- 1203 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMEYEN GEÇMİŞ 2
Kadir, annesinin ölü bedenine kapanmış ağlıyordu. O anda annesinin bedeninin soğukluğu yerine sanki küçükken kucakladığı sıcaklığını hissetti. Ağabeyi, Kadir’in yanına oturdu, kolunu omzuna attı ve ‘’son nefesine kadar senin adını sayıkladı’’, dedi. Kadir o an geçmişte yaşadıklarından, memleketini ve annesini terk etmesine sebep kim varsa içinden lanetler yağdırıyordu. Annesine hasret bırakan onlardı, oysa sakin kafayla düşündüğü zaman kendisinin de masum olmadığını biliyordu. Şu andaki öfkesi, annesine hasret olmasının acısıyla sağlıklı ve objektif düşünemiyordu.
Ağbeyi Kemal, ablası Meryem ve kız kardeşi hepsi oradaydı. Ağbeyinin oğlu, Cengiz’i tanıyordu sadece. Aslında Kadir buralardan ayrıldığında Cengiz küçücük bir çocuktu. Evdeki diğer iki üç genç,’’Dayı ‘’diye ellini öpmüştü. Ablası Meryem, ‘’Kızım Ayça, oğlum Aydın’’ diye iki çocuğunu tanıştırdı. Hatice ise on üç, on dört yaşlarında yüzü sivilceli delikanlılığa ilk adımlarını atan Sedat adındaki oğlunu tanıştırdı. Kadir’in gözleri asıl başka birini arıyordu ama kardeşlerine söylemek istemiyordu. Annesi yerine, ‘’Keşke o ölseydi’’, diyordu içinden. ‘’Neden, kötüler kalıyor da iyiler ölüyor’’, dedi. Söylediklerini kimse duymadı aslında kendi bile duymamıştı. Artık seslimi düşünüyor yoksa sessiz mi konuşuyor bilmiyordu. Her şey karışmıştı.
Ağabeyi Kemal, Kadir’in etrafına bakışlarından, sormak isteyip de soramadığı soruyu anlamıştı. Usulca,’’İçerde uyuyor’’,dedi. Kızlar kahvaltı sofrasını hazırlayıp salona getirdiler. Hiç biri yiyecek durumda değildi ama bu gün çok iş vardı. Annelerini son ikametğahı kara toprağa koyacaklardı. Kardeşi,’’yiyin, bütün gün koşturacaksınız acıkırsınız. Hem, acıyan yer ayrı acıkan yer ayrı’’, dedi. İstemeyerek de olsa herkes sofraya oturdu en azından sıcak çay iyi gelmişti. Birkaç yudumda bir şeyler atıştırdılar.
Kemal ‘’Ben camiye gidip imamla konuşayım. Salasını versin. Mezar işlerini halledeyim. Sende benimle gel Kadir’’dedi. Kızlar da, ‘’Birazdan komşu, ahbap ve akrabalar gelir. Bizde evde helva ile pideyi hazırlayalım’’, dedi Meryem. Hatice ise,’’Ben annemi yıkamak istiyorum son görevimizi yapalım. Halam, teyzem, kuzenler dediklerinde yardım ederler’’dedi. Çocuklarda gelen gidenle ilgileneceklerdi. İş bölümü yapıldı. Herkes, her gün yaptıkları işlermiş gibi iş bölümünden sonra sofradan kalkıp, kendine düşen görevi yerine getirmek üzere kalktılar.
Sofrayı kaldırırken içeriden sesler geliyordu. Ayça, diğer odaya gitti. Meryem,’’Babam uyandı galiba’’, dedi. Kadir onda irkildi. ‘’Babam’’, dedi ama kendi ağzından çıkanı kendi bile zor duymuştu. Fısıltı halinde dudaklarında dökülmüştü. Uzun yıllar olmuştu babam kelimesini söylemeyeli. Babasını görmeye hazır değildi, ‘’şimdi olmaz annemi defnetmeden olmaz’’, dedi ama yine sadece kendi duyabiliyordu.
Kadir, ağabeyinin ardından babasını yok sayarak sanki içerde babasının sesini duymamışçasına evden çıktı. Kemal kardeşine baktı, öfke ve nefret arada yüzlerce kilometreler olmasına rağmen nasıl aynı ateşle insanın içinde hiç sönmeden durabilirdi. Kemal bunu anlayamıyordu çünkü Kemal kardeşinden çok farklıydı.
İki kardeş annesinin defin işlerini halletmeye çalışıyordu. Annesinin salası verilirken Kadir göz yaşlarına hakim olamadı. Sokak ortasında gözyaşlarına engel olamamış ve sessizce ağlamıştı, ağabeyinin peşinden giderken. Mezar işini de halletmişler annesinin mezarı kazılmıştı. Toprak koynunu açmış annesini almayı bekliyordu.
Evde de işler belli bir düzen içinde yürüyordu. Sanki annesi ölmeden önce cenazesinin provası yapılmamışçasına ve herkes görevini önceden biliyormuşçasına uyum ve ahenk içinde görevlerini yerine getiriyorlardı. Helvası yapılmış pide siparişi verilmiş ayranlar hazırlanmıştı. İnsanoğlunu anlamak zordu. Nasıl olurda biri öldüğünde, gömüp ardından iştahla yemek yiyebiliyorlardı. Ayça bunları düşünüyordu. O da anlayacaktı daha çok gençti. Bunları normal karşılayacak kadar çok ölüm görmemişti.’’ İnsan ne kadar çok ölüm görürse o kadar çok alışıyor ve normal karşılanıyordu demek ki’’ dedi. Ayça kadınların ocağın başında helva karıştırıp bir yandan da olmuş mu diye tadına bakarken bunları düşünmüştü.
Hatice ile Meryem annelerini yıkarken ılık gözyaşları sıcak gusül suyuna karışıyordu. Bir evladın annesine yapacağı en zor ve en son görevdi yıkamak. Her şey hazırdı annesi hazırlanmış beş metre ahret elbisesi olan kefene sarılmıştı. Artık onu kimse üzemez incitemezdi. Akşam ne yemek yapacağım diye düşünmeyecek, çocukları için üzülmeyecek ve Kadir’i her gün belki gelir diye beklemeyecekti.
Cenaze namazı kılınmıştı. Merhume dört kişi tarafından taşınıyordu omuzlarda. Kadir ve Kemal küçük birer çocukken anneleri sırtında ve omzunda taşırken şimdi devran dönmüş ve annelerinin cansız bedenini koydukları tabutunu iki kardeş taşıyordu. Hayat çok garipti. İnsanoğlu çok garipti. Annesini mezara koymuşlardı ve en sevdikleri üzerine toprak atıyordu. Oğulları, damatları, torunları, demek ki insanın en sevdikleri toprağa gömüyorlardı çıkmasın diye üstelik iki metre derine gömüyorlardı.
Cenazeden gelip, yemekler yenmişti. Kuran okunmuş arkasından rahmetler dilenmiş. Allahtan af dilenmişti. Sanki mefta, mezarında bunlarla huzur bulacakmışçasına her şey yapılmıştı. Aslında bunları yaparak arkada kalanlar kendi vicdanlarına huzur mu arıyorlardı kimbilir. ‘’Ölmeye gör’’ dedi komşu kadın, ‘’Bir günde yerleştirildi yerine ve arkasından ne gerekliyse yapıldı’’, dedi. Meryem sessizce ‘’Sanki ölmesini istiyormuşçasına’’ dedi ama gözlerinden yaşlarda sicim gibi aktı.
Akşam olmuş herkes evine çekilmişti. Damatlar, kızlar, oğlanlar, gelinler ve torunlar kalmıştı evde yani ev halkı ve en önemlisi de Mustafa Bey yani babaları. Kadir eve girip de salona geçince kapının önünde sanki bir engel varmışçasına, görünmez bir duvar örülmüşçesine kapının önünde birden bire durdu. Koltukta oturan, bir zamanlar yaptığı hataların farkındaymışçasına suçlu çocukmuş gibi gözerini yerdeki halıya dikmişti. Başını kaldırmıyordu sanki Kadir den utanıyordu. Kemal, babasının yanına gitti ve ‘’Nasılsın baba’’, diyerek, öne eğilen başını kaldırdı. O an Kadirin kalbi duracakmış gibi oldu. Babasınla göz göze gelmişti. Babasının gözleri, giderken Kadir’in gözlerine dikilen ateş püsküren öfkeli gözler değildi. Aksine boşluğa bakan anlamsız, ifadesiz bakışları ve gözlerdi. Kadir o an rahatladı ve hala daha babasından korktuğunun ve çekindiğinin farkına vardı.
Meryem babasının yanına gidip, ‘’Bizi merak ettin mi baba. Annemi toprağa verdik, annem öldü biliyor musun? Anladın mı, artık annem yok’’, derken yine gözlerine engel olamamıştı. Gözleri bugün bildiğini okuyordu. Kadir, babasının bakışlarında bir tuhaflık sezmişti zaten, babası sorulanlara konuşulanlara cevap vermiyordu. Sanki bedeni buradaydı sadece, ruhu ve aklı kimbilir nerelerdeydi. Hatice, Ağabeyi Kadirin koluna girdi. ‘’Babam alzaymır’’, dedi. Kadir, şaşkın bir halde, bir kardeşine birde babasına bakakaldı. ‘’Bana ve herkese çektirdiklerini hatırlamıyor mu ?’’, ‘’Ben gurbette geçen bunca yılın hesabını kimden saracağım’’dedi. Kadir o an oradan kaçmak istedi.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
23.10.2012
YORUMLAR
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Onlar işe okula gitsin yazacağım
sevgğler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
hocam devamı gelecek olan bir çalışma sanırım böyle akıcı yazıları site içinde en iyi yazan kişilerdensiniz onun için eleştiri yapmak bize düşmez yine çok beğeniyle okudum saygılar bıraktım sayfanıza iyi bayramlar geçirmeniz dileğiyle esen kalın
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Bende bayramınızı en içten duygular ile kutlarım
selam sevgi ve saygılar
Benim babam da alzheimer hastalığı çekmişti...
Son beş yılında ona annem bakmıştı...
Haftada bir gider, traşını yapardım.
Bir defasında hastanede yatmak durumunda kalmıştım.
Babamı merak edip telefon ettiğimde annem "izin alıp gelsen iyi olur" demişti...
İzin alıp gittim...
Babamın durumu ağırdı...
Kendinden habersiz yatıyordu...
Tüm kardeşlerim ve halalarım oradaydı...
Bildiğim sureleri okudum başında...
Bir süre sonra nefesi durdu...
Herkes dedi ki bana; "Seni bekliyormuş"...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
ufak tefek yazım hatalar dışında oldukça akıcı anlamlı ve okunası bir yazı dizisi.
kaleminize sağlık.inşallah devamı gelir.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
Eray Hanım,
İnsanlar yaşadıkça , sürekli doğumlara da , ölümlere de şahitlik edeceklerdir.
Allah sırası gelmemişleri bu sonsuz yolculuktan esirgesin.
Bir cenaze evini, ayrıntıları ile yaşatan kaleminizi, yüreğinizi kutlar, saygılar sunarım.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
Cenaze evlerindeki yaşananları sorgulayarak anlatmışsın. Geleneklerimizde var. Başsağlığı için gelenlere ikramda bulunmak. Helva yapmak. Komşular, akrabalar yemek getirir o eve. Cenaze sahibi ne kadar yer dostlarının zoruyla ve lokmalar nasıl dizilir insanın boğazına iyi bilirim. Bazı ölümler var ki bize göre zamansızdır. O zamanlarda bir başka yanar insanın içi. Yemek yemek bile aklına gelmez. Yaşlısı, hastası olur Allah kurtardı deriz. Genç ve ani ölümlerde şok yaşar kabullenemeyiz. Ama hayat devam ediyor bir şekilde. Allah'ın takdiri der kendimizi teselli ederiz. Ölümün adı soğuk ve acı tabi ki ama bu yaşıma kadar üç ölümde çok perişan olmuştum. Eşimin amcası ani bir tansiyon yüksekliğiyle 57 yaşında vefat ettiğinde, görümcemin kızını 20 yaşında kanserden kaybettiğimizde en sonda edebiyat defterinden Yürek_sesi rumuzlu kızım dediğim Cemrenin iyileşmek umuduyla olduğu ameliyatta komaya girerek 34 yaşında vefatında.:(((((
Allah bu acıları unutturmasın inşallah.
Pek yazınla alakalı olmadı ama yazının bu günkü konusu bana bunları hatırlattı...
Yüreğine, emeğine sağlık canım. Sevgilerimle...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Seher_Yeli S.ZerrinAktaş
efendim hüzülü bir anlatımdı bende anlamış değilim hala cenaze evinde nasıl iştahla yemek yenildiğini ne kadar kendimizi insan larak tanımlasakta bir yerlerden açık veriyoruz kutlarım kaleminizi saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
hayırlı sabahlar olsun
saygılar
bekir odaci
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiyle kal daima
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar