- 1637 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GİTME SAHNESİ PART 2- SON KURŞUN
Elinden tutan olmazsa sarkılır mıydı uçurumdan?
O sarkmıştı... Düşmek için değil, ne olursa olsun koklayabilmek için uçurum GÜLünü.
Ve parmakları ağır hasarlı, bileği çıkık da olsa kavramıştı dalından...
OYSA HER YENİ GÜN İNTİHARIYDI YARININ !
Ne zaman günaydın dese hayata gün aydınlanamıyordu sabaha.
Ve her gün bitmek bilmeyen sıçramalar, kabus ertesinde boynuna dolanan.
Her kavuşma döner miydi vedaya? Her vedanın ardıysa kucaklaşmaya?
Artık aklını elinde tutmak istiyordu adam. Yoksa her an kaçabilirdi bir bilinmeze...
Defalarca tekrarlanan ayrılık perdesi neden yırtılmıyorduki!
Adamın dizleri yırtılmıştı gitmeleri durdurabilmek için yerlere çökmekten.
Omuzları artık taşıyamıyordu bu dağdan ağır gülleleri.
Kadın bunca zaman şakağına dayalı silahlarla yaşlanmıştı.
İçini zamanın küflenmiş mermileriyle doldurup sıkıştırmışlardı eline, her hayat basamağında.
Sıkıyosa sıkma kafana!
Her defasında tekrarlanan dayatmalardan bunalan kadın, tetiğe kendi basmıştı giderayak.
Herkes kendi aklanmış kaşığıyla götürürken hayatı yudum yudum, onun parmak izi duruyordu her tetikte.
Elinden ne geliyorsa yapmıştı, şimdi sıra ayaklarındaydı...
Ve yine, yeniden bir gitme sahnesi peyda olmuştu yeni hayat basamağına.
Adam yaralanmış dizini sarmalayamadan doğruldu yerinden,
artık yeterdi!
Kaç defa daha sarkacaktı uçurumdan. Bunca zaman valizlere sıkıştırılmış anılarını taşıyan kadınlardan mı olacaktı o da?
Madem öyle, diz çökmeyecekti bu veda sahnesine.
Onu anlamalıydı, en çok da O anlamalıydı hem.
Bir hayata kaç ölüm sığdırılabilirdi?
Bir kemik kaç kez kırılabilirdi ki aynı yerden?
Sessiz çığlıklarını akıttı gözünden. Duymuyorsa da görsün istedi.
Ama istemek yetmiyordu nefessiz kalmamaya, tam da ruhu fırlatılmışken uzaya...
Kadın tuttu valizinin kabzasını, dayadı başına. Bunca zaman tetiğe basması için zorlayanların arasına en sevdiğinin de girmesine dayanamıyordu.
Nasıl anlamazdı, anlatılmazdı bu acı.
Anlamalıydı, en çok O anlamalıydı yaşamak için tek yürek kalmaları gerektiğini.
Anlaşılamadığını anlatamamanın verdiği sızıyı hissedememesinden duyduğu derin hüznü....
Adam sustu, en sevdiğini toprağa verirken konuşamazdı. Acısını bastırması mümkün değildi.
Konuşmak en çok da şu an yakacaktı içini.
Evvelden çok konuşmuşluğu vardı cenaze törenlerinde. Bu defa b’aşkaydı...
Bu defa dili damağına yapışıyordu ateşin şiddetinden. Buhran gitgide artıyordu.
Başı dönüyordu ve acilen uyuşmalıydı...
Yatağa uzandı, uyuma değil de baygınlık halinde geçti kendinden.
Kadın eline tutuşturulan dolu silahla kalakaldı kapının önünde.
Üzerine kükürtten elbiseler giydirilmişti bunca yıl ve ateş halkalarında döndürülmüştü şuuru kaybettirilene kadar.
Ama o aklı ve kalbi yettiğince O’nu seçmişti ve O’nunla silmeye gelmişti geçmemiş geçmiş yaralarını.
Üstündeki elbiseleri çıkartmadan yeni kibritler saplamıştı eteğine, bluzuna.
Neden herkesin yaptığı gibi, alıştırıldığı üzre ateş halkalarında döndermişti ki O da?
Çok mu zordu savaş sonrası, kırk yıl hatırı kalacak yorgunluk kahvesi içirdikten sonra, sevi elbisesi giydirmek?
Aşk şarabıyla mest olmak varken dibine vurdurmak hasretin, ayrılık şarabının...
Adam terkedilmelerin verdiği sarhoşlukla sızıvermişti ikiye bölünen yatakta.
Kadınsa vurdumduymazlığın sıktığı son kurşunla dökülmüştü hayatının merdiven boşluğuna!....
Gülşen Mavi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.