MAŞUK/14.BÖLÜM
ELİF’İN HİKAYESİ
Gece dört gibi uyandım. Ağzım dilim sanki birbirine yapışmıştı. Bornozla yattığım için üşümüştüm ve vücudum kaskatı kesilmişti. El yordamıyla elektrik düğmesini bulup ışıkları açtım. Üzerime bir şeyler giyindim. Mutfağa gidip bir bardak su içtim. Başım ağrıyordu. Ama baş ağrısı düşüncelerin beynime hücum etmesine engel olmamıştı. Salona geçip televizyonu açtım. Bu saatte doğru düzgün bir şey olmayacağını biliyordum. Kanalları dolaşırken güzel eski bir Amerikan filmine denk geldim. Kadının duru güzelliğine hayran olmamak mümkün değildi. Sürekli başına bir şeyler geliyordu kadının. Ama o yılmıyor bütün sorunların üstesinden geliyordu. Ve bütün filmler gibi mutlu sonla bitiyordu. ‘’Benim de mutlu sonum olacak mı?’’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Sabah oluyordu. Ortalık aydınlanmak üzereydi. Kalktım kahve suyu koydum kendime. Dale Carnegie’nin ‘’Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak’’ kitabını elime aldım. Kendime bir çıkış noktası bulmaya, en azından umutlanmaya çalışıyordum. Daha önce okuduğumda ‘’uyuyamıyorsanız kalkın uykunuz gelene kadar kitap okuyun.’’ önerisinde bulunuyordu. Şu an en çok ihtiyacım olan kitap yine bu kitaptı sanırım. Rast gele açıp okumaya başladım. Kendimi kitaba verdikçe düşüncelerimin dağıldığını ve beni rahatsız etmediklerini gördüm. Gözlerim tekrar kapanmaya başladığında gidip yatağıma uzandım. Uyandığımda saat 10’a geliyordu. Kaç gündür bürom kapalıydı. Bitirilmesi gereken işler vardı. Kızgın müşterilerimi düşününce, bir kez daha bu dünyadan kaybolmak istedim. Birkaç gün önce bir öfke nöbetinin ortasında sekreterimi de kovmuştum. Sarhoşluğun etkisini gidermek için tekrar ılık bir duş aldım, üzerimi giyinip çıktım. İş yerimin yakınındaki bir börekçiden poğaça aldım. Büroma gittim. Telesekretere bir sürü mesaj bırakılmıştı. Kaç gündür cep telefonum da kapalıydı. Acil olan birkaç müşteriye geri döndüm. ‘’Sağlık sorunum olduğu için arayamadığımı ama en kısa zamanda işlerini bitireceğimi, kendilerini yine arayacağımı söyledim.’’ Defalarca özür diledim.
Dünkü kartı çantamdan çıkarıp aramaya karar verdim. Ucunda ölüm yoktu ya! Gayet kibar karşıladı beni. Dünden sonra unuttuğunu sanıyordum ama beni hemen hatırladı. İyi olup olmadığımı sordu. İyi olmaya çalıştığımı söyledim. ‘’Müsaitsem, beni beklediğini!’’ söyledi. Fazla gecikmeden önce vapurla karşıya geçtim, oradan bir taksiye atlayıp önce avukatımın yanına uğradım. Dosyamdaki evrakların birer fotokopisini aldım. Tekrar bir taksiye atlayıp karttaki adrese gittim. Kapıdaki görevliye adım verilmişti. Birkaç dakika sonra Kerem Bey’in asistanı girişe geldi, odasına kadar refakat etti. ‘’Hoş geldiniz Elif Hanım!’’ dedi gülümseyerek. Garip bir hüzün saklıydı gülümsemesinin ardında. Kalbinin büyük bir acıya dayanmaya çalıştığı belliydi. ‘’Hoş bulduk Kerem Bey! Sizi rahatsız ettim. Ama samimiyetinizden de cesaret alarak aramaya karar verdim. İnşallah sıkıntı vermem!’’ diye özür diler gibi konuştum. Kaşlarını çatarak; ‘’Sıkıntı verdiğinizi düşünürseniz üzersiniz beni. Eğer bir yardımımız olursa bundan mutluluk duyarız. Hem bizler meslektaşız. İkimizin işi de inşaat. Kim bilir bakarsınız bu sayede beraber çalışırız. Meslektaşımızı sıkıntısından kurtarmak bizim için onurdur. Şimdi rahat olun ve ne içersiniz onu söyleyin!’’ dedi. İnsanı rahatlatan, sanki bütün sorunların üstesinden geleceğinize inandıran bir samimiyeti vardı. ‘’Kahve!’’ dedim. ‘’Türk mü Avrupa mı?’’ diye sordu. Gülümseyerek; ‘’Neskafe; sütsüz ve şekersiz!’’ dedim. Sekreterine iki tane kahve söyledi. Arkasından avukatı beyi çağırdı. Birkaç dakika sonra avukat bey selam vererek içeri girdi. Ellili yaşlarındaydı. Orta boylu, şişmanca ve çok babacan gözüküyordu. Sürekli terleyen ve elinde mendille gezen insanlardandı. Bizleri tanıştırdı. ‘’Avukat Erhan Bey. Kendisi şirketimizin en eski ve en iyi avukatıdır. Bir çalışandan çok bizim ailemizin bir parçasıdır kendisi.’’ dedi. Söylenenlerden utanmış olan yaşlı adam; ‘’Estağfurullah! O sizin teveccühünüz Kerem Bey. Ben sadece işimi elimden geldiğince iyi yapmaya çalışıyorum. Sağ olun sizler de benim ailemsiniz. ’’ dedi. ‘’Babamın size bu kadar güvenmesi boşa değil Erhan Bey. Şimdi bu hanım da size bahsettiğim Elif Hanım.’’ dedi eliyle beni gösterirken. Ayağa kalkıp elimi uzattım. ‘’Tanıştığımıza memnun oldum Erhan Bey.’’ dedim. ‘’İsterseniz Elif Hanım başından geçenleri size anlatsın. Sonra nasıl yardımcı oluruz konuşuruz.’’ dedi bir toplantıyı yöneten moderatör gibi. Lafı çok uzatmadan bütün olanları ve detayları anlattım. Elimdeki evrakları kendisine teslim ettim. İzin isteyip yanımızdan ayrıldı. Erhan Bey odadan ayrılınca biz de sohbet etmeye başladık. ‘’Dün sizin de bir sıkıntınız olduğunu söylemiştiniz. Güzin Ablalık etme sırası bende. Hadi anlatın bakalım.’’ dedim kısa bir sohbetten sonra. Bir bulut gelip yerleşti gözlerine. ‘’Önce sizin derdinize bir çözüm bulalım da sonra benimkine bakarız. Hem benim sorunumun çözümü kolay. Zor olan benim karar vermem.’’ dedi. ‘’Olsun! Mızıkçılık yok! Dün dediğiniz gibi bana anlatın, anlatırken çözümü kendiniz bulacaksınız. Bakarsınız karar vermenizde bir katkım olur.’’ diye ısrar ettim. O zaman gömleğinin cebinden bir mektup çıkardı. Bana uzattı. Defalarca okunduğu, okunurken ağladığı mürekkebi dağılmış kelimelerden belliydi. Okuyup okumamakta kararsız kaldım. ‘’Lütfen okuyabilirsiniz! O zaman ne demek istediğimi ve karar vermenin ne kadar zor olduğunu göreceksiniz!’’ dedi. Okudukça yüzümün şeklinin değiştiğini biliyordum. İstemsiz olarak gözyaşlarım akmaya başladı. Nasıl bir aşktı bu! Ve nasıl bir sadakatti? Gözlerimi ellerimle kurulayıp gülümsemeye çalıştım. ‘’İşiniz gerçekten çok zormuş!’’ diyebildim konuşabildiğim bütün sesimle. ‘’Ama eminim en doğru kararı vereceksiniz. Sakin sakin düşünmeye ihtiyacınız var sadece.’’ diyebildim yine zar zor. ‘’Bana biraz müsaade edin. Problemimi çözebilir kafamı rahatlatırsam bu konuda ben de size yardımcı olmaya çalışacağım.’’ dedim.
Sözümü bitirmemiştim ki Erhan Bey içeri girdi. ‘’Maalesef bütün sonuçların aleyhime olduğunu ve bu paraları ödemekten başka bir yolumun olmadığını.’’ söyledi. Son umudum da sulara gömülmüştü. Her şey için teşekkür ettim. Erhan Bey’e çıkabileceğini söyledikten sonra bana dönüp; ‘’ Dilerseniz bu parayı biz size borç verelim. Çalışır eliniz rahatladığında ödersiniz, hatta bazı işlerde beraber çalışır ortak projelere imza atarız. Bu mesleği ne kadar çok sevdiğinizi gözlerinizde görebiliyorum. Siz de mesleğine âşık insanların bakışları var.’’ dedi. ‘’Güzel sözleriniz için teşekkür ediyorum. Haklısınız bu mesleği isteyerek seçtim ve isteyerek de yapıyorum. Sadece ekmek paramı kazanacağım bir iş değil bu. Her proje çizdiğimde yeni bir şeyler üretiyor, dünyaya mimarlık hanesinde adımın yazdığı eserler bırakıyorum. Bir gün, dünya harikası sayılacak bir projeye imza atmayı çok istiyorum. Teklifinize gelince çok teşekkür ediyorum. Ama bunu kabul etmem mümkün değil. Bir şekilde çözüm bulmaya çalışacağım. Sizi tanımaktan onur duydum. Başınızı çevirip gitmediğiniz ve ilgilendiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Bu zaman da sizin gibi insanlar o kadar az ki. Ara sıra görüşmek sohbet etmek isterim. Tabi siz de isterseniz.’’ dedim. Bazen tek bir ‘’Evet!’’bir ömür dönemeyeceğiz yollara girmenize sebep olabiliyor. Her şeyi tekrar tekrar düşünmem ve başka bir çözüm yolu bulmam gerekiyordu. Kerem Bey üzülmüştü. Kararıma saygı duyup ‘’ Elbette görüşüp sohbet etmek isterim. Ayrıca yardım teklifim her zaman için geçerlidir. Söylendi bitti diye düşünmeyin. Eğer aklınıza yatarsa her zaman kapım açık.’’ dedi. Tekrar tekrar teşekkür edip, iznini isteyip ayrıldım.
Oradan çıkınca cadde boyu bir süre yürüdüm. Öncelikle aklımdaki şeyin sorunum olması gerekirken, ayrıldığımdan beri tek düşündüğüm şey okuduğum mektuptu. Büroya dönmeyi canım istemedi. Zaten yarından sonra hiçbir şeyim kalmayacaktı. Yine sahile inip martıları ve gemileri seyrettim. Ve yine aklımda o gemilerden birine binip buralardan kaçmak vardı.
1:Robin Sharma
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.