Anı diyelim..
Temelle Dursun değil, benim yaşadığım bir olaydır bu.
…Yıllar sonra güzel bir tatil yapayım dedim ve memleketin yolunu tuttum
İlk bir kaç gün aralıksız yağan yağmurdan dolay kapıdan dışarı çıkamamış, burası Karadeniz, nasılsa güneş gelecektir deyip, sabırla yağmurun kesilmesini ve havanın açmasını beklemeye başladım.
.. Alışığım ben, memleket zaten Karadeniz geçer bu yağmurlar neler geçmedi ki, dedim ve sabırla güneşin açmasını bekledim mecburen.. Hava açar açmaz, güneşi yakaladığım an, kendimi dışarıya atacağım ve ver elini yayla diyeceğimde, güneş bu, öyle kolay-kolay gelmiyor ki bizim o diyarlara, insan sinir olsa da yapacak bir şey yok, doğası budur Karadeniz’in. bekleyeceksin, başka şansın yok, işin ne der gibi inatla..
Ben hep o yaylaya gitmek istiyorum dediğimde ise ağabeyim, ya sen şimdi sanıyorsun ki, o eski yayla gene orada, yok ha, o eski yayla yok, bir görsen geldiğine pişman olacaksın bak demedi deme, dese de ben gene o yaylaya gitmek istiyordum. ee nede olsa hamurumuz o dağlarda yoğrulup, o dağlarda pişirmiştik göbeğimizi
…O sabah ağabeyim yanıma geldi, hadi yaylaya gidiyoruz deyince, öyle bir fırlamışım ki yataktan, her adımda bir giysimi giyiyordum. Saat sabahın 6 siydi ve sanki kuşluk vakti olmuş gibi aydınlıktı hava...
Kapıdan dışarıya çıkar çıkmaz, İlk işim gökyüzüne bakmak oldu ve o anda ağabeyim, başını sallayarak, yok dedi, bugün yağmur yok sen o sise bakma, geçer gider birazdan. Hadi çabuk hazırlan araba birazdan gelir, dedi ve bir heyecan bir hız ki sormayın. Evden çıktık ha düştü düşecek gibi duran köprüden geçtik ve araba yoluna geçip,, bizi götürecek olan arabayı beklemeye başladık.
Şoförümüz kim? Araba kimin?
Yaylaya hangi arabayla gideceğiz, hiçbir fikrim yoktu. Ağabeyime, hangi arabayla yaylaya gidiyoruz, kim götürecek bizi? Diye sorunca,
Ağabeyim, araba birazdan gelir, gelince görürsün kim olduğunu diye karşılık verince bana. İyi, önemli değil, yaylaya gidiyoruz, yabancı değildir nasılsa diyerek, beklemeye başladık arabanın gelişini.
.Evimizin olduğu yerin, hemen karşısında ki araba yolunda arabanın gelmesini beklerken gözüm, evin olduğu yerden dağa kadar uzanan çam ağaçlarına takıldı bakışlarım, ve o çam ağaçlarının her biri, bir ormanmış gibi duruyordu o bayırın yüzünde.. Nasılda güzel, nasılda asillerdi Tanrım. O yeşillik, o güzellik, bir nefes gibi içine çeker gibi soluk alıp vermek istiyordum her birini. Güneş ormanın yarısına kadar inmiş, bambaşka bir görüntü veriyordu bize ve bu manzara kaçmaz diyerek o anın resmini çektim. Elimde, eşimden bana kalan çok eski bir makine vardı. Yeni teknolojiye göre çok eski, alındığı zaman ise oldukça iyi bir makineydi. O makineyi de köye giderken, resim çekerim diye götürmüştüm. Yenilerinden hiç anlamıyordum ancak onun dilinden anlıyordum, ondan da çok anlıyorum sayılmazdı ama neyse idare edebiliyordum gene de.
.. Sabahın erken saati olmasına rağmen,ben acıkmıştım..Ağabeyime, ben evden ekmek arası yapıp geleyim dedim.
Ağabeyimde hadi çabuk git gel, araba birazdan gelir, çabuk ol deyince,ben koşarak köprüyü karşıya geçtim ve çayır yukarı nasıl koşuyorum, eve geldiğimde ise nefes nefesteydim..Evden çıkarken kapıyı kapatmıştık ama şimdi kim açacaktı bana kapıyı, diye düşünürken, daha bir kere çalmıştım ki, kapı açıldı ve Ağabeyimin karısı, kapıyı açtı ve gülümseyerek bana bakıyordu.
Yengem, ne oldu, neden geri geldin, vaz mı geçtin gitmekten, diye sordu bana
Yok, gitmekten vaz geçmedim de, karnım çok aç, bu açlıkla gidemem, bu yüzden ekmek arası yapacağım kendime vede Ağabeyime. Bu aç karnımla o dağları çekemem ben şimdi dedim ve ambara gittim.(Ambar) Karadeniz de kışlık yiyeceklerin saklandığı evin karanlık vede daracık bir köşesi. Mutlaka her evde vardır, mutfak değil, odadan epey küçük, bir el kadar camı, kapısı var ama oldukça yüksek bir eşik yapılır ki, farelerin tırmanması engellenir böylelikle..
Yengemin de yardımıyla, iki yarım ekmek arası Yaptım, nasıl bir hızla gelmiştim, gene aynı hızla karşıya geçtim. Ağabeyim ekmek arasını çantasına koydu, ben ise birisi alacakmış gibi, bir çırpıda yedim bitirdim ekmeğimi. Benimkisi, Nasıl bir heyecan anlatamam, ben adeta çocuklaştım, ve yerimde duramıyor, bir an evvel arabanın gelmesini bekliyordum.. Benim zamanımda yaylaya, onca yolu yaya olarak giderdik,, şimdi kapıya kadar araba gidiyor, hatta bazı yaylalara elektrik bile gelmişti.
…Neyse kısa bir beklemeden sonra araba geldi ve şoför ben abim ve şoförün kız kardeşi, olmak üzere, tam dört kişi oturduk şoförle birlikte. Arabada yabancı yoktu, onlarda benim yeğenlerimdi
Her birimiz biraz yan dönerek oturduk ve başladık dağı tırmanmaya. Çıkarken ben hiç bir şey anlamamıştım, zaten eziyetli oturuyordum, hem ben ortada kalmış ve hiç bir yeri göremiyordum. Neyse yaylaya vardık, arkadaşım karşıladı bizi, bize çay demledi, birde Karadenize ait hoşmer dediğimiz, muhlamanın biraz değişiği, kaymak ve de mısır unundan yapılır. Birazda tel peynir ilave edilir, gel de yeme şimdi , adı gibi tadı da çok hoş olan bu yemekten pişirdi ve hep beraber yedik..
…Çok kalamadık yaylada, hava çok soğuktu, erkendi ama karşı dağlara kar yağmıştı bile. Geri döndük ama bir eksikle, kız yaylada annesiyle kalmıştı. Dönüşte arabada üç kişiydik, yani benim etrafı çok iyi görme şansım vardı artık, eğer sis izin verirse tabi ki..
Yaylayı terk ettik, çıktığımız o dağı bu kez iniyorduk. Araba bir minibüstü ve yola nasıl sığdığını hala düşünürüm ama anlamış değilim.. Minibüs Adeta bıçak sırtında yılan kıvrılır gibi yoldan aşağıya doğru iniyorduk. Ben sustum, giderken hiç susmayan ben, artık çıt çıkmıyordu ağzımdan. Ağabeyim, hadi konuş, niye sustun diyor, takılıyordu bana.
Hayır, bu mümkün değil, buradan sağ salim inmemiz mümkün değildi.
Ağabeyim çok rahattı, şoförde direksiyona yüklenmiş, her iki eliyle öyle bir kavramış ki o direksiyonu, başını sağa sola hiç çevirmeden tüm dikkatiyle yola bakıyordu. Bakışlarını çevirip, dikkatini dağıttığın anda, gittin. Kurtulma şansın zaten yokta, cesetlerimiz bulunur muydu, o bile şüpheliydi.
Oysa daha birkaç dakika önce dağın tepesindeki düzlükte durup, o düzlükte nede güzel koşmuş, sanki dünyaya hükmediyordum. Çığlıklar, haykırışlarım tüm o dağın tepesinde yankılanıyordu. Hey dağlar, hey özgürlük buralarda mı saklıydın da sana ulaşamıyor dercesine salınıyordum o düzlükte. Resimler çekip, karşılıklı kahkahalar atıyorduk. Bir ara, hadi gel sana şoförlük öğreteyim dedi yeğenim
Yeğenime, nee, burada, habu dağın tepesinde bana araba sürmeyi mi öğreteceksin deyince
Yeğenim, araba buralarda en güzel öğrenilir. Bak alabildiğine düzlük, çarpacak bir yer yok, en güzel araba kullanma yeri işte dedi ama ben yanaşmadım. Ağabeyim, ben süreyim arabayı biraz deyince, iyi, siz oyalanırken, bende biraz yürüyüp, hem de resim çekerim, yetişince alırsınız beni dedim ve yürümeye başladım, ne güzel şey çocukluk yarabbi..Harika bir duyguydu yaşadıklarım. Ben o dağlara ilk kez çıkmıyordum, dedim ya biz ailece o dağlarda piştik, nefret ettiğim bu dağlara yıllar sonra gelmek, beni çok heyecanlandırmıştı. Ağabeyim haklıydı, yaylada kimseler yoktu, virane olmuş, evlerin sadece taş duvarları kalmıştı, o şenlik, o kalabalıktan eser yoktu o yaylada.
…Sis bir araladı ve ben, aşağıya bir baktım ki, aman Allahım, bu araba şuradan mı gidecek? , Ağabeyime, yahu biz bu yoldan mı çıktık? Diye ancak sorabildim
Ağabeyim de sadece başını sallayarak evet diyebilmişti bana
bende gene ses yok. Hangi yana baksak uçurum, yol aynen (S) harfini andırıyordu. Allahtan sis kapatıyordu görüntüyü, yoksa görerek o yokuşu inmek, çok ürkütücüydü. Nihayet dağı indik, bir köye geldik, bu köyde çok bayırdı ama tabi ki o dağ gibi değildi. Köyden de aşağıya
İndik, indik ve tam bir dönemece geldik ve başımı çevirip baktım ki ağabeyim arkasına yaslanmış, adeta yapışmış bir şekilde duruyor. Ses yok, hiç birimizden çıt çıkmıyordu ve ben nefes dahi almıyordum. Aman Allahım, onca yolu gel, şunun şurasında ne kalmıştı anayola inmeye, baktığımda ise anayolu görebiliyordum ama aması vardı işte, o dönemeci dönmemiz gerekiyordu ana yola inebilmek için..
Şoför biraz ileri, biraz da geri ederek, o dönemeci dönmeyi başarmıştı çok şükür..Yani, tehlike atlatılmıştı, tek parça halinde sağ salim ana yola inmiştik..
Ağabeyim yola inince şoföre, az kaldı uçuruyordun bizi ha deyince
Şoförde: Yoo dedi, sen arabanın burnuna bakma, burnu dışarıda olabilir, sen tekerleklerine bak. Arabanın burnu dışarıda kalıyordu ama tekerleklerini yolun içinde tutuyorum, onu ayarlıyorum ben, oldukça sakin bir şekilde.
Neyse ki ana yola inmiş ve derin bir nefes almıştım. Ben okadar korkmuşum ki, bir gün hasta yattım
şimdi bu olayı anlatırken gülüyorum
orada yaşayan insanlar her şeye şaka olarak bakıyorlar, alay eder gibi gülüyorlar hayata, çünkü hayat okadar zor ve çetin geçiyor ki oralarda, başka türlü nasıl baş edebilirlerdi ki.?
Gündüz Yavuz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.