- 2322 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
UNUTAMADIĞIM BİR ANIM
Yıl 1980, çocuktum… Malum Anadolu o zamanlar, çocukların da büyükler kadar çalıştığı bir bölge idi. Babam beni köyümüzde inşaatçılık yapan, bugünde hala Antakya İskenderun da yaşayan Bekir isminde bir taşeronun yanına çalışmaya gönderdi.
Çalışmaya gideceğimiz yer. Mardin Cizre. 15 ci, tank tugayları inşaatı idi ve hazırlıklar yapıldı. Babamın ve annemin elini öptüm. Köyden ikinci ayrılışımdı ama yine de içim doldu. Annem sarım derdi, ne sarım kurban olurum diye ağlıyordu tabii ki bende dolmuştum ve başladım ağlayamaya… Neyse o zamanlar çok otobüs olmadığından, gidecek inşaat malzemeleri ile kamyonun kasasına bindik.
Yanılmıyorsam 8 kişiydik. Taşeron olan Bekir kamyonun şoför mahaline bindi,bizde brandayı üzerimize çektik. Başladık konuşmaya… Gülüyorduk, Hacı Yusuf diye bizim köylü bir arkadaşım daha vardı. Hasan diye biri o da bizim köylü, diğer arkadaşlarda bizle aşağı yukarı aynı yaşlarda ya bir veya, bir yaş büyük ya da aynı yaşlarda hepimiz çocuktuk 14 veya 15 yaşlarında. Neyse tam hatırlamıyorum şimdi.
Diyarbakır’a yakın bir yerde yemek molası için indik. İhtayaç giderdik… Bize takılıyordu Bekir,” Nasıl yeriniz rahat mı?” diye, bana bugün dahi, “Yavrum çocuk” diyor. Dedi ki “Çocuk nasıl durumlar” ben de, “İyi Bekir Abi” dedim, güldü. Yine bindik kamyona, gidiyoruz. Brandanın altından bakıyoruz yollara… Her taraf taş gözüküyordu. Hasan güldü “Burada hiç düz toprak yok” diye. Hâlbuki o gördüklerimizi kamyon yakıt aldıktan sonra taş olmadıklarını gördük, kocaman kocaman Diyarbakır Karpuzu imiş o tarlalarda gözüken… Biz şoföre deyince adam bir kahkaha patlattı, herkese güldü fakat Hasan biraz mahcuplaşarak güldü.Karpuza taş dediği için…
Gece yarsı idi gideceğimiz yere varmıştık. Kamyondan indik. Askeri alan olduğundan kapıda bizi nöbetçiler karşıladı. Durduk, aradılar ve sonra içeri aldılar.
Sabah oldu iş başı yaparak çalışmaya başladık. Bir gün sonra, bir silah sesi sabaha kadar susmadı.Tam Irak sınarındaymışız. 10 kilometre yoktur… Korkudan sabaha kadar uyuyamadım. Gece koğuşta askeriyenin içinde olmamıza rağmen… Meğer kaçakçılarla askerler arasında çatışma çıkmış. Bize iaşe alacağımız bakkalı gösterdiler. Biz küçükler sırası ile gidip şirketin servisiyle alıyorduk. Ustabaşı ne yazıyorsa ve kumanya halinde… Cizreyide yavaş yavaş tanıyorduk.
Bir gün “Gasirik” diye, bir yere gittik. Bizde çalışan Cizreli Mahmut ve Mustafa adında amca yeğen iki kişi vardı. Bizi gezmeye götürdüler. Çok güzel suyu vardı. Çok büyük vadi ve kanyondu… Sadece bulutlar gözüküyor, Şırnak - Cizre yolu gidiyordu bu kanyondan ve Dicle nehri deli deli akıyordu. İlk defa büyük bir ırmağı yakından görmüştüm. Kayalardan bir su çıkıyordu, 20 metre yükseklikten oraya bir boru koymuşlar, suyu aşağı almışlardı. Su için karpuz peynir üzüm falan almıştık güle oynaya yedik.
Mahmut Türkçe bilmiyordu, amcası İstanbul da inşaatlarda çalışmış o biliyordu. Onun vasıtası ile anlaşıyorduk. Bayağı zamana geçmişti bizim kamp amiri de mütahitlerin teze olgulu ve emekli albaydı, ve mütahitleri de Sivas Gürün’e bağlı Yelken diye bir köyden idiler… Yani hemşerimizdi. Ben içlerinde en küçük olduğumdan birazda atılgandım ve emekli albay beni çok seviyordu.
Biz eylül ayında gitmiştik. Sabah uyandığımızda dediler ki “darbe olmuş” yani 12 eylül de Cizre de idim. Neyse ki askeriyenin içinde olduğumuzdan çokta sıkıntı çekmyorduk. Fakat Cizre de hiç içme suyu yoktu. Eşeklerle Dicle nehrinden çekiyorlardı. Eşeklerin sırtına bir aparat yapmışlar, palan üzerine ikişer teneke koyuyorlardı, yani bir eşek dört teneke su taşıyordu.
Bu arada herkes hastalanıyordu. Bir salgın varmış. Askerler de hep hastanede, revirlerde… Yer yok, askerlerde devlet hastanesine gidiyordu… Bazen askerlerle top oynuyorduk. Onların futbol sahaları vardı ve bir de Beşiktaşlı Zeki diye profesyonel bir futbolcu vardı; topu kaptı mı arkasından sadece koşardık. Ona geldi mi kesin birine çarpmazsa gol olurdu. 18 veya 19 sıfır yenilirdik. Bize gülerlerdi çay ısmarlarlardı.
İki de astsubay vardı. Birin ismi hatırladığım kadarı ile Halim’di. Bizim ekipten metin ve Çetin diye iki kardeş vardı. Onlar da hastalandı, hastaneye yattılar. Hemen hemen hepsi 2 kişi kalmıştık… Hasan ve ben kalmıştım. Bir gün sonra sabah Hasan “Ben ölüyorum Bekir!” dedi. Gittim kalfaya söyledim, onu götürdüler. Akşam üzeri halsizleştim, bir sıkıntı, bir ateş bayılacak gibi oluyordum ve terliyordum. Anladım ki bende yakalanmıştım. Emekli albayın yanına kadar gittim. “Komutanım ölüyorum!” dedim. Beni kucakladı. Cumali diye biri vardı. Şirketin muhasebecisi, ona bağırdı,“Cumali çabuk gel!” diye ve “Bunu hemen götür” dedi. Cumali bir 250 lik doç pikapla beni Cizre devlet hastanesine götürdü.
Gittim Hasanı buldum ama Hasan’ın odası tıka basa doluydu yer yoktu. Lale isminde bir hemşire ilgileniyordu. Beni doktora götürdü Cumali kapıda kaldı, içeri girdim. Doktor 45 veya 50 yaşlarında, kafası kel, şivesi o yöreye ait biri idi. Adam şöyle biraz gözüme baktı, biraz ağzımı açtırdı baktı. Çekmeceyi açtı. Doya yağ kutusunun içinde hapları avuçladı, bir gazete kâğıdına koydu verdi. Bu gerçek ve hemşire beni bir koğuşa götürdü. 3 asker bir de ben vardım ama hiç yemek yemedim su da içmedim. Bana bir iğne yaptı hemşire, çok acıkmıştım. Neyse gece yattım orada üzüm ve nar çoktu, Cumali gelirken bana biraz nar almıştı. Askerler de verdi, biraz sordu, bir şey olursa şirketin telefonunu da verdi, aretırsın diye… Çok iyi biri idi.
Gece iyice susadım. Kalktım su içmek için. Hiç sular akmıyor ama sedyede bir asker yatıyor. Üzerindeki parkeden onun çavuş olduğunu biliyorum. Parkenin kolunda çavuş amblemi vardı. Duvarlardan tutuna tutuna baktım, ışıkta yanmıyor. Orada bir masa vardı, üzerine kayıt defteri ve bir de 2 veya 3 kiloluk beyaz bir bidon duruyordu. Baktım içi dolu ben de su diye açtım, kaldırdım tepeme. Ağzıma değer değmez, ağzımdan ateşler çıktı, tükürdüm ama içime biraz boğazımdan kaçtı.
Bidonu attım, beni bir korku kapladı. Ağzımı öyle yakınca ben asit zannettim tabi ki asitin adını duymuştum, rengini de bilmiyorum, öleceğim şimdi. Annem ne yapar diye aklımdan geçirdim, ağzımın ateşi ile duvardan tutuna tutuna gidiyordum.
Giderken kadınların koğuşuna girdim, su var mı diye sordum. Hiç kimse anlamıyordu. Bir bayanın kucağında çocuk vardı, işaret ettim, o masada yanında sürahi de su varmış getirdi, bana bir şeyler söyledi ama ben anlamdım. Suyu içtim, Allah ondan razı olsun ama içim yanması bitmiyor dudağım kocaman. Gene ne oldu, elimi vuruyorum normal elimi çekiyorum kocaman hissediyorum,derken gittim duvarlardan tutunarak, yattım. Ölüm hiç aklımdan çıkmıyordu, ne zaman öleceğim diye bekliyordum. Çocukluk duygusu bir de gurbet bir de yalnızlık derken, “Öleceğim nasılsa” dedim. Cuma’linin getirdiği nardan bir tane yedim. Susuzluğumu gidersin diye, o da iyice mahvetti beni. Ağzım yapıştı, vesselam sabahı ettim ama Azrail’i göremedim. Görmeden bu kadar sıkıntı çektim, görsem nasıl olurdu bilmiyorum
Sabah oldu, servis başladı. Lale hemşire geldi sordum ona “Masanın üzerindeki neydi” diye…” Hayırdır ne oldu ki?” dedi. Onun güzel bir Türkçesi vardı. Bilmiyorum Kara Denizliliydi
Sanırım… Dedim ki “Su diye içtim, ağzımı, içimi mahvetti” Çok güldü “Sarhoş oldun mu?” dedi. “yok” dedim, askerlerde dinliyordu , “O saf alkoldü, bir şey olmaz!” dedi ”Sarhoş olmadınsa”
İçim rahatlamıştı, neyse o nöbeti devretti başka bir hemşire geldi. Sabah iğnemi yapacak bana dedi ki “kendini sıkma serbest bırak,”ben de“Tamam” dedim. İğneyi bir batırdı. Çekecek sandım, bir daha bir bağırdım birazda küfürlü ve kaba konuştum anam ağlamaya başladım. O kadar canım yanmıştı oradaki asker benimle ağladı.Diğer biri çıkıştı hemşireye , “ Nasıl iğne yaptın çocuğu ağlattın” diye. Hemşire, “Bu iğne yağlı biraz yakar” dedi ama ben o iğneden sonra tan 22 gün topaldım. İki gün sonra çıktım hiç yemek yemeden, az patates verdiler, suyu da sonra nasıl içtim bilmiyorum. Metin’le Cumali geldiler ziyaretime… “İyiyim” dedim, doktora söylediler ve doktor sordu “Kendini iyi hissediyor musun?” diye, “Evet”dedim kurtulmak için ve çıktım. Allahın bu gününe şükür.
Bu bir gerçek hayat Hikayemdir.
Bekir Akbulut
10.22.2012
YORUMLAR
Ozan İhlasi (Bekir Akbulu
Ozan İhlasi (Bekir Akbulu
Bu okuduğum 3. yazınız, söylemezsem çatlarım. De, da takıları yerinde kulanılmıyor, özel isimler kesme işaretiyle ayrılmıyor, imla kurallarına aldırış edilmiyor.Bunlar mutlaka düzeltilmeli, bunun için de bol bol okunmalı.Saygılarımla.
Ümit İpekçeker tarafından 11/29/2012 6:48:18 AM zamanında düzenlenmiştir.
güzel bir anıydı. Bende 80de 14 yaşındaydım. Orta sona gidiyordum. Bir gün kalktık rahmetli dedem Darbe oldu dedi artık asker olaylara el koydu. Biz küçük kasabada yaşadığımız için olay görmemiştik. Sağ sol kavgalına şahit olmadık sadece asvalttaki DEV SOL yazısı yazılıydı. Biz yağ şeker çay kuyruğuda görmedik. Çünkü yağımız zeytin yağ idi çay yoksa ıhlamur içiyorduk. Şekeride bir şekilde tedartik ediyorduk. Tüp bulamazsak annem kuzinede ve dışarda ocak yakarak yemek yapardı. Söylemek istediğim küçük kasabalarda köyülerde hiç bir şeyin sıkıntısı çekilmez çünkü kendi ihtiyaçlarını kendi karşılar
saygılar
Ozan İhlasi (Bekir Akbulu
Gerçek yaşanmış hayat hikayelerini çok severim. Sizin yazınızı da merakla okudum güzeldi bana askerde yaşadığım bir salgında hastanelik oluşumu anımsattı Şiirlerinizi de takip ediyorum Çokta beğenerek okuyorum. Hele atışmalar çok güzeller. Saygı ve selamlarımla.
Talip ACILIOĞLU tarafından 10/22/2012 5:32:58 PM zamanında düzenlenmiştir.