- 624 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Şapel
O herkesin ağzında...
Daha geçen gün Kontes Debuchet’nin salonundayken bütün öğleden sonrasının ondan bahsedilerek geçirildiğine şahit oldum. Sanki o gün, oraya, en yeni sahnelenen eserleri tartışmaya gelmemişiz de, Mehmed Rıza Bey’i çekiştirmek üzere toplanmışız. Onu gören mutlu azınlık neredeyse Mesih’in dirilişine tanık olmuşcasına heyecanla kendisini anlatıyor. Hele Madame Bonnet’nin ondan bahsederken bir iç çekişi var ki, sormayın: Mehmed Bey şöyle giyinmiş, böyle reverans yapmış, Racine’den ne güzel de alıntı yapmış, Corneille’i ne ustaca yerin dibine geçirmiş, vs. Belli ki sözü edilen Farisi, henüz Madame Bonnet’yi yatak odasında ağırlamamış. Halbuki berikinin bunun gerçekleşmesi için nasıl çırpındığını gözümün önüne getirebiliyorum. Madame Bonnet’yi iyi bilirim.
Bir süredir moda...
Ondan bahsetmek, onu çekiştirmek neredeyse sıradan kabul edilir oldu. Bu Safevi elçisi Paris’e gelşiyle beraber, gündem onun haberlerinden geçilmiyor. Mehmed Rıza Bey ile kalkıyor, onunla Tuileries de yürüyor, hazretlerinin manevi eşliğinde trajedi seyretmeye koşuyoruz. Bu moda sadece hanımları sarmış değil. Daha geçenlerde büyük usta Lully’e denk geldim; bitirmek üzere olduğu marştan bahsediyordu. Safevi heyetinin Paris’e gelişinden etkilenmiş. Üstada eserine niye Türklerin Seremonisi Üzerine Marş adını verdiğini sordum: “Aynı şey değiller mi?” diye cevap verdi. Belki de aynılar. Bir Türkle bir Farisi yanyana görsem, kimin kim olduğunu anlayamam. Ama konuyla ilgili bildiğim tek bir şey varsa o da Safevi heyetinin buraya Türklere karşı Louis’nin desteğini almaya gelmiş olduğu.
O saraya gidiyor...
Büyük karşılaşma sonunda gerçekleşiyor. Mehmed Rıza ve beraberindekiler Versailles’a gidiyorlar. Louis adeti üzere onları bir süre, örneğin bir hafta kadar dairelerinde bekletti. Bu sürede Louis’nin maiyetindekilerle Farisilerin kaynaşmalarını sağladı. Louis bu yakınlaşmanın sonucu olarak kendisine gelen duyumlar doğrultusunda, elçiyi huzuruna almaya karar verdi. Görüşmenin bir sonraki hafta içinde yapılacağı da Mehmed Rıza’ya iletildi.
Ben kendisini Pazar ayinine kadar görmedim. Ama haberleri düzenli olarak geldi. Bir seferinde, akşam yemeğinden önce müzisyenlerin eline kendi bestesinin notalarını tutuşturmuş. Notasyona bakılırsa birileri Farisi’yi bu konuda eğitmiş; o yüzden müzisyenler onun ne demek istediğini gayet iyi anlamışlar. Ama arka arkaya gelmemesi gelen bir sürü ses kapıtların üzerinde olunca varmış, orkestra çalmayı reddetmiş. Bu da elçiyi çileden çıkarmış. Müzisyenleri tekme tokat salondan kovup bir daha gözüne gözükmemeleri konusunda tehdit etmiş. Louis ise olayı duyduğunda gülümsemiş, elçinin emrine yeni müzisyenler vermiş. Eskilere ne olduğunu ise bilen yok.
Bir başka sefer de, Mehmed Rıza yemeklerde şarap servisi yapılmasını yasaklamış. Bunun yerine isteyenlere likör veriliyormuş. Yasağın sebebini soranlara elçi ‘Kutsal kitabın şarabı yasakladığını’ hatırlıyormuş. Yine de elçinin, yatak odasında ziyaretçileri için epey miktarda şarap bulundurduğu söyleniyor. Buradan da misafirlerinin Muhammedçi olmadığını anlıyoruz.
Onunla karşılaşıyorum...
Daha önce de belirttiğim gibi kendisi Versailles’daki Pazar ayinine kadar görmedim. O sabah aklınıza gelebilecek tüm kalburüstü soylular şapeli doldurmuştu. Şapel tüm sarayda Tanrı’nın anıldığı tek yerdi. Louis ayine başından katılmaz, sonralarına doğru gelirdi. O gün de öyle oldu.
Fısıldaşmaların artmasından Mehmed Rıza Beyin de geldiğini anladım.
’’Kafir değil miydi bu?’’ diye Saint-Sulpice’e sordum.
’’Anlaşılan ayini merak etmiş. Söylentiye göre annesi Nasıriymiş.’’
Mehmed Rıza, beklediğimden uzun boyluydu. Elmacık kemiklerine kadar uzanan gür bir sakalı vardı. Atletik bir yapısı vardı. Onu, işçiliği öve öve bitirilemeyen ince, uzun tüfeklerinden biriyle ateş ederken gözümün önüne getirebiliyordum. Kendisine eşlik edenlerin çoğu dışarıda kalmış olmalıydı; yanında sadece iki Ermeni muhafızıyla bir de çevirmeni vardı. Çevirmene pek iş düşmüyor, elçi karşılaştıklarıyla doğrudan sohbet ediyordu.
“Biraz fazla kasılmıyor mu?” diye fısıldadı Saint-Sulpice.
“Doğululara ait bir gururu var. Neden gururlanıyorsa...”
“Beraber olduğu her kadın ondan bir çocuk peydahlarsa korkarım ki yirmi yıl içinde Paris’in dörtte biri Farisi olacak. Ondan bir havalara girmiştir.”
“O kadar çok mu?” diye sordum.
“O kadar çok...”
Mehmed Rıza olan biteni izlemek için fazla ortalarda olmayan bir yer seçti. Ayinin başlaması ile de çevresine üşüşmüşler dağılmak zorunda kaldı.
...
Agnus Dei’yi bitimiyle birden şapel balkonunun kapıları açıldı ve önce muhafızları, sonra Louis’nin kendisi içeri girdi. Onun girişiyle beraber tüm ayine katılanlar arkalarına, balkona doğru dönüp ekselanslarını selamladılar: Kadınlar diz çökerek reverans yaparken erkekler bellerine kadar eğilip Güneş Kral’a saygılarını sundular. Bir anlamda Tanrı’ya arkamızı, ne arkamızı, doğrudan kıçımızı dönüyor, onun yeryüzünde görevlendirdiği kişiyi karşılıyorduk.
Gözlerim yerdeki karoların üzerindeyken Saint-Sulpice’in fısıldamasını duydum:
“Farisiye bak.”
Farkettirmeden göz ucuyla elçiyi yokladım. Hala mihrabı seyrediyordu. Koca şapelde bir tek onun ve muhafızlarının sırtı Louis’ye dönüktü. Tercümanı bile yerlere kadar eğilmişti.
Louis’ye baktım; bakışları elçiye takılıp kalmıştı. Sonra kendini toparlayıp devam etmemiz için işaret etti. Bir kaç dakika sonra da ayinin sonunu beklemeden çıkıp gitti.
...
Merak edenler için söyleyeyim, Safevi elçisi Mehmed Rıza Bahtiyari Bey, Louis ile asla buluşamadı. Şapeldeki karşılaşmanın üzerinden çok geçmeden Farisilerin Versailles’dan ayrılması istendi. Ülkelerine gönderilmeden önce de ellerine Güneş Kral’ın cevabı tutuşturuldu. Cevabı hazırlayanlar arasında bulunduğum için o kağıdın üzerinde neler yazdığını gayet iyi biliyorum. Şatafatlı iltifatları çıkardığınızda, geriye şu manada sözler kalıyordu:
“Türklere karşı ortak harekete gelince... Bir başınasınız!”
YORUMLAR
Burada eğilmeme var,güneş tanrısının karşısında Mehmet Rıza eğilmedi.Belki bu yüzden Safevi heyeti destek bulamadı.Veya tam anlayamadım.Gizli bir çekişme var diyelim mi ..
İlhan Kemal
Benim için bir yerde 1438-9 Floransa konsilinin 18 yüzyıl başına bir yansımasıydı bu öykü. Bir Safevi elçisi var. Fransa'ya, Osmanlılara karşı müteffik olma teklifiyle geliyor (Dönemin Fransızcasında Osmanlı yerine Türk kelimesi kullanılıyor). Fransa'nın ise bu yönde özellikle bir niyeti yok; yani Safeviler ricacı durumda.
Olayın koptuğu nokta ise Pazar ayini oluyor (Söylemeye gerek yok; olaylar benim hayal gücümün ürünü). Tüm aristokrasi dünyevi tanrı için ilahi olana arkalarına dönerken, Mehmed Rıza başkasına da ait olsa ilahi tanrıya sırtını (ve dolayısı ile kıçını) dönmeyi reddediyor (Yoksa hükümdarlar karşısında eğilip bükülmek gibi bir sorunu yok). Bu da onlara oldukça karlı olabilecek bir anlaşmaya mal oluyor. Dönüş yolunda Mehmed Rıza'nın kendine küfredip kifretmediğini bilmiyoruz.
Özetle konuyu yakalamışsınız ama anlatımda dolayı belirsizlik olmuş. Kusuruma bakmayın. Saygılarımla.
lacivertiğnedenlik
Ayrıca sizin öykülerinizde kapalı kapılar var bu da çok güzel okuyucunun kafasını yoruyor '' yahu diyorum bu adam ne demek istiyor''belki de bu yüzden ilgimi çekiyor yazılarınız.
İlhan Kemal
Şimdiye kadar okuduklarımdan farklı bir konu ve öykü...
Anlamaya çalışarak okudum ağır ağır...
Konu başlığıyla çok uyumlu öykü...Beğenerek okudum, tebrikler
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için, biraz geç de kalmış olsam, teşekkür ederim. Saygılarımla.