- 598 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VAR OLMA SAVAŞLARI
Son yıllarda, Afrika-İslam coğrafyasında tarihin en büyük insanlık dramı yaşanmaktadır. Enerji bakımından dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olan bu topraklar; başta ABD olmak üzere Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından işgal edilmektedir. Batılılar, bu soysuz işgallerine meşruiyet kazandırmak amacıyla; bu bölgeye demokrasi ve barış götüreceklerini ileri sürüyorlar. Bu batılı-haçlı şer odakları, aralarına Türkiye yönetimini de alarak bu işgal ile birlikte Türkiye’yi yıpratmak, dost-İslam ülkeleriyle aralarını açmak ve Türkiye’yi kendi coğrafyasında yalnızlığa terk etmek istiyorlar. Batılı-Haçlı emperyalist küresel güçler, bu hengâmede; Türkiye’nin, İran ve Suriye ile savaşmasını temin etmek ve böylece bir taş ile birkaç kuş vurmanın gayreti ve hevesi içindedirler.
Senaryosu, NATO ve Pentagon’da hazırlanan BOP, artık nihai hedefine ulaşmak üzere. Türkiye, NATO üyesi olması hasebiyle bu şer ittifakın yanında yer almak zorunda kalmıştır. Oysa NATO’nun amacı; suni sebepler üreterek herhangi bir ülkenin veya ülkelerin toprağını işgal etmek, bu ülkelerin egemenlik haklarına tecavüz etmek değildir. NATO’nun amacı; üye ülkelere fiili bir saldırı olduğunda üye ülkelerin ortak tavır koymasını sağlamaktır. Esasında NATO, dünyayı komünizm tehlikesinden korumak amacıyla Sovyetler Birliği’nin kurduğu VARŞOVA PAKTI’NA karşı kurulmuştur. 1990 yılında Sovyet Rejimi yıkılınca, NATO düşmansız kalmıştır. ABD, yeni düşman arayışına girmiş ve düşman olarak İslam Ülkeleri’ni seçmiştir. HEDEF İSLAMİYET! ABD Başkanı Bush; İkiz Kulelerin vurulmasıyla şu tarihi açıklamayı yapmıştı: “Artık haçlı seferleri fiilen başlamıştır…” Hatırlanacağı üzere ABD, İkiz Kulelerin vurulmasını bahane edip, Fransa, Almanya ve İngiltere ile birlikte Afganistan’ı işgal etmişti.
Günümüz siyasi irade; Pentagon ve NATO tarafından tasarlanıp hayata geçirilen BOP’ un eş başkanlığına getirilmiştir. Eş başkanlık vazifesi, siyasi iradeye ağır yükler yüklemiş; siyasi iradeyi dostunu ve düşmanını birbirinden ayıramaz hale getirmiştir. Hâlbuki tarih, geleceğin aynasıdır. Batılı-haçlı emperyalist devletlerin bugün Ortadoğu coğrafyasında uyguladıkları emperyalist oyunlarının aynısını Osmanlı’nın duraklama-yıkılma döneminde de uygulamışlardır. Bu şer odaklarının inanılmaz baskısı ve entrikaları sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, savaşlarla ve iç isyanlarla parçalara ayrılmış, borçlandırılmış; Duyunu Umum ilan edilerek Osmanlı Maliyesi’ne el konmuş ve Osmanlı’nın egemenliğine resmen son verilmişti.
Batılı-Haçlı emperyalist devletler, Irak’ı nükleer füzeler geliştirmekle suçlayarak; Türkiye yönetiminin desteğini de alarak Saddam Rejimi’ni yıkmıştı. Irak’ın parçalara ayrılmasından sonra Barzani-Talabani üzerinden bir kukla Kürt yönetimi kuruldu; ancak Irak’a demokrasi gelmedi. Irak halkı Şii-Sünni, Arap-Peşmerge-Türkmen gibi etnik ve dinsel unsurlara bölündü ve bu unsurlar arasına nifak tohumları ekilerek Irak büyük bir iç kaosa sürüklendi. Bu bölgede kan ve gözyaşı hiç durmadı. Böylece Irak, ABD’nin bir eyaleti haline getirildi. Saddam, devletiyle birlikte idam sehpasına çekildikten sonra, sıra Libya’ya geldi. Daha önceleri Fransa’ya yakın duran Kaddafi’de yine Türkiye yönetiminin katkısıyla emperyalist devletler tarafından alaşağı edildi ve ülkesi paramparça edildi. Bu ülkede de halk, dini ve etnik bakımdan parçalara ayrıldı; halk arasına nifak tohumları ekilerek insanlar birbirine düşürüldü. Bu süreci kan ve gözyaşıyla yaşayan Müslüman Libya’da kontrol Batılı-Haçlı ülkelerin eline geçti.
Batılı-haçlı emperyalist devletler, İsrail’in bölgedeki stratejik ve askeri gücünü artırmak amacıyla Suriye ve İran rejimini yıkmaya çalışmaktadır. Daha düne kadar muhalif güç diye bir şey ortada yok iken; birden bire muhalif güçler ortaya çıktı. Bu muhalif güçler; ABD, İsrail, Almanya, Fransa. İngiltere ve Amerika’ya biat eden Sudan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Körfez ülkeleri tarafından silahlandırılmaktadır. Rusya, Çin, İran ve Suriye, Türkiye yönetiminin muhalifleri desteklemesinden rahatsız olduklarını belirmişlerdir. Bağımsız gazetecilerin bölgede yaptıkları araştırmalar; Hür Suriye Ordusu’nun, CIA ve MOSSAD ajanları tarafından teşkilatlandırıldığını; paralı askerler olduğunu; ABD’nin ve İsrail’in politikalarına hizmet ettiklerini belirtmişlerdir.
Suriye yönetimi, devletinin birliğini ve varlığını korumak için mücadele etmektedir. Küresel güçler tarafından körüklenen isyanların önünü alabilmek için güç kullanmaktan başka çare bulamamıştır. Esat yönetimi; kendi halkını katlediyor, asıyor, kesiyor gibi iddialar asılsızdır. Beşar Esat; İsrail, batılı devletler ve pek çok Müslüman Arap devleti tarafından kışkırtılan İsyancılara karşı askeri güç kullanmaktadır. Suriye yönetiminin öldürdüğü sivil halkı değil, isyancılardır. Bu durum; Türkiye’nin PKK Terör Örgütü’ne uyguladığı askeri operasyonla benzerlik arz etmektedir. Bu durumda kalkıp, Türkiye yönetiminin halkını katlettiğini iddia etmek ne kadar komik ise; Esat yönetiminin de kendi halkını katlettiğini iddia etmek bir o kadar komiktir.
Suriye’nin, batılılar tarafından işgal edilmesi elbette başta Rusya’nın ve İran’ın işine gelmeyecektir. Suriye yönetimi, İran-Rusya ve Çin ile birlikte bu emperyalist devletlere karşı; askeri, siyasi ve ekonomi alanlarda iş birliği içindedir. BOP eşbaşkanlığına getirilen siyasi irade, yanlış politikalarıyla Türkiye’yi İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin ve daha da önemlisi Rusya’nın önüne sürmüştür. Bu Batı yanlısı politikalar ne yazık ki Türkiye’yi bir açmaza sürüklemiştir. Türkiye, İslam ülkeleriyle birlikte mi hareket edecek; yoksa Batılı-Haçlı emperyalist devletlere destek vermeye devam mı edecek? Hükümet, batılılara destek vermeye devam ederse, İslam coğrafyasında Türkiye’nin hiçbir prestiji kalmayacaktır. Bu vahim durum, Türkiye için çok büyük bir handikap olacaktır! Bu tarihi hatalar, Türk siyasetinin tıkandığının resmidir. Bu resim, Türk siyasetçilerine, milli siyaset-milli politika izlenmesi gerektiğini çok açık ortaya koymaktadır.
İran Yönetimi, batılı emperyalistlerin kendilerine da saldıracağını bilmekte; Türkiye üzerinden gelebilecek tehlikelere karşı tıpkı Suriye gibi Rusya ve Çin ile askeri ve stratejik alanlarda sıkı bir işbirliği yapmıştır. İran Yönetimi, Türkiye’ye (Malatya-Kürecik) konuşlandırılan balistik füzelerin aslında İsrail Devleti’ni korumaya yönelik olduğunu belirterek, aksi durumda Türkiye’yi vurmaktan çekinmeyeceklerini belirtmiştir.
İran’ın işgal sebebi gayet basit ve gülünç: İran, uranyum zenginleştiriyor! Bu demek oluyor ki; batılı emperyalistler ve Yahudiler her türlü nükleer silah üretecek ama iş İslam ülkelerine gelince yasak olacak. Her ülkenin silah üretme hakkı vardır ve bu hak ancak ve ancak savunma ve insani amaçlar için kullanılmalıdır. Ancak bu silahlar, Batılı-Haçlı devletler tarafından Müslümanların katli için kullanılmaktadır. Ve pek tabidir ki; İslam devletlerinde meydana getirilen iç kargaşadan küresel silah baronları nemalanmakta; İslam coğrafyası cehenneme çevrilmektedir.
Hadis kaynaklarına baktığımızda üçüncü dünya savaşının mutlaka çıkacağı haber verilmektedir. Bu savaşın çıkış noktası Suriye-Şam olarak ifade edilmektedir. Şurası muhakkak ki; Türkiye, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan büyük bir ülkedir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizin stratejik önemini daha da artırmaktadır. Fırat ve Dicle’nin Türkiye’ye ait olması, henüz el değmemiş yer altı kaynaklarına sahip olması hiç kuşku yok ki emperyalist devletlerin iştahını kabartmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’ye sahip olmak, dünyaya hâkim olmak demektir.
Haçlı politikalarını kısaca özetledikten sonra; coğrafi konumu itibariyle Türkiye’nin güçlenerek varlığını sürdürebilmesi için şu stratejik adımları atması zaruret haline gelmiştir.
a-) Türk İstihbarat’ı kesinlikle millileştirilmeli; ortak paylaşıma kapatılmalıdır.
b-) Türk Silahlı Kuvvetleri modernize edilmeli; vuruş gücü yükseltilmelidir. Üçüncü dünya savaşının ayak seslerini duyduğumuz şu günlerde, Türkiye’nin modern savunma sanayisini acilen kurması; mevcut sanayilerin de modernize edilmesi şarttır.
c-) Eğitime büyük önem verilmeli; Türk Eğitim Sistemi kesinlikle milli-dini ve ahlaki yapıya kavuşturulmalıdır. Eğitim yuvalarında yetişen gençlerimize batının değil, öz be öz Türk Milleti’nin ve İslam’ın değerleri verilmelidir. Gençlerimizin ülkesine, milletine hizmet veren ve komşu ülkelere de güven ve nizam götüren nesiller olarak yetişmesi sağlanmalıdır. Üniversiteli gençlerimize ‘ARGE’ Projesi çerçevesinde büyük imkânlar verilmeli ve gençlerimizin bilim, teknoloji ve tıp alanlarında gelişimi sağlanmalıdır.
d-) Gençlerimize dünya siyaseti en iyi şekilde öğretilmeli. Dost ve düşman ülkelerin askeri, siyasi, istihbarı ve ekonomik yönleri mutlaka öğretilmeli.
e-) Türk Milleti yoksulluk belasından mutlaka kurtarılmalıdır. Milleti yoksul olan bir devlet, hasta ve zayıf bir devlet demektir. Devlet; tarım, sanayi ve hayvancılık sektörlerine programlı bir şekilde yatırımlar yapmalı; can çekişmekte olan bu sektörleri ayağa kaldırıp, dünya ülkeleriyle rekabet edecek hale getirmelidir. Bu sektörlerin canlandırılması demek, Türkiye’nin şahlanması demektir.
f-) Türk Dış Siyaseti Millileştirilmelidir: Siyasetçilerimiz, ABD’nin geliştirdiği projeleri yüzde yüz milli politikalarımız olarak görmekte, bu projeye her ne pahasına olursa olsun destek vermektedir. Bu yanlış politikalar, dost ülkelerle düşman olmamıza sebep olmuş; ayrıca ülkemiz ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda da büyük kayıplara uğramıştır.
g-) AB’ne Hayır! Türkiye, yıllardır AB üyesi olabilmek için kapı önünde itile-kakıla bekletilmektedir. Hıristiyanlar, bu birliği bir Hıristiyan birliği olarak kurmuş ve halkı Müslüman olan bir devletin bu birliğe girmesinin asla mümkün olamayacağını belirtmişlerdir. Türk Devleti, varlığını sürdürebilmek için kendi birliğinin zeminini hazırlamalıdır. Türkiye’nin bunu başarabilmesi için pek çok imkânı ve gerekçesi bulunmaktadır. İslam ülkelerinin ve Türk Devletlerinin ortak paydalarda buluşması sağlanmalı; kurulacak birliğin önemi, Türk ve İslam ülkelerine kabul ettirilmelidir. Böyle bir birliğin ortaya çıkması elbette hayal değildir. Öyle olsaydı; AB kurulamazdı. Türkiye’nin örgütlenmesini ve güçlenmesini istemeyen harici ve dâhili aydın geçinen bir takım kişiler, böyle bir birliğin asla mümkün olamayacağını yazıp, çizdiler. O malum kişilerin kimlere hizmet ettiği ise gün gibi ortadadır.
j-) Günümüz siyasi irade; iş başına geldiği günden beri özelleştirme adı altında yer altı madenlerimizi, limanlarımızı, topraklarımızı ve KİT’lerimizi yabancılara satmıştır. Güçlü bir ülke olabilmemiz için siyasi iradenin özelleştirmeleri durdurması, sattıklarını veya özelleştirdiklerini tekrar alması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki; enerji olarak kullanabileceğimiz madenlerimiz, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının teminatıdır. Türkiye’nin, enerji ihtiyacının %97’sini dışarıdan karşıladığını hatırladığımızda bunun önemini daha iyi anlaşılacaktır.
Sonuç olarak; Türkiye’nin, belirleyici bir ülke olabilmesi için milli politikalar geliştirmesi gerekir. Batılı politikalara destek vermekle milyonlarca Müslüman kanının döküldüğü, İslam ülkelerinin birer birer işgal edildiği, Müslümanlar üzerinde şiddetli asimilasyon politikalarının uygulandığı, Türkiye’nin kazanan değil; ekonomik-siyasi ve kültürel anlamda kaybeden ülke olduğu bilinmelidir. Günümüz siyasi irade, gelişen ağır şartların ve bir türlü çözemediği terör olaylarının getirdiği şaşkınlıkla olsa gerek; Türkiye’nin küresel bir güç olduğunu dosta-düşmana göstermek için Rusya’nın ve Ermenistan’ın uçaklarını çeşitli gerekçelerle indirmiştir. Birkaç uçak indirmekle küresel güç olunamayacağı siyasi irade tarafından iyi bilinmelidir. Bölgesel ve Küresel güç olmanın şartları ve yolları bellidir. Gerisi hikâye…
Halit DURUCAN
20.10.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.