- 441 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Temas Eden Yapılar Girişmesi Ve Pedofili
Hiç değilse sınıflı toplumsal yapıya dek, totemizm bir din değil, totem de bir tanrı değildir. Tabu ve totem ilkte kapsar bir ulam oluşla, hiç bir zaman bir din olmadı. Neden? Birkaç tanesini hemen söyleyeyim. 1-İlahi bir söylem ve hitap olmamakla totemizm asla bir din olmadı. Evet ritüelleri oluştu saygılamaları oluştu ama imanı hiç oluşmadı. Zaten o yapı aitliği ile doğup şehadeti istennezdi.
2-Tabu ve totem sanı kanılardan da oluşsa da, bu sanı ve kanıların kaynağı, insan ve insanın doğal çevresinden gelen nesnelliğin; insan düşüncesin içinde yansıtılmasıdırlar. Böylece dini sanı kanıdan ayrılırlar.
3-Sosyal birlikti etnik totemi dönemler, dinlerin vaaz edeceği hiç bir ortam ve zemin ideolojisini, içermezler. Bu neden ile dinlerin seslenebileceği bir alan değildirler. Yani dinlerin bu dönem içinde söz söyleyebileceği hiç bir argüman ve ideolojik tabanları bulunmamaktadırlar. Bu yüzden dinleşemezler.
4-Etnik totem yapı olmaları durumun içten kapalı, kendi üzerine kendisinin yansıması oluşla (tekil grup yansıması oluşla); bir fiziki flora, fauna ortamla, kendi sosyal yapısı arasındaki alıp verme etkileşimi olmasındandır. Değilse kendi kültürünü dışa ihraç eden bir yayılmacı totemilik katiyetle değildir. Yani totemi argümanlarını ihraç etmelerinin bir nedeni de, henüz o dönemlerde ortalıkta yoktur. Bu gibi nedenlerle totem bir din değildir; bir dini anlayışta değildir.
Eski topluluklar (dikkat toplum değil) dönemini çok iyi kategorize edip; işlettirilen mantık kurallarını iyi anlamalıyız. Yerleşen ve çoban dönemlerin, devrimsel dönüşme ile temastı ittifakı toplumsal ilişkilere dek sürecini başlayışları, vardı. Bu dönem bugünkü kullanılan mantığın çok bozuk bir öncül oluşma biçimi olmakla tarifsiz önemlidir. Bunlarla bugüne nasıl geldiğimizi kavramak gereklidir.
Yerleşen temastı ittifakı toplumsal süreci başlatan tarihi bilmek hayli zordur. Çünkü gelişme bir türden ve bir noktadan aynı şekilde başlayıp salınım yapan hareket değildi. Aynı benzer noktalardan devinişle yola çıkıp ta, çok farklı noktalara giden süreçler vardı (buna varyasyon yapan süreçler demeliyiz).
Yine aynı zemin içinde farklı noktalardan (zemin tutuşlardan) yola çıkıp ta, benzer noktalara gelebilen süreçler de olasıydı. Bunlar dallanıp çatallanan, yarılan alan içi kesikli sürekli zemin olaylarıydı. Çok önceden beri var ola gelen, belli salınımlı totem sürecinin; zemin esnemelerini ve zemin depremlerini de, hani neredeyse birden başlatan girişmeli hareketlerdi, de.
Çok kaba bir bakışla milattan 12 bin yıl öncesi ile yine milattan 8 bin yıl öncesi içinde genel dünyaya şamil çevreden kısmen kopuk, özel çevre ilişki ve salınımlarıyla başlayan hareketler; zaman içi temas dek ilişkilerin yalpalamaları içinde biraz biraz salınımlarını oldukça büyüttüler.
Klan yapıdan birleşme bir geçişle büyüyen salınımlar site konfederatif ligi, şehir devleti yapılaşması, şehirler birliği konfederatifleri içinde büyük devletlere ulaştı. Bunlardan da imparatorluklar ve ulus devleti olmaların alanlanması içine gelindi. Her bir büyüyen salınım, kendi içinde düğüm noktasının başlanış ve bitişini oluşturan; kesikli sürekli topak olan düğümün tarihselliklerini ortaya koymuşlardır.
Bu salınım büyütme hareketleri bir araya gelen, dağılan ve yeniden zorunlulukla bir araya gelen süreçlerin; yalpa yapan, hareketleri içinde çalkanan (tufanlar yapan), bir düzen ilişkilerine girmenin tarihi oluşmalarıydı. Süreç, 8 bin yıl öncesine gelene kadar elbette bitmedi. Kartopu hareketi kararlı olmaya başladı. Çevre içi katılımcı besleyenleri azalmakla, bu yoldaki akış azaldı.
Belli bir periyodik yoğunluk sonunda giderek sönümlenendi. Ama tarihi süreçler içinde de devam eden sürece katılma biçiminde günümüze dek geldi. 19 yüz yılın başlarına dek bu sürece katılamayan on bin yıl eskisine göre hayli gelişmiş ama oldukça otantik sosyal totemi grupçu topluluklara bir hayli olurla rastlanmıştı. Şimdiki yapımız; sosyo-toplumsal totemi yapıdırlar.
Bahsedilen eski topluluklar süreci, tekil sosyal birlikti totemi süreci kendi içinde olgunlaştıran, hayvan evcilleştirmesini; bitki, tohum yetiştiriciliği ile giderek bunların bilgi ve kültürünün oturtup adeta tekil etnikti sosyal patlamalar yaptılar. Sosyal biriktirmeli patlamalar döneminin sonu ile temas eden ve de giderek ittifakı oldular. Eski topluluklar böylece sosyal tekilci gelişmeyi sosyo-toplumsal yapışla tikel ve tükel girişmeli dönem, ilişkilerini; başlaşan girişmelerin de arefesidirler.
Bu temas eden; ittifaklar yapan ve sosyo toplumsa hareket olurla; sosyo-toplum olma gibi ikili alan ilişkilerini başlatan bir devrimdi. Bu dönüşme hareketleri; yeni oluşan süreçten önce tekil ve sosyal birlikçi olmanın çok uzun geçmişi vardır. Uzun geçmiş olan tarihsel dönemin totem ilişkileri köksüz, soyut ilişkiler olmaktan çok, zemin hareketi ve bunun yaşantılarsan sosyal yorumundan ibaret olan bir devinmeydi.
Sosyal elci totem hareketli anlayışının içine yeni dönemle birlikte, toplumsal zemin hareket ilişkileri de katılmıştı. Bu dönemle birlikte ilk kez, sosyal totem ilişkileri; sosyo-toplumsal ilişkiler olmuştu. Toplumsa dönem öncesi totem ilişkileri asla bir toplumsal ilişkili değildirler.
Bu nedenle temas eden ittifak öncesi sosyal elli totem anlayışı, tekil ve sadece sosyal zemin ilişkilidir. Yine bu dönem, bir sosyal birliğin; diğer etnik sosyal birlikle temaşan oluşuyla; sosyal TOTEMLER ilişkili birçoklu (plural ) totem anlayışlarının; kavranıp, kavratılmağa başlandığı bir oluşan, süreçtiler.
Bu ayırt edicilikleri bilmek, yapmak zorundayız. Ki düşünme mantıklarını ve gelişen mantık süreçlerini az çok anlayabilelim.
Eski Sosyal Birlikçi Mantıkla Sosyo toplumsal Yapının Mantık Farkları
Söz gelimi, " Eski toplumlar, ölüp dirilmeye inanıyorlardı. Bu yüzden hesap vereceklerini ve hesaba çekileceklerinin, düşünmesi içinde oluşla; fantastik yansımaları yapış şekillerine göre çeşitli ritüeller ortaya koyuyorlardı" diyen bir cümle duyduğumuzda, açık açık eleştirel olabilelim. O dönem mantığını kavrayalım. Bilmenin yansıtmalarını da siz; öznel deneyim zenginlik tutumlarınızla belirteceksinizdir.
Böyle bir söz, kökten yanlıştır. Bir kere tarihi anlatma; çok büyük oranda, yazıyla başlarsa da; bir sözlü anlatımlarla aktarılan, resimlerle söyleşilen, el ürünü yontu ve kullanım araçları ile taş, balta, çanak, çömlek gibi eserleri konuşturan anlatım dili ve ritüel gelenekleri de, yazıdan önce vardı.
Yine insanlık tarihinin tekil sosyal yapı girişmesi oluştan çıkışla, ivmesi ve çoklu girişendi girişmeler oluşla, karmaşıklaşması ve karmaşan ilişkilerin entegrasyon süreçlerine yönelmesi; zaten var olan sosyal alan devinmenin yanına bir de toplumsal alan devinmesini koyan girişme; tarihin bir dönüm noktası oluşla; farklı bir insanlık tarihi seyri (akışı) olmuştur.
Bu dönüm noktasından öncesi olan uzun sürece; tekil girişen eski totemi topluluklar dönemi diyoruz. Eskilik, doğal ve zorunlu olurla sonradan olurların içerilme eksikliği idi. İçerik süreçle oluşan gelişme ve girişmelerdi. Vakti gelmemiş gelişme; eskinin içinde olmazdı. Yani eski topluluklar toplum yaşamını bilemezdi.
Bir toplum adamı olan Sokrat’ta, mekik devinimini bilemezdi. Bu nedenle bu dönemler eski dönem diye kategorize edilse bile, barbar ve uygarlıktan yoksunluk diye belirtilemezdi. Çünkü zaman ve gelişme görece idi. Eski topluluk ve toplumlarda zorunlu olurla, görecedirler. Ellerinde değildir.
Yukarıdaki söz, çoğumuza çok doğru bir gelişme ve tanımlama gibi gelecektir. Ama aslında sapla samanı karıştıran bir cümledir. Bir kere eski topluluklardaki "topluluk" kelimesi toplum değildir. Topluluk, toplum gibi anlaşılıp böyle kullanılmış. Birazdan göreceğiz.
İkincisi insanlar, animistik anlayış ve duygularıyla; etraflılarında atalar ruhlarının dolaştığına dek olucu sanı kanıları edinmişlerdi. Bu nedenle etrafı, kendi canı kanı gibi oluşla bir eşitleşmeydi. Bu yüzden her şey totemi olabilirdi. Bunlar tekil ve sürü insan yaşamlı tekil algılardır.
Haz durumları yaratan ata ruhları olduğu gibi kendisine tehdit olan ve ondan kaçındığı elem veren atalar ruhu da vardı. Hazdı olan atalar ruhuna da yaklaşıyordu. İşte yanı başındaki bir çalılık ruhu; bir kayalık ruhu; bir göl, su ruhu; bir çayır ruhu; bir orman ruhu; bir geyik bir domuz ruhu vs. olan belirlemelerinin anoloji suret totemleri bu hazcı “atalar ruhu totemdiler”.
Bu bağlamda, kendi canlarının da bir gün bir bitki, bir hayvan, bir dağ, bir kaya gibi şekil içine geçip yaşama devam edeceğinin kanılarını, pek çok bölgede ritüel etmişlerdi. Totem haz ve elem duyguları üzerinden, egoya göre sanı kanı edinilen bir davranılmanın, öznel soyutlamasıdır.
Bu nedenle çalılıkların kayalıkların veya ormanın ruhu vardı. Bu anlayış bir ölüp te dirilme anlayışı olmayıp; haldeki bedeni terk eden ruh (can) gezmesi ve bir can göçü olayı olma, anlayışıdırlar. Tin haldeki bedenden kendisi gibi sıkılıyordu. Bunun için kuş gibi uçmak, aslan gibi güçlü olmak, bir ağaç gibi bir dağ gibi ulu olmak istiyordu. Hem yeni arayış ve anlayışla dünyayı; don değişmenin yepyeni şekliyle yaşantılaşıyordu.
Böylece canı, bir avatar kalıbı terk edip; başka ve yeni bir avatar vücut kalıpları ile sürece ve yaşama katılmağa yaşamı bir başka yönden anlayıp yaşanılamaya devam eden bir egoyu koruma ve egoyu sürdürme anlayışına sahipti. Çelişkilerini görmek şimdilik umurunda değildi. O an ego onu istiyordu.
Ölen ve yeniden dirilen bir egodan çok, başka kılık ve donlarla (görünüşlerle) devam eder bir şekilde egoyu sürdüren (canlıcılık) sanılı anlayışını kurgulayabiliyordu. Bu aşamada dünya ben merkezli oluşla tüm olaylar egoya dönük ve egoyu gerçekleyen olaylar olarak bir çelişki gibi de görünmüyordu. Her şey çelişkiyi değil, ben içince olurla, benin yani egonun yani hayatının; kendi üzerinde süren hayatın; sürekliliğini ön görüyorlardı.
Ölüp te dirilme düşüncesi, sınıflı toplumlardaki haksız mal edinilen köleleştirme ile insan emeğine ve insan emek ürünlerine el koyan düzene olan haklı direnç, öfke ve şiddete yönelik süreçlerinin; nesnel iknalarının yanına daha küçükken; çocuk yaştan itibaren, düzenin insanları eğiten bir öznel ikna etme kabiliyet ve yeteneğidirler.
Ölüp te dirilme anlayışı; emeğe sahip çıkamama sonucu eşitsiz mal edinmeli bir yaşam gerçeği oluşla bir “hak almanın” öznel düşünme haline getirilmiş, öfke ve hırs (öç) birikmesini indirgeyici olmakla ve daha sonra, totem huzurunda öç alıcı bir öznel yansıma oluşla, ortaya çıktı.
Yani yeni totem bir yandan zemin hareketli öznel yansımayı, yaşam ilişkilerinden koparıp gözlerden ırak eden soyutlamanın soyutlaması olurken; bir yandan da; eşitsiz, somut ilişkilerin öyle olmasının takdirinin kendinde oluşunu söylemekle; somut ilişkilere de buyuruyordu.
Eşitsiz gelişmenin, zorunlu olan eşitsiz adalet anlayışı, vardı. Eşitsiz gelişme vardı. Eşitsiz gelişmeyi sağlayan eşitsiz adalet vardı. Adalet bu eşitsizliğe göre bir mantık yürütme ve düzenleme oluşla görece nesnel ve doğru idi. Adalet eşitsiz zemin devinmesine göre dalgalanmak zorundaydı. Adaletin bu zeminse devinmeye göre olması görece doğruydu. Açıkçası bir sınıfa göre doğru, bir sınıfa göre yanlıştı. Egemen düşünce, baskın olan düşünce, daha çok ezen sınıfın yansımasıdır.
Ama ne zemin devinmesi ne de onu düzenli kılan adaletin illa öyle olması gerekmiyordu elbette. Bu nedenle ölüp dirilme ve hak alma, hesaba çekilme bu eşitsiz zemin adalet duygusunun kapatamadığı noktalardaki nesnel geçekliği örten, öznel anlamayı kısmen de olsa ikna eden bir taraflar kullanımlı yol yöntemi oluşla bir ideolojik metottu.
Zengin dirilip hesap verecek (bu nedenle kolay kolay haksızlığa kaçmayacaktı!). Ezilen hakkını nasılsa hesap günü alacaktı (öyle ise kişi haksızlığa direnip günaha girmemeli sabretmeliydi). Bu anlayışların karmaşık bir girişmesi olurla, öznel toplumsal cari kültürün; sosyal özne kültürü, olmasıdır.
Yaşamın ilişkilerine dayalı ama halk kültürüne aksedişle yaşamın gerçeklerinden kopan bir hüviyet alacaktı. Ölüp dirilme bir haklaşmayı bir hesaplaşmayı bir ödünç olanı, tabu ve totem önünde sonra geri almayı öngörür sınıflı toplumun çelişmesinden kaynaklı bir öznel mantıktır. Nesnel ilişki olurla anlayamadığınızı hatta nesnel ilişkiler içinde bilip te, söyleyemediğinizi totem zemine söyleterek dolaylı bir meşruiyet kazanıyordunuz. Bunu eski topluluğun bilebilmesi için hiç bir olanağı yoktu.
Yani etnikçi sosyal birlikler dönemi içinde ölüp dirilme kavramı hiç yoktu. Ölüp dirilme ve hesaba çekilme düşüncesi sınıflı toplumla ortaya kondu. Çünkü sınıflı toplumda mal edinme vardı. Kendi emeği ortaya çıkmıştı, kendi emeğine sahip çıkma, çıkamama vardı. Toplumda, emek ve mal gaspları vardı. Köleleşme hırsızlık vs. vardı.
Oysa temastı toplum döneminden önceki etnik totemi sosyal birlikler dönemi içinde; ne özel mal vardı. Ne özel mülk vardı. Ne de bunların gaspından kaynaklı olurla, bunlardan yansıyan bir "hak alma" düşüncesi, olan ölüp dirilme ve hesaba çekilme zinhar yoktu. Çünkü bu anlayış temel ego düşünce var oluş ilkesini yansıtmayan bir tehdittir de. Ancak çıkar sağlamaya yönelik, öznel özel tarafların egosuna hitap eder sınıflı toplumun hayallerini verirdi. Bu da evrensel ego kültür değildir.
Bu bağlamda bir başka mantıki düşünme belirtelim. Etnik totemi sosyal birlikçi yapıların "asla şanslı doğmak" gibi bir düşünme bir mantık yürütmenin etki ve etkilenmeleri içinde değildiler. Neden mi? Çünkü bu kabil eski dönemin ne özel mülkiyeti; ne özel zenginliği; ne de zengin soy aileleri; ne de zengin ana babaları vardı. Ana babayı kategorize edecek bir zorlama ortada yoktu. Eğer illa ana baba olacaksa, totem yapının kendisi olmayan bir öznel duyuşla, onların ana babası ve ailesiydi(!)
Ana baba özel tanımlı bir aile ilişkisi içinde de, değildiler. O totemi etnik sosyal grup kişinin ailesi ve ana babası olurla; günlük sağlasan toplayıcılık, av yapma, güvenlik tedbiri içinde olma, cinsel ilişki düzen içinde olmanın, paylaşan düzenli bir parça olurla, bir kuşak düzeci; totem ilişkisi içindeydi.
Oysa kişinin özel ve zengin ya da fakir ana babaya sahip oluşla doğma şansı; sınıflı ve mülkiyetçi toplumla beraber vardır. Şanslı doğmak, sınıflı toplumun kültürü ve mantığı yansıtma eylem ve edimi içindeki yönelimleri kurgu eden bir süreçtir. Etnik totemi sosyal yapı, böyle bir anlayışı; katiyetle oluşturup; kişi hayatını kurgulayan bir öznel yansıma boyutuna, hiçbir zaman indirgeyemezdi.
Dahası eski toplulukların, zengin fakir olma; efendi köle olma kaderleri de yoktu. Apartmanı olma; sürüsü olma; okullu köyde doğup doğmama gibi tedavi olup olamama; iş bulup bulamama gibi kaderleri de yoktu. Sözcüğün tam anlamıyla kadersizdiler.
Olsa olsa ortak sağlamanın ortak tüketimi; ortak sağla şansızlıklar tekil değil ancak hepsinin birden kaderi olabilirdi. Bu da kategorize olan zeminden gelen eşitsizleşmenin bilgisi olmamakla; asla kader düşüncesi değildi. Sınıflı toplumla birlikte; İnanan ve Enkidum “kaderlerine yürüyecekti” İnanna (Hava) kendisine bal, et, kaymak veren çoban Dumizi’yi; kendisine buğday, fasulye, marul veren tarımcı Âdem’e (Enkidum’a) göre tercih edip; onunla evlenip, her biri kendi kaderine yürüyecektiler.
Biraz da, yine bilimsel metot dediğimiz sürece kaçacak olan bir toplumsal mantık kurgulu bir anlamaya daha girelim. Güncel toplumun kısaca anlaşılır olsun diye "çocuk seviciliği dediği” ve adına pedofili hastalığı dediğimiz hastalık ne etnik totemi düzen içinde; ne de toplumsal yapılaşmanın ileri süreç aşamasının bir bölümü içinde asla yoktur.
Şöyle söyleyelim pedofili bir bedeni ya da ruhi arazlı bir hastalıksa, insanlık tarihinin tüm dönemleri içinde vardır ama bir tanı, bir teşhis, bir ayırt edici, bir kategorize edici oluşla ortaya konması ne etnik totemi yapı içinde olasıydı. Ne de toplumsal sürecin başlangıçtan ilahi dinlerin ortaya konuşuna dek olan süreçleri içinde gittikçe azalan bir seyredişle fark edilebilir olan bir meşruiyetsizlikti.
Etnik totemin, başlanışta kimin kiminle aşk edeceğini düzenleyen ve sonra da giderekten çok ileri süreçlerde kimin kiminle evleneceğini düzenleyen bir yaptırım ilkesine sahip olduğu tartışılmazdır. Etnikti sosyal birlik totemli dönem, temel olarak buluğ öncesini; kim kez de buluğ döneminin birkaç yaş öncesini yani 6-7 yaş öncesinin cinsel ilişkisini genel olarak belki yasaktan tabu kılmıştı. Beşikteki ile aşk yapmıyorsa da beşikteki potansiyel bir aşk içermesi idi.
Bu içerme uygulanan bir içerme olmayıp kuşak kategorizesi olmamaktan kaynaklı olası istismar yâda ara sıra yönelimler olacakla meşrutiyet dışı düşünülemeyecekti. Bu nedenle bu zemin sınırlaması kendi şartlarıyla henüz ortaya çıkmamış olmaktan hareketle, sınıflı toplumun ileri aşama evlilik kurumu beşiktekine de beşik kertmesini dahi meşruiyet eştirmiştir.
O kurumsal ve toplumsal gerçek üzerine olan ittifakı düşünme mantık düzenine göre bu doğrudur. Daha henüz insan kavramı içine insanlık değeri soyutlamaları girmemişti. Evlendirdiği kişi için “onunda bir kişiliği var. O ne düşünür? Ruhi yapısı bozulur mu? Bu çağda bunun okulda olması gerekir? Gibi değerler kural olarak fark edilmeyen ama kimi özel uygulamalar olurla da varsa da, herkesin bilip kabul ettiği bir ittifakı kategorize bilgi değildiler.
Şimdi siz aynı şeyi meşru görebilir misiniz? Sizin meşru görmediğiniz, ittifakın konusu olmamayla ve kategorize bilgi ya da kural olmamakla; bir kuşak farkı ortaya koymayı içermemekle, meşruydu.
40-90 yaşındaki bir cins, 13 yaşındaki 9 yaşındaki bir dişi cinsle; yine buluğ şartı erikliği taşıyan erkek cinsle, birlikte meşruiyetlikle birlikte olabiliyordu. Ya da daha insafla söyleyelim; yasak olmayan uygulanabilir bir potansiyel olarak; bu böyleydi. 80 yaş ile 14 yaş birlikteliği vakiydi. Ve bunlardan biri pedofili hastalığı taşısa dahi; bu tanıyı yapmanız bunu anlamanız ve anlatmanız; olanaksızdır. İşte size temel bir mantık işletme ve mantıklı olma sebebi.
Yine bu süreç toplumsal dönemin ilk başlarında karşı grubu kendisine kardeş ilan eden ittifakın da bir konusu olmuştur. İttifakın bu kardeş ilan etme sürecinin yaptırımı da iç cinsel ilişkiyi yasaklayıp; karşı totemi etnik grupla cinsel ilişkiyi (aşkı) ön gören zorlamalarıdır. Yani buradaki ilanen kardeşliğin ön şartı, karşı gruptan cinsel ilişki (aşk) kurmanın nesline sahip olunan bir kurumsallık, olmasıdır.
Bir totemi grup, karşı totemi grupla cinsellik (aşk) yaşayacaktı. Bu cinsellikte kuşak ayrımı yine yoktu. Yani bir grubun 7’den 70’e olur her bir kadın ve erkeği potansiyel olarak ve uygulama olarak; karşı grubun 7’den 70’e olur tüm üyelerinin, kadını ve kocası durumundadırlar.
Yani öylesi bir meşruiyetlik içinde de normal yaşamın zorunlu bir seyri olan ama şimdiki sizin pedofili tanımınıza tam da denk düşen bu durumu siz; ne pedofili hastalığı olarak görebilecek durumdasınız ne de çocuk seviciliği olan birini teşhis edebilirdiniz, ne böyle bir sözcüğün kullanımını akıl ederdiniz.
Üstelik ne de buna bağlı yaptırım ve kültürel ilerlemeleri ortaya koyabilirdiniz. Bir zamanların toplum içi kurumlaşması olan bu durum toplum içi kurumlaşma olarak ortadan kalktığı halde bu aktarım geri planı olmayan bir gelenek oluşla ilahi dinler döneminin de evlilikler konusu olmağa, devam ediyordu.
1960’ların gazete Radyo ve adliye haberlerinde 12 yaşında kıza ağırlığınca para verip satın aldı diyen haberler olağandı. 2012 Türkiye’sinde hala bu feodal süreç genel ve yaygın olmamakla vardır.
Yani kuşak farkı gözetmeyen, potansiyel her bir yaşların, her bir yaşlarla olur aşk ilişkisini ve giderek karı koca ilişkisini; yani bir dönemin içindeki tarihsel nesnel ve toplumsal gerçekli belirmenin eski kurumsal meşrulaşması ortada kalkmış olmasına rağmen, içi başka anlamlarla doldurulmuş biçimde, hem sünnet olarak; hem eski meşrulaşma olacaktan gelenek olarak sürmektedir.
Bir de özellikle feodal dönemin ilahi din inanmaları içinde bir olayı kategorize edip onu bilim haline getirmek yerine, onu susturan, onu daha baştan reddeden ; “sapık, sapkın” deme mantığı vardır. Bu damga kapsamındaki kimi pek çok durumların, şaşırtıcı şekilde hiçte öyle olmadığı gösterilmektedir.
Bu sünnet gelenek olmama anlayışını söz gelimi Pastör’ün mikrop araştırmasına sapıklık demeyle işi; Mongolfiyer Kardeşler ve Hazerfen Ahmet Çelebi olaylarına değin uzanan bir yığın olay, deney, buluş karalamacı anlayış olmayı da, beraberinde getirmiştir. Oysa kendisinin görece meşru bulduğu bir konu bugün akıl ve bilim dışı olabildiği gibi, basit bir tedavi edilir hastalık sorunu dahi olmaktadır.
Kendi zamanına göre doğru olan bu mantık, güncel bakışın mantıkları olmamalıdırlar. Bu da salt inanmayla değil, görece bilme inanmayla olur. Eğer siz, 14 yaşındaki kızın toplumdan kaynaklı, insani olmaktan kaynaklı, özel olmaktan kaynaklı, evrensel olmaktan kaynaklı aktüel totemi haklarını duymuşsanız ve biliyorsanız ve dahi buna rağmen yapacak başka katkın gelenek bulamayıp ta şimdi olumsuz duruma düşmüş olanı gelenektir deyip 14 yaşında kişilerle evleniyorsanız, bu doğru değildir.
Burada şunu ayırt ediniz, sünnet olan gelenek sapıklık değildir. Sünneti edimler görece sosyo toplum kesitli ittifak aşmalar oluşla doğrulukları ve nesnellikleri içerir. Doğru olmayansa, bile bile durumlara bu düzlemde hala gelenektir diye o şeyin yapılır olması, doğru değildir. Bunun zorunlu sonucu olarak gelenek olmayanları, yapmamak olacaktır. Ki ucu, aşı olmamanıza kadar varır. Ki örnekleri de pek çok yaygındır.
Örneğin; bir hastalık olan pedofili de bu anlamda sapkınlık değildi. Hasta olanla sapkın olan aynı şeyi yapıyorlardı ama bir fark vardı, biri normal oluşla arzu tutku koyup, o işe bilinçli ve bile bile yaklaşırdı. Birisi elinde olmayan patolojik bozuklarla, bastırılmış duygularla, tedavi edilir olacakla yöneliyordu .
Bu nedenle sapık deyip, üstünü örtmekle ikisi aynı kategoride değildir. Biri kazanılırken diğeri sinsi ve taammüdendir. Bir zamanın görece inanç dili yeni zamanın dili olamaz. Yeni zamanın dili de çok kez geçmişi açıklayamaz.
Daha, onlarca örnek vardır. Ama konuyu uzatmaktan başka bir işe yaramaz. Bu nedenle eski dönemi cahil, barbar sanmak; kendinizi dışa vurmaktan başka bir şey değildir. Kendi mantık kalıplarınızı onların olmayan mantık kalıbı yapıp, onları yargılayıp, pedofili hastası ilan etmek, işten bile değildir. Ve yine günü anlamanın ana yollarından biri de tarihselliğin kendisi olacaktır. Yolumuz bilgiye sevgi ile bakmak ve bilgiye susamak olmalıdır.
17.10.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.