- 4083 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇANAKKALE KADIN KAHRAMANI SAFİYE HÜSEYİN
Vefat tarihi:18 Temmuz 1964
Ömrün son gününe kadar mesleğinin tutkusu içerisinde hayatını sürdüren ilk hemşiremiz Safiye Hüseyin ELBİ, 1964 Temmuz’unda 83 yaşında, yetiştirdiği hemşirelerin kucağında gözlerini kapadı.
1881 de doğmuştur.
Safiye Hüseyin ELBİ
İngiltere’de deniz ateşeliği hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızıdır.
Avrupa’da Öğrenim görmüştür.
Safiye Hüseyin ELBİ İngilter’de deniz ateşeliği hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızıdır.
Babasını görevinden dolayı öğrenimini Avrupa’da yapmıştır. Osmanlının son döneminde Almanya ve İsviçre’de düzenlenen milletlerarası kongrelere katıldı. İlk defa ulusumuzu bu alanda temsil etti yabancı devletlerden iftihar ve takdir nişanları aldı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra tüm hayır kurumlarında ve derneklerde üstün bir feragatle çalıştı.
Hemşirelik mesleğiyle ilgili birçok çalışması mevcut.
Çanakkale hatıraları
Gazeteci yazar Hikmet Ferudun Es’in Safiye Hüseyin’le yaptığı 12 Haziran 1935 yılında yayınlanan, ’’Yedigün’’ dergisindeki röportajından alınmıştır:
Çanakkale savaşına katıldı
’’Türkiye’’nin ilk hastabakıcısı bayan Safiye Hüseyin, uzun uzun denize baktı:
-Evet dedi, savaşa da iştirak ettim. Çanakkale’ de uzun müddet kaldım. Gülle yağmuru, düşman bombardımanı altında, hayatımı güç halle kurtardım.
Hatane Gemisi Reşit Paşa
Size Reşitpaşa vapuru ile nasıl bombardımana tutulduğumuzu anlatayım:
-Çanakkale’de kanlı savaşlar oluyordu. Alman Kızılhaç’ı ile, bizim Kızılay Cemiyeti birleşmiş, ’’Reşitpaşa’’ vapurunu hastane gemisi yapmıştık.
Ben geminin baş hastabakıcısı olmuştum. Reşitpaşa Çanakkale’ye gidecek,
orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti.
Ölüme meydan okurcasına
-Vaziyet tehlikelidir dediler. Ne vapuru olursa olsun…İster hastane vapuru, ister Kızılay, ister Kızılhaç. İngilizler topa tutuyorlar. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman, ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyorum. Peşinen şunu söyleyeyim ki, hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim.
Akbaş İskelesi’nde görev başında
Evet onu anlatıyordum. Reşitpaşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik. Akbaş mevkiine demirledik.Hastaları yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar!
Şu parmakları görüyor musunuz?
Şehit gözlerini kapatan parmaklar
-Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini, bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının!?...
Gün geçmedi ki, Reşitpaşa hastane vapurunda beş altı ölüm vakası olmasın.
Yaralıları aldık…dönüyorduk…Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi,
güverteye çıktık…Süvari müthiş bir haber verdi:
-İngiliz uçağı!
Mamafih, zerre kadar korkmuyorduk. Geminin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafında da kızıl bir haç vardı. Belli ki hastane vapuru...İçimizden dünyada bize ateş etmezler diyorduk..Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, yanımızdaki gemiciler:
-Tuhaf...dediler, uçak işaret veriyor. Acaba kime neyi gösteriyor?
Biraz sonra etrafımızda müthiş gürlemeler oldu. Dehşetli bir gülle yağmurunun
altında kaldık. Reşitpaşa’nın sağına soluna gülleler yağıyordu. O zaman anladık.
Ki bize ateş ediyorlar…Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki,tasavvur
edemezsiniz
Korkmaya bile zaman yok
Fakat bütün bu tehlikelere rağmen, korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyordu.Ameliyata edecek, yaralarını saracak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk.
Bundan sonra düşman adet edinmişti.Ne zaman Reşitpaşa vapurunu görseler, tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor,düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor.Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu .Her defasında ölüm tehlikeleri geçiriyorduk.
İngilizler bunu hep yapıyor
Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. İstanbul’a ’Reşitpaşa vapuru battı’diye haberler gitmiş… İstanbul’a döndük, herkes vapur batmış bizi öldü zannediyordu.Akrabam matem içinde ,İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Haytımda işte böyle ahretten dönüş faslı da vardır.
Akbaş şehitliği canlı şahit
Halep vapuru
Son nefesler ve sayıklanan kelimeler
-Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı… Almanlar ,Avustralyalılar, cepheden topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız.Hepsi kendi dilleri ile ekseriye tek bir kelime sayıklardı.Bazen yan yana yatan muhtelif milletlerin yaralarının dudaklarından Almanca, İngilizce,Türkçe aynı kelime birden yükselirdi:
-Anne!...
Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm .Hemen hemen hepsi de aynı kelimeyi ,bu anne sözünü sayıklayarak ,Anne! Diyerek öldüler
Din ve millet ayrımı yapmadık
Hiçbir ağır yaraların susuz ölmesine son derece dikkat ederdik. Bu İngiliz yaralısının da ağzına su akıttık. Çok üzgündü. İngilizce mütemadiyen ’öleceğim’ diyor, arkasından nişanlısının ismini söylüyordu.Ölüm halinde bulunan adama son vazifemi düşündüm… Ve onun düşman askeri olduğunu bir an için, aklıma getirmeyerek, kendisini İngilizce, kendi ana dili ile teselli ettim
-Ölmeyeceksin, yaşayacaksın… Bütün bu korkulu günler geçecek… İyi olup memleketine gideceksin, nişanlına kavuşacaksın…
Bu İngilizce teselli onun öyle hoşuna gitti ki, bir müddet sonra yüzünde müsterih, hatta memnun çizgiler peydahlandı ve öldü…
Gözlerini kaybeden insanlar
-Gördüğünüz yüzlerce yaralı içinde en fecileri hangileri idi?
-Balkan muharebelerinden beri hastabakıcılık ediyorum. Gördüğüm en müthiş yaralılar, gözlerini kaybedenler… Bunların hali pek feci oluyor. İçin için eriyorlar… Günden güne sönüyorlar. Gözlerinin yarası iyi olmak ihtimali bile olsa, kendileri kurtulamıyor… Ölüyorlar. Gözlerini kaybedenlerin hali kadar feci bir şey yoktur.
Kahraman Bekir Çavuş
-Reşitpaşa vapuruna birgün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onu cephenin ön saflarında bulmuştuk.Bir ayağı kangren olmuştu.Hemen Reşitpaşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık.Ayağını kestik.Bir tek ayağı ile kalmıştı ama,vaziyeti çok tehlikeli idi.Kangren çok ilerlemişti.Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti.Adeta ölmesini bekliyorduk.
O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım, dışarıda bir ses:
-Baş hemşire! Baş hemşire… diye bağrıyordu. Hemen giyinip fırladım. Genç bir Alman hasta bakıcısı:
-Hani ayağını kestiğiniz ağır yaralı yok mu?
-Bekir Çavuş mu?
-Evet.
-Ne oldu peki?
-Kendisine bir hal geldi hemşire… Tek bacağı ile ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.
Hemen koştum .Bekir Çavuş yaralanan kanlar aka aka ayağa kalkmıştı.Yanına koştum, bileğinden tuttum.Müthiş ateşi vardı.
-Aman Bekir Çavuş! Dedim ne yapıyorsunuz? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?
Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi:
-Aman, dedi , ne diyorsun ? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım… Tabii kalkacağım
Ve sabaha karşı Bekir Çavuş, kollarımızın arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar, kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu. Kansız, bembeyaz dudaklarından çıkan son cümle:
-Emri yapamadım…oldu. Fakat ben ona kani idim ki; Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmıştı.
Ekrem Şama’nın şiiri
ÇANAKKALE ŞEHİDİ EKREM ÇAVUŞ
Bardağımda merhume, Safiye Hüseyin,
Çanakkale içmiştim yine akşamleyin,
Yine buğulu gözler, uğuldayan beyin,
Kalemime takıldı, Şehit Bekir Çavuş.
Kumandanları verdi, bu kutsal görevi;
’’Durduracaksın ateş kusan koca devi’’
Düşünmeden anayı babayı ve evi
Yumruk gibi sıkıldı, Şehit Bekir Çavuş,
Cesareti orduya ulaştı çavuşun!
Bacağına saplandı uğursuz bir kurşun,
’’Koşun çavuş vuruldu, arkadaşlar koşun!’’
Çınar gibi yıkıldı,Şehit Bekir Çavuş.
Hastane gemisi bu ismi Reşitpaşa,
Kaç hastaya bir yatak, o da ortaklaşa,
Bacağını kestiler, bu da geldi başa,
Uyanınca irkildi, Şehit Bekir Çavuş.
’’Alınan görev böyle kalamaz ki yarım,
Burada yatıp kalmak …Duramam kaçarım,
Vatandan önemli mi benim bacaklarım?’’
Fırlayarak dikildi, Şehit Bekir Çavuş.
Allah deyip bir hamle yapınca ileri,
Kıpkırmızı kan oldu yatağın üzeri
Kan kaybından kararıp kapandı gözleri,
Kollarından çekildi, Şehit Bekir Çavuş.
Ana kuzusu idi, taze bir bedendi,
Hayatı bu cephede yurduna adandı,
Gelecek nesillere örnek bir fidandı,
Bir dereye ekildi, şehit Bekir Çavuş.
Nice yiğitler böyle bir şehit oldu,
Dereler tepeler hep şehitlerle doldu,
Şimdi mezarı yok, künyeler kayboldu,
Derede bir çakıldı, şehit Bekir çavuş.
GÜL-DER DEKİ KONFERANSIMDAN ÇÖZÜMLENMİŞTİR