MAŞUK/12.BÖLÜM
HAYATIN ELİF HALİ(ELİF’İN HİKAYESİ)
‘’Hepsi benim suçum!’’ Karaköy-Üsküdar arası çalışan bu vapurda korkuluklara yaslanmış; uzaktan geçen gemilere bakarken bunları düşünüyordum… Şimdi şurada denize atsam kendimi ya da şu geçen gemilerden birinde olsam, kaybolsam. Bütün sıkıntılarımdan kurtulsam… Kendi kendime bu kadar kötülüğü nasıl yaptım, bilmiyorum. ‘’Aşk başa gelince akıl tatile çıkarmış.’’ derler ya benimkisi dünya turuna çıkmış, haberim olmamış. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslattığında fark ettim ağladığımın. Öyle çok şey birikmiş ki içimde; kalbimin hangisine ağladığını ben bile bilmiyorum. Annesiz babasız yaşama direnmeye çalışırken; hayatın bana bir kazık daha atacağını hesaplamamıştım.
Ben çok küçükken ayrılmış annem ve babam. Beni babaannem büyüttü. Öç alır gibiydi ikimizden de babam, kendi kusuruna bakmadan. Annemi aldatan, dayak atıp hayatından bezdiren oydu. Komşularımız anlatırdı, kadıncağızın gözünün moru hiç geçmezmiş. Kıskanç ve geçimsiz bir adammış. Canına tak eden annemin onu; bütün tehditlerine rağmen boşamasını bir türlü hazmedememişti. Öfkesi ve inadı yüzünden annemle beni hiç görüştürmedi. Beni de babaannemin başına atıp, hiç yokmuşum gibi hayatını yaşamayı tercih etti. Her ikisi de hayatta olmasına rağmen yıllarca şu dünyada annesiz ve babasız kaldım. Yorganın altına siner, saatlerce ağlar, annemin yanında olmayı, ona sarılmayı ve bir daha hiç ayrılmamayı isterdim. Ama değil anneme sarılmak; uzaktan görmem bile yasaktı. Üniversiteyi kazandığımda bir sömestr tatili için memlekete geri dönerken, gizlice o da bir gece annemde kalabilmiştim. Hepi topu bu kadardı annemi görüşüm. İkimizi de uyku tutmamıştı sabaha kadar. Sarılıp sarılıp öpüp koklamıştı annem. Zaman hızla akıyordu yanında ama uzun kalamayacağımı her ikimiz de biliyorduk. Annem yeniden evlenmiş, başka çocukları olmuştu. Doğal olarak yeni hayatının içinde bana artık yer yoktu. ‘’Beni hiç unutmadığını, unutmasının da mümkün olmadığını ama babamın nefreti yüzünden bir türlü kavuşamadığımızı’’ anlattı. Babaannemin de payı büyüktü bu konuda. Sevmezmiş annemi o zamanlar. Sonrasında babamın yeni evlendiği kadından da hiç hoşlanmamıştı ya; anneme ettiklerini edemiyordu üvey anneme. Değil sesini çıkarmak evine bile besmele ile gidip geliyordu babaannem. İçimden ‘’Oh olsun! Dinsizin hakkından imansız gelir!’’ diyordum. Beni ise hiç kabul etmedi üvey annem. Bu dünyaya gelmiş bir fazlalık gibi sürekli kenarlarda unutulmuştum. Sonrasıysa koca bir alışkanlık oldu. Tek başıma büyümüş, olgunlaşmış, mimarlık okumuş, tek başıma büromu açmış ve iyi kötü kimselere muhtaç olmadan yaşayıp gitmiştim. Ölsem, yitip gitsem kimsenin ruhu duymayacağı gibi kimseler de merak etmiyordu beni.
Hayata yalnız direnmekten yorulmuştum. Artık evlenip benim de bir yuvam olsun istiyordum. Bir gün bir adam çıktı karşıma. Ayaklarımı yerden kesti ilgisiyle. Öylesine yalnız ve öylesine sevgiye muhtaçtım ki; onun bütün yalanlarına gözüm kapalı inandım. Altı aydır beraberdik. Evlenecektik… Emlakcıydı. Bir gün ‘’çok uygun arsalar bulduğunu, nakit ve çeke ihtiyacı olduğunu’’ söyledi. Birkaç yıla kadar çok değerlenecekti bu arsalar. Geleceğimiz için iyi bir yatırım olacaktı. Hiç art niyet düşünmeden bankadan çektiği krediye kefil oldum, ayrıca çeklerimi de kullanmasına müsaade ettim. Etmemeliymişim… Arası çok sürmeden beni sevdiğini söyleyen adam; para ve çeklerle ortadan kayboldu. Adamın asıl mesleği dolandırıcılıkmış. Meğer dolandırdığı kaçıncı kurbanmışım ben de. Avukatımın yanından geliyorum. Suç duyurusunda bulunduk. Fakat anladığım kadarıyla bu borcu her halükarda ben ödeyeceğim. Bunca zamandır kazandığım neyim varsa hepsini kaybetmek üzereyim yani. Vapurun tam ucunda denize dalmış bakarken o gemilerden birine binip sonsuza kadar ortalıktan kaybolmayı istiyordum bir kez daha ya da denize atlayıp yok olmak…
Mevsimin ve denizin verdiği üşümeyle korkuluklardan banklara doğru ilerledim. Canım içeri girmek istemiyordu. Birkaç tiryaki hariç çoğu yolcu içerideydi. Kalabalığın nefesinden vapurun camları buharlanmıştı. Oturduğum yerden tekrar seyre daldım İstanbul’u. Ama ne İstanbul’un güzelliğini görecek gözüm vardı ne de etrafımı. Başıma gelenler her aklıma geldiğinde gözyaşlarım kendiliğinden akıyordu. Bir elin bana kâğıt mendil uzattığını gördüm. Başımı kaldırıp baktığımda uzun boylu, esmer, saçlarına hafiften kırlar düşmüş otuz, otuz beş yaşlarında birisini gördüm. Siyah paltosu ve beyaz kaşkolü ile Yılmaz Güney’i hatırlatıyordu. Hüzünle gölgelenmiş gözleriyle bir süredir beni izlemiş olmalıydı. ‘’Teşekkür ederim!’’ diyebildim sadece boğuk bir sesle. ‘’Kumaş mendil verebilmeyi isterdim ama kâğıt mendille idare edeceksiniz artık!’’ diye espiri yapmaya çalıştı. ‘’Anlamadım!’’ dedim. ‘’Hani tertemiz kumaş mendiller verirlerdi eskiden Türk filmlerinde onu kastetmiştim. Kötü bir espriydi sanırım!’’ diye de açıklamak zorunda kaldı. Hafifçe gülümsedim. ‘’Sizi ağlatacak kadar üzebildiğine göre aptalın tekiymiş!’’ dedi. Bir kez daha gülümsedim. Aşk acısı çektiğimi düşünüyordu sanırım. ‘’Kim?’’ dedim anlamazlıktan gelerek. Gülümsememden cesaret alarak; ‘’Seni üzen delikanlı!’’ dedi bir kez daha. ‘’Peki, aşk acısı çektiğimi nereden çıkardınız?’’ diye sordum ben de. ‘’Sessizce ağladığınızdan yola çıkarak birinci ihtimal buydu. Yok, aşk acısı değil derseniz başka ihtimallerim de var elbet.’’ dedi. Cevap vermeden yüzüne baktım. Çok ciddi bir ifade takınıp; ‘’Sanırım bu deli de kim diye düşünüyorsunuz? Haklısınız. Benim de denizle kederimin arasına burnunu sokan bir yabancı olsaydı böyle düşünürdüm!’’ dedi. Hala avukatla görüşmemin etkisinden çıkamamışken hiç tanımadığım bu adamın esprileri beni güldürmüştü. Kendimi toparlayıp ‘’Aşk insanı aptal durumlara düşürebiliyor!’’ dedim kızgınlıkla çıkan sesimi kontrol edemeden. Kendisine kızdığımı düşündü sanırım. ‘’Özür dilerim sanırım densizlik ettim.’’ dedi. ‘’Lütfen, size değil kızgınlığım. Size teşekkür ederim. Özellikle mendil için!’’ diye kaldırıp mendili gösterdim. ‘’Şuan en çok bir mendile ihtiyacım vardı!’’ diyerek ben de aptalca bir espiri yaptım. Elini uzatıp kendini tanıttı. ‘’Ben Kerem Türkoğlu. Cüretimi bağışlarsanız sizi dinlemek isterim. Henüz karşıya ulaşmamıza zaman var.’’ dedi. Aslında beni neden dinlemek istediğini anlamıyordum. Milyon nüfuslu bu şehirde kimse kimseye dikkat etmez, acılarıyla ilgilenmezdi. ‘’Niye beni dinleyeceksiniz ki?’’ diye sordum. ‘’Bir kitapta yazar, insanlar birbirlerini gerçekten sadece dinleseler ama sadece dinleseler bu kadar çok sorun olmaz, çözülürdü diyordu. Bizi gerçekten tanıyan ya da tanıdığını sanan birçok insanın hayatımızın gidişatıyla ilgi akıl verecek, söyleyecek çok sözleri vardır. Oysa bazen hiç yorum yapmadan sizi dinlemeleri yeterlidir. Hiçbir şey olmasa bile bu sizi rahatlatır. Hem belki de anlatırken çözüm yolunu kendiniz bulacaksınız.’’ dedi. Söyledikleri mantıklı geldi bana. Bu adam ya Hızır aleyhi selamdı ya da gerçekten bir kaçık. Düşündüm ki tanıdığımı sandığım adam bile bana hayatımın en büyük kazığını atmışken bu adamın bana zararı en fazla asılmak olurdu. Beynimin içi o kadar doluydu ki boş verip onunla sohbet etmekte sakınca görmedim. Önümüzden geçen garsondan iki bardak çay aldı. Garson gittikten sonra bir süre sessizce çaylarımızı yudumlarken çığlık çığlığa martıları seyrettik. Yüzüme bakarak; ‘’Siz hala isminizi söylemediniz ama!’’ dedi tatlı sert kızıyormuş gibi. ‘’Elif! Elif Nevzer!’’ dedim. Tekrar elini uzattı ve tekrar ismini söyledi. ‘’Ben de Kerem Türkoğlu! Tanıştığımıza memnun oldum. Evet; Elif Nevzer Hanım. Dostlarımın dediğine göre iyi bir Güzin Ablaymışım. Şimdi anlatacak mısınız sizi ağlatacak kadar üzen şeyi!’’ Öyle munis çıkmıştı ki sesi; kendimi en yakın arkadaşımla dertleşir gibi hissettim. Yine de ‘’Boş verin! Üstelik anlatınca azalacak bir sıkıntı da değil.’’ dedim. ‘’Sizi anlıyorum. Bir yabancı ile özelinizi paylaşmak istememeniz çok normal. Muhtemelen bu şehirden kaçmak ve saklanmak istiyorsunuz. Belki de görünmez olmak. Ben öyleyim. Kimselere haber vermeden işten kaçar sığınağıma Salacak’a gelir, Kız Kulesini ve martıları seyrederim. İsterim ki içimde birikenler denize, gökyüzüne karışsın ve rahatlayayım. Bazen olur, çoğu zaman da olmaz. Şimdi de oraya gidiyorum. Hayatta her şeyin çözümü var; ölüm hariç. İşte bir ona çözüm bulunmuyor.’’ dedi. Öyle içten gelmişti ki söyledikleri karşısında yavaş yavaş çözülmeye başladım. Kısaca anlattım başıma gelenleri. Dinledi. Sözümü bitirmiştim ki telefonu çaldı. ‘’Bir saate geliyorum, beklesin!’’ dedi bir süre karşısındakini dinledikten sonra. Bu arada vapur da Üsküdar iskelesine yanaşmak üzereydi. Cebinden bir kart çıkardı bana uzattı. ‘’Bu gün dinlenin. Yarın bana gelin. Bizim şirketin avukatları duruma bir baksın. Bakalım size yardımcı olabilecek miyiz?’’ dedi. Şaşırmıştım. Teşekkür ettim ve ‘’Bakarız!’’ dedim. Kuşkularımın olduğunu anlamıştı. ‘’Sanırım kim bu adam diyorsunuz içinizden kendinize. Bana niye yardım etmek istiyor? Haklısınız. Günün bu saatinde burada karşılaşmamız tesadüf değil diye düşünüyorum. Türkoğlu Holdingin Genel Müdürüyüm. Kartta şahsi telefonum ve adresim var. Şirket avukatlarına durumu anlatırız. Gelirken elinizdeki evrakları da getirirsiniz. Bizimkiler bir bakarlar. Yine de siz bilirsiniz.’’ dedi zorlamaktan çekindiğini göstererek. İyi niyetli birine benziyordu. Utanmıştım düşüncelerimden. Ama yine de kartta yazanların doğru olup olmadığından emin değildim.‘’Sıkıntı vermek istemem!’’ diye yüreğini ferahlatmak istedim. ‘’Hiç sıkıntı olmaz. Siz müsterih olun. Yarın istediğiniz saatte arayın beni. Siz geldiğinizde avukatlarımız hazır olurlar. Hem meslektaş sayılırız.’’ dedi. ‘’Peki, ben size nasıl yardımcı olurum.’’ dedim. Saatine baktı. ‘’İsterseniz bunu da yarın görüşürüz. Şimdi şirketten beni bekliyorlar. Kalkan ilk vapurla geri dönmem gerekiyor. Bir randevum vardı unutmuşum.’’ dedi. Sahilde vedalaştık, ayrıldı. Bu karşılaşma küçük bir mola verdirmişti düşüncelerime. Ama o gidince yeniden başladı. Kader küçük bir çocuk gibi sürekli ortalığı dağıtmakla meşguldü, bizlerse dağılanları toplamakla…
YORUMLAR
Hayatın içinden acıtan manzaralar bunlar ve çocukların hayatla mücadelesi, sınavı bence. Sonra da o çocuklar birey oluyor ve ömür boyu o sızıyı, sevgişsizliği yaşatıyorlar bir yanlarında. Yine güzel bir bölümdü Gülhan' ım. Sevgilerimle arkadaşım.