı koku var bir de yokluk giyinen yaşamlar var. Ruhumla gezinen yaşamın sürekliliği sürdürürken soluğunu kuşkusuz ve korkusuz gelip yüzümde barınmaya çalışıyor sonra var ile yok ikiye bölüp kendini burun kıllarımla uzayıp bıyıklarıma karışıyor yüz kılıfımı alıp ellerime kırıştırıp kırıştırıp kesilesim var diyorum kendimden. üstelik yaşam çekişen yokluğu sefilleşen yanımdan..
şimo
sinan şeker