Rıhtımdaki kadın III
Yazarın Ölümü!
Ertesi gün Yıldız, ancak öğlene doğru uyanabilmişti. Evin içi boş ve sessizdi. Bu sessizlik bir an ona cennetsel bir vals gibi geldi; alkolik kocası yoktu. Bu gidişata inanası gelmiyordu ona bir rüya gibi geliyordu bir gün mutlu olacağı günün ulaşılmayası bir özlem gibi gelirdi. Yıldız son günlerde duyduğu ‘alımlı, güzel ve çekici’ kelimeleri duymuş ve fark edilmesi onu çok hoşnut etmişti. Artık yalnız olmadığını biliyor ve geleceğe güvenle bakıyordu. Yatağından kalkıp bir banyo aldı. Güzel kokular sürdü; hiç makyaj olmazdı çünkü doğal güzelliğin farkındaydı ve kimyasal ürünlerle yüzünü hiç yıpratmamıştı! Hazırlanana kadar vakit ikindi olmuştu.
Bir kuş kadar özgür olarak kendini sokağa attı. Onu gören birkaç komşusu arkasında birbirlerine fısıltıyla “Bu kadın çok değişti, kocasını atlatıyor sanırım çünkü eve geldiğinde yüzü Çarşamba pazarı çıkınca gül bahçesi oluyor!”
Yıldız arkasında iftiraların dolaştığını hissediyor fakat dönüp onlara bakmıyor bile “Kendi hayatıma yön vermelerine artık asla izin vermeyeceğim… Hayatımı yeniden kurup yaşamaya bakacağım!” deyip emin adımlarla ve neşeli bir şekilde rıhtıma doğru yürüdü.
Alkolik kocası ise dün gece bir arkadaşında kalmıştı. Bu gece Yıldız’ı takip edecekti, belinde silahı onları suçüstü yapıp gereken cezayı vermeyi aklına koymuştu! O da rıhtıma doğru yol aldı.
Yıldız rıhtımdaydı ve Çakır amcayla konuşuyordu. Yıldız:
“Deman hala gelmedi mi?” dedi. Çakır amca:
“Deman Pazar günleri çok erken gelirdi ve bu saatlerde burada olurdu” kaygısını dile getirdi. Yıldız:
“Sana bir şey söylemedi değil mi?”
“Hayır, önceden bir şey söylemez, kafası estiği gibi davranır, ayrıca telefon da kullanmaz!”
“İyi, ben sahile iniyorum geldiğinde seslenirsiniz, değil mi?”
“Tamam, kızım…”
Yıldız, üzüntüyle sahile inip biraz yürüdü sonra gelip banka oturdu. ‘Yakamoz büfenin yeni ve ilk gelen bir başka misafiri daha vardı. Haydar… Haydar, Yıldız’ın alkolik kocası, tıknaz, dev cüsseli ve konuşurken hırıltı çıkarıyormuş gibi sesler çıkarırdı; çok yaşlıydı. Haydar, Çakır amcaya “Bir çay alabilir miyim? Havalar da iyice soğudu…” Çakır amca, adamın çayını verdi “ Ve sanırım ilk kez buraya geliyorsunuz, değil mi?”
“Evet, şirin bir yermiş doğrusu… Romantik ve havadar” sonra gözlerini sürekli etrafta gözlem yaparcasına dolaştırıp durdu. Sahildeki bankta oturan Yıldız’ı tanıdı ve söylenerek “Bu bayan orda tek başına ne arar acaba?”
“O bir dostunu bekliyor!”
“Ya… Demek dostu da varmış!”
“Dost dedik de yanlış anlaşılmasın gerçek dostluktan bahsediyorum!”
“Ya… Ya kocasını aldatıyorsa? Bu gece vakti bir bayanın tek başında burada olması insanı şüphelendirir! Yanılıyor muyum?”
Çakır amca, içinden ‘Bu olsa olsa Yıldız’ın kocası olabileceğini’ tahmin etmişti. Adamın belindeki çıplak tabancayı da fark etmişti. Çakır amca artık nabza göre şerbet vereceğini düşünüp “O bayan yalnız ve kocası tarafından her gün dövülüyormuş. O da buraya gelip başını dinliyor”
“Öyle mi düşünüyorsun? Ya yalan atıyorsa? Ya maksadı başka bir şeyse!”
“Zannetmem… Bir haftadır buraya geliyor ve bir yanlışını görmedim, o dost dediğimse bir yazar; onu son anda intiharın eşiğinde kurtardı biliyor musun? Yazar, baba bir adamdır ve yıllardır onun sayesinde burada ekmeğimi kazanıyorum!”
Haydar’ın kafasında birden şimşekler çaktı… Haydar, İçinden söylenerek “Zorla güzellik olmaz, bunca yıldır neden bu kadının beni sevmesini bekledim ki? Haydar, yanlış yapıyorsun!” sonra aniden ayağa kalkıp “Eyvallah…” diyerek oradan uzaklaşırken Çakır amca, “Öfkeli isen iki mezar kaz!” dedi.
Ankara’da usul usul kar yağıyordu, yollarda ölüm takılıyordu.
Deman Ankara’da bir ‘Barış’ etkinliğinde başkanlık yapmış, İstanbul’a dönüyordu. Yazarın bindiği araba ile karşıdan gelen bir araba çarpışmış feci bir kaza olmuştu!
Gece yarısına kadar bekleyen Yıldız, Deman’ın gelmesinden umut kesip eve döndü. İçinde bin bir düşüncelerle Deman’ın hayatında endişe ediyordu ve çok kaygılanıyordu. Eve vardığında mutfağa geçip bir bardak su alıp içerken ellerinin titrediğini görüp şaşırdı bu sıra dışı bir durumdu; acı bir habere yorumladı. Daha önceleri de olmuştu, elleri titrediğinde veya kalbinin sıkıştığında anne ve babasının ölümlerini hatırladı. Tüm bunlara rağmen iyi şeyler düşünerek kendini oturma odasındaki kanepeye attı. Arkadan bir ses:
“Yıldız! Korkma ben… Haydar!” yıldız evin içinde kâbus görmüş gibi korkudan bir çığlık attı. Yıldız’ın benzi sararmış, kekeleyerek:
“Sen… Haydar! Köyden ne zaman döndün?”
“Bu akşam döndüm… Köy beni sarmadı… Seninle konuşmak istiyorum”
“Ne hakkında?”
“Seninle Yazar hakkında! Sahi beni aldatın mı? Onu seviyor musun?”
“Ne saçmalıyorsun… Ne sevmesi! Ben sadece seninle boşanmak istiyorum ve bir daha evlenmemek üzere…”
Haydar hiç tereddüt etmeden:
“İsteğin kabul edilmiştir, en kısa sürede mahkemeye başvurabilirsin! İyi geceler!” deyip evden çıktı. Bu kısa konuşma Yıldız’ı telaşlandırdığı gibi korkuttu da…
Yıldız, bir süre donmuş ve hayretler içinde “Ne oldu bu adama? Aman Allahım… Rüya görmüyorum ya!”
Özgürlüğün bir nefes kadar gerekli olduğunu hissetti ve sevinçten ağladı. Bu müjdeli haberi bir an önce Deman’la paylaşma arzusu içine girdi. Yıldız daha şimdiden sabırsızlanmaya başlamıştı. İçi içine sığmıyordu ve sürekli evin içinde dolanıp durdu. Kendini bir tüy kadar hafif hissederek koltuğa bıraktı. Televizyonu açtı. Sonra bir defter, bir kalem bulup bir şeyler karalamaya çalıştı. Aklına gelen bir anlık şiir yazdı…
“Bıraktığın limandayım
Loş, titrek ışıklar altında;
Yıldızlar ve ay…
Martıların süzüldüğü
Göklere bakıyorum
Ve sana bir yıldız koparıyorum
Alıp koynuna öpmen için
Ve kendimi sana bırakarak
Yolunu bekleyeceğim
Gözlerimde muştular var sana
Döndüğün an senin olacağım!
Ruhumu ısıtan yüreğini bekleyerek…
Sana aşk duracağım” diye yazdı.
Az Sonra televizyonda FLASH… FLASH… Ankara’da feci bir kaza… Az sonra gelişmeleri bildireceğiz! Yayın akışında eğlence programı kesildi. Spiker “ az önce gelişen bir kaza haberiyle karşınızdayız! Ankara-İstanbul istikametinde gitmekte olan bir araç ile bir kamyon çarpıştı ve yaşanan kazada ünlü yazar Deman Ronahi hayatını kaybetti!”
Yıldız’ın elinde kalem, defter düştü, Yıldız, donup kaldı ağlamak istedi fakat hıçkırıklar boğazından düğümlendi. Başını oturduğu kanepeye vura vura “Olamaz… Olamaz” diye bağırdı.
Ankara’da kaza anında acil çağrıya kaza şöyle bildirilmişti “Acil… Bir vatandaş ağır yaralı ve birkaç hafif yaralı var!” denilmişti. Olaya tanık olanlar ‘ambulansın geç geldiği yoksa vatandaşın hayatı kurtarılabilirdi’ yönünde bilgiler dolaştı. Bir başka tanık “Eğer bir ünlü yazar denmiş olsaydı acaba ambulans daha mı hızlı gelirdi?” sorusunu sormadan edememişti; o tanık, yazarın hayranlarından biriydi.
Yıldız, bir yazar tarafından fark edildiği için hayatı kurtulmuştu fakat yazar amansız bir kazadan kurtulamamıştı! Yazarın ölümü haftalarca basın-yayında manşet oldu. Eserleri hakkında bilgiler, hayatı ve duruşunu anlatılar. Sağ iken tanınmamıştı öldükten sonra ünlenen yazar kendi sessizliğiyle göçüp gitmişti; ölüler sessizdir! Biz toplum olarak ölüleri severiz!
SON
HRZ-2012
YORUMLAR
Yazının üç bölümünü de okudum. Ön yargı var ya şu ön yargı...En büyük hatamız.
Çok güzeldi. yeni yazılarınız da buluşmak dileğiyle inşallah. Saygılarımla...
DemAN
Çok sağolun bana zaman ayırıp yorumladığınız için
Saygımdasınız
Bu sayfaya uğramayalı çok oldu sanırım. Bir özür borcum var Herzem. Hikayenizin üç bölümünü de okudum. Etkileyici bir kaleminiz var bu bir gerçek. Hikaye akıcı ve hayatın içinden. Göndermeler yerli yerinde.
İnsanlar, perdenin arkasına bakmaya gerek görmeden görüntüye inanır, ya da işlerine öylesi gelir.
Sevgi ve dostlu çok güzel bir şeydir ama tam bulmuşken kaybetmek kadar kötü ne olabilir ki...
Tebrikler, saygımla.
öykünün bu serisinde çıkardıklarım:
- ne kadar da önyargılı ve kötü fikirliyiz maalesef..dost diyorsa,aldatıyor olmasın?hımm..boşanmak istiyorsa,bende problem yoktur.kesin o beni aldatıyordur(!) :(
-ünlü yazar denseydi maalesef çok daha hızlı gelirdi muhakkak o ambulans,ona ne şüphe!
-ölüm... sadece biz toplum olarak mı ölüleri severiz sahi?peki neden Marliyn Monroe ya da ne bileyim James Dean neden bu kadar ünlü?Michael Jackson yaşarken eleştirilmediği nokta kalmamışken,daha öldüğü gün Sony müziğe akın eden hayranları siteyi göçertmedi mi?maalesef hep kaybetmemiz gerek değerini anlamamız için..bu duyguyu o kadar yakından tanıyorum ve o kadar iğreniyorum ki bu duygudan...
son bölümmüş,2.bölümü okuyamadım..ama sanki 1. bölüme nazaran biraz aceleye getirilmiş de sanki hemen bitsin diye toparlanmış gibi geldi.ne diyelim,yazarın tercihi..
saygılar...