- 1007 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAMDAN ACI ENSTANTANELER (4)
YAŞAMDAN ACI ENSTANTANE ‘LER (4)
Sırtımı, demir bir kapıya dayamış, üzerime giydirilen, beyaz kalın steril elbiseye, beyaz çizme ve beyaz başlığa, yorumlar yapıyorum ,kendimce.
Yüzümde, koruyucu bir maske var . Deniz altına inmiş , dalgıçlar gibi, burnumdan nefes alıp, ağzımdan veriyorum.
Burası, büyük bir hastanenin, intaniye servisine bağlı, girilmesi yasak olan, tecrit bölümü. Kapıda ,üç kişiyiz. Ben, Cemal Çavuş ve Hastabakıcı İsmail. İsmail, hayatını Hastanenin, İntaniye Bölümünde geçirmiş, çok zayıf, yüzündeki , kuru kemiklerine yapışmış, deriden dolayı, ‘’İskelet İsmail’’ diye anılan, kimseyle konuşmama huylu, suskun ve aksi bir adam.
Burada ,beş yıldır görevliyim. İlk defa ,bana bağlı çalışan İsmail’in, sesini duyuyorum. O soğuk, mezar taşı gibi duran ,demir kapının önünde başlıyor konuşmalarımız. Bana , bütün bulaşıcı hastalıkları geçirdiğini, artık mikropların ,ondan korktuğunu, ama bu tecrittekilerin hastalığının , çok değişik olduğunu, hiç bir hastalığa benzemediğini , söylüyor.
Tedavide geç kalmadan , hangimiz, hemen doktora gideriz ki? Doktora gitmek, hastaneye ulaşmak gibi, kentsel bir sorunla başlar. Ne arabanıza , park yeri bulabilirsiniz, ne sizi hasta olarak anlayabilecek ,bir personel. Özel Hastaneler de ise, bir gömlek daha iyidir, durumunuz. Bu sefer de, şu tahlili yaptırın, katkı payınızı ödeyin lütfen, film çektirin, hediyesi bu kadar, vezneye lütfen.
Sonuçta Hastaneler , kimsenin ,ziyaret için bile gitmek istemeyeceği, hayatın gerçeklerini yansıtsa bile , hep kaçmak isteyeceğimiz yerlerdir.
İşte , tedavi olmakta geciken , 20 ile 22 yaşlarındaki dört delikanlı, aynı hücrede ölümü , gönüllerinde açan bahar çiçeklerini ,Azrail’e sunmak üzere beklerken, içlerinden biri ,vefat ediyor. Yanıma gelen , Hastabakıcı İsmail, cenazeyi çıkartmak için yardım istemekte. İki güçlü adam ,gerekiyormuş.
Cenazeyi çıkartmak, hiç mesele değil benim için . Bu tip korkular taşımıyorum. Ama hastalık , o güne kadar, üstelik de ,beş yıldır Hastanede çalışmama rağmen, hiç duymadığım, yılların Hastabakıcısını bile ,dehşete düşürebilecek , büyük illet ,TÜBERKÜLOZ MENENJİT. Allah evlerden uzak eylesin.
Beş yüz kişi içinden ,gönüllü olan ,Cemal ve ben. Bir de ,Hastabakıcı İsmail ile , Hastane İmamı Celal. Çok ölü yıkadığı halde ,onların yıkanmadan gömülebileceğini ,söyleyebilecek kadar cesur , gerçek İmamımız, çinko tabutları hazırlatmış, içine kireç doldurmuş, bizler gibi ,ambalajı ilk defa açılmış olan, beyaz dezenfekte elbiseler içinde, beklemekte.
Dört tabut hazırlanmış. Demek ki, hiç birinin, kurtulma şansı yok. Oysa biraz erken teşhis olabilseydi, %80 kurtulma şansı olurdu. Çok uzun sürse de tedavisi , hayatta olmaları ,onlar ve aileleri için , çok önemliydi.
Bu lanet hastalık, ne yazık ki , solunum yolu ve el değmesi ile bulaşıyor. Bu yüzden çok riskli, koridordan bile ,kimse geçemiyor. Üstümdeki koruyucu elbisenin ,maskesi içinden , Cemal Çavuş’a bakıyorum. Boncuk boncuk terlemekte ve ‘’Ben, neden sana uydum ? Ya bu elbiseleri çıkartırken ,bir şey kaparsak, bizi tecritten çıkartmaya gelecek ,adam da ,bulamazlar ‘’ der gibi , mel mel yüzüme bakmakta .
İsmail , demir kapıdaki ,yemek verilen kapağı açıp, içeriye büyük bir çarşaf atıyor. Buna ,vefat eden arkadaşlarını sarıp, kapıya getirmelerini, kendilerinin de odanın en uzağında durmalarını , ölüm kokan sesi ve işaretleriyle anlatıyor. Bu hastalık ,bir beyin zarı iltihabı olduğu için ,hasta sona yaklaştığında , çıldırma ve saldırganlık gösterebiliyor. İki hasta, bacaklarını karnına çekmiş, yerde kıvranmakta. İsmail , bu ikisinin, yarına çıkamayacağını söylüyor. Diğer tek kalan hasta, cenazeyi yerde çekerek getirip , aralık duran kapının önüne bırakıyor.
Üçümüz, elimizdeki bir diğer çarşaf ile, bir deri ,bir kemik kalmış, zavallı yavrumuzu alıp , İmam Celal’in getirmiş olduğu , içi kireç dolu çinko tabuta uzatıyoruz. İmam dahil ,dört kişi tabutu omuzlayıp , dışarıda üzerine dezenfektan ilaçlar dökerek, cenaze arabasına yerleştiriyoruz.
Mezarlıkta içini yine kireç ile doldurdukları ,dört kazılmış mezar yerine yaklaşırken , bizi beyaz elbiseler ve maskeler içinde gören , üfürükçü hocalar da, su getiren çocuklar da , mezar kazıcıları da , kaçışıyor. Tabutu ,iple indirip, mezarcıların bıraktığı küreklerle , yine kireç dökerek ,kapatıyoruz.
En korktuğum, bu kara günler, üç gün sürdü. Ertesi gün, kıvrılarak yerde yatan iki delikanlıyı, üçüncü gün de ,sonuncusunu gömdük. Hep aynı işlemleri yaparak.
İlaçlı sularla , kendimizi belki onlarca kez yıkayarak, aklımızca tedbirler aldık, O günlerde ,eve gitmedim. Hastanedeki odamda yattım. İsmail,Cemal ve Celal de, onlara ayırılan odadan hiç çıkmadan geçirdiler ,bu üç günü. Tek başıma, pardon, o canım delikanlıların hayalleri , bakamadığımız yüzleri ile , tutunamadıkları, gaddar dünyanın kahrıyla, geçti günlerim. Üstelik,çok da uzundu saniyeler, saliseler.
Evladını bu haliyle öpmek, ona sarılmak isteyen anneler oldu. Onlara ,bu hastalığı anlatmak , ölüm raporunu imzalayan Doktor için de ,çok zordu, çok acımasızcaydı. Anne yüreğinin ne olduğunu, tabutu, ilaçlı cenaze arabasının arkasına bağlarken, bir koç gibi koşarak, arabanın arkasına , kafasını vuran, ağır yaralanıp, hastaneye kaldırdığımız genç anne, her kese, çok iyi anlattı.
Oğlu ile ,geçinemiyormuş da, yok oğlan evlenince karıköylü olmuş da, yok annesine bağırmış mış da, falan filan. Geçin, bu benlik hastalıklarını. Onların canı sağ olsun, Allah onulmaz dertler vermesin kimsenin yavrusuna.
Ah Anneler, ah Babalar… Gözünüzün önünde , bir idam mahkûmu gibi, hücrede bekletilip, ölümü özleyen delikanlı , belki de sizin ,yahut benim evladım da ,olabilir. Hiç bir hastalığı ,basit görmeyin. Baş ağrısı, ateş, ensede ağrı ve sertlik, bilinç bulanıklığı, ışığa bakamama , havale geçirme, solunum yolu veya bağırsak enfeksiyonları ,bu kâbusun belirtileri olarak , biliniyor.
Büyük Amcamın ,tek oğlu Mesut’u, bu lanet hastalık aldı bizden. O Amcam ki, üstün kültür, bilgi, insanlık duygularını, yıllarca ,acı bir suskunluk ile değişti. Konya İl Eğitim Müdürüydü kendisi. Başı ağrıyan Mesut’u , banyo yapıp, bisiklete binerek , hasta olduğu, ateşlendiği için suçlamıştı.
Oysa, acı gerçek bu değildi. Yıllar süren matemini, henüz 17 yaşında iken kaybettiği Mesut’a , şiirler yazarak, masallara konu ederek ve ona kavuşma hayalleri kurarak geçirdi. Yengemi anlatmama , ne kelime hafızam, ne de bu klavyeler , yeterli gelemez.
-Hay Allah, ensemde kötü bir ağrı var. Az bir şey de, midem bulanıyor.
-Yahu deminden beri ben, başkalarına mı konuşuyorum. Değiştir , bu doktordan kaçma zihniyetini.
-Beni, boş ver ama, oğlanlardan bir şikayet duyarsam, kulağından tuttuğum gibi, doğru doktora valla.
-Peki ,evde solunum yoluyla geçen bir hastalığın ,taşıyıcısı sen olursan ,ne olacak?
-Tamam tamam . Yarın hastanedeyim. Zaten, bana bir şey olmaz, demedim ki. Böyle lanet bir hastalığın, karabasanın, insan atlayacağını ,hayal bile edemem.
- Teşekkürler. Hassasiyetine sevindim.
- Ama biraz da, karnım ağrıyor.
-Takvime baksana Yavrum. Bu gün ,28 nci gün. Korkma, her ağrıdan da.
E.Yaşar Ovalı 17.10.2012