Rıhtımdaki kadın II
II
Yıldız, takip ediliyor!
İnsanlar, gördüklerini kafasından tasarlayıp ilk aklına gelen sıradan tahminini vurup yapıştırırlar! Kopyala yapıştırmada yanılma payını hesaba katmadan “bu budur, şu şudur… “ deyip dillerine dolatıp dururlar!
Genç bir annenin, oğlunun koluna veya bir babanın koluna kızı girmesi kadar doğal ne olabilir ki? Genç kadın daha yeni tanıştığı ki dost bildiği yazarın koluna girmesi bazı kimselerce yadırgandı, bu belki normal denilebilir fakat peşin hüküm sürüp iftira atmak çok korkunçtur; korkunç olaylara sebebiyet de verecekti…
Genç kadın Yıldız, neşeli ve şen dolu bir yürekle eve koşar. Evde Yıldız’ın alkolik eşi uyanmış bas bas bağırıyordu!
“Yıldız… Boynun kırılası!” deyip duruyordu. Yıldız, koşar adımlarla evin kapısını açıp içeriye girmiş hakaretleri duymuştu. Yıldız da misilleme “Allah belanı versin! Sabah sabah nedir bu senden çektiklerim!” deyip mutfağa koştu. Yıldız, gece boyu Yazar Deman’la geçirdiği saatleriyle buradaki atmosferi göz önünde canlandırırken gözyaşlarına hâkim olmadı.
Yıldız, tam beş yıldır kocasının ağır hakaret ve şiddetli dayaklarına maruz kalmıştır. Sonunda Serkan isminde bir gençle tanışır. Yıldız, her söylenene kanan, saf bir kızdır. Uzun, kumral saçlı, ela gözlü bir kızdır. Babası yaşındaki kocasıyla baskı evliliğiyle evlendirilmiştir. Serkan, yakışıklığını kullanarak Yıldız’la yaklaşık bir yıl yasak aşk yaşamış sonra bir iş bahanesiyle kızı bir başına bırakmıştır. Yıldız haftalarca bekleyip durmuş en sonunda aldatılmanın, kandırılmanın acısıyla intihar etmeyi aklına koymuş; evden denize doğru koşar. Rıhtımda, içsel yolculuğunda iken Yazar onu bulur ve ona kol kanat germeye hazırdır. Yıldız, başında geçenleri anlatırken Yazar Deman, bazı notlar alıyordu. Hayat kesiklerin insan eliyle olduğunun; bir kez daha tanık olmanın acısıyla
“Bunlar da geçer… Sabırlı olmalı ve önemli olan umutsuzluk içindeyken umut yeşertmeliyiz” dedi Deman.
Yıldız, boynunu bükerek:
“Sonsuzluk var mı? Yarın ne kadar sürer? Hayatın arka planlarından sıyrılıp gün yüzüne ne zaman çıkacağım?” dedi.
Akşam vaktiydi… Ölgün ve titrek güneş batmak üzereydi. Sis etrafı kaplamış astım ve bronşitleri olanlara “bana bulaşmayın! İçerden çıkmayın” uyarısı verir gibiydi.
Yıldız “söyle bana yazar! Ne yapmalıyım bana akıl fikir verir misin?” dedi.
Deman:
“Mesela boşanabilirsiniz! Evliliğinizi kurtaracak bir şey bulamadım! Küfür ve şiddetli dayaklar boşanma nedenleridir” dedi.
Yıldız, umutsuzlukla:
“İmkânsız… Yanaşmaz… Yine de Boşanmayı deneyeceğim!” derken bile umutsuzdu. Yakamoz büfenin önündeki masada sohbet ederlerken Çakır amca hem müşterilerine bakıyor hem de onları dinliyordu. Genç kadın istemeye istemeye kalkıp gitti. Görünürde kaybolmadan önce bir kez daha dönüp baktı Rıhtımdaki büfeye, içinden söylenerek “Deman, ne iyi bir insan! Kendimi onun yanında güvende hissediyorum!” dedi.
Büfenin açık penceresinden Çakır amca:
“Hocam… Güzel bir kadın fakat bahtı kara! Dünyada ne kötü insanlar varmış, neyi paylaşamıyor insan?”
“Mutlu olamamak da bir tür hastalıktır ve çokça bulaşıcıdır! Bilimsel tanımı olmakla beraber bu kötücül hastalık yeni yüzyılın vebası sayılır.”
“Haklısınız hocam… Bu kıza bir tek sen yardım edebilirsin ve kadın sana çok güveniyor” deyip işine geri döndü.
Yazar Deman ile Yıldız sık sık görüşmeye başladılar. Yıldız günden güne canlanıyor, çekici güzelliği ortaya çıkıyordu tıpkı her gün sulanan bir çiçek gibi diri ve canlıydı. Rıhtımdaki büfede iki dost bir araya gelip sıcak sohbetler yapıyorlardı. Günlerden bir gün bu ikiliyi beraber gören Yıldız’ın bir komşusu, mahallede gördüklerini anlatıp sesli bir dedikoduya sebep oldu. En son kadının alkolik kocasının kulağına kadar gider.
Uyanık koca, Yıldız’ı suçüstü yakalamak için “Yıldız… Köye gidip bir hafta kafamı dinlemek istiyorum!” der. Yıldız, hiç itiraz etmez ve içten içe sevinir. Az sonra Yıldız’ın kocası küçük bir bavula evden çıkar.
Yıldız en şık elbiselerini giyer ayna karşısında saatlerce kendini izler “uzun zamandır böyle ayna karşısına geçip kendimi izleyemedim!” derken içten gülmeye başladı ve yanakları al al oldu. Kocası evden çıkalı birkaç saat olmuştu. Yıldız, kocasının bir hafta evde olmayacağı için kendini şanslı hisseder ve hapisten kurtulmuş kadar sevinçlidir. Akşama doğru Rıhtıma doğru yol aldı, yolda gördükleri herkesle kucaklaşmak istese de kendini zor tutar fakat sokak kedilerine, köpeklerine sarılır, dokunur hayvancağızlar da sevinir bu alışılmamış dokunumlara… Hata bir köpek Yıldız’ı izler onunla sahile kadar eşlik eder. Mevsimin ilk kar yağışını meteoroloji uzmanlarınca söylenmişti. Denizden birkaç kar kuşu havalanıp şehre doğru gelmesi artık kar havasının geldiğini apaçık belli oluyordu
Yıldız, psikolojik sorunlarını zamanla defetmiştir artık geleceğe doğru emin adımlar atmak için doğru kararlar vermek için çabalayacaktır. Ve tam kendini bulmuşken yazar “Hayat bir cennet misali değildir her zaman!” demesine Yıldız, uzun uzun düşünür.
Yıldız, rıhtımdaki büfede Çakır amcayla selamlaşıp hal hatır soruldu. Deman hala ortalıkta yoktu Çakır amca “nerdeyse gelir… Sıcak bir kahve alır mıydın?”
“Lütfen… Evden gelirken yemek yemeden çıkmıştım… Açım ne yiyebilirim?”
“Bugün balık şarap günü! Hafta sonları burada balık şarap servisi vardır”
“Öyle mi? Ne güzel! O zaman Deman hoca gelsin beraber yeriz… Olmaz mı?”
Çakır amca, ‘neden olmasın’ dercesine başıyla onayladı. Yıldız’a kahveyi verirken “seninkinden ne haber?” dedi. Yıldız mutluca “Benimki? Kör olası bir hafta yok, sanırım köye gitti! Bir hafta boyunca buralara takılmak istiyorum… Döndüğünde boşanma kararımı söyleyeceğim ona”
“Her şeyin hayırlısı…” dedi Çakır amca.
Çakır amca ve komisi Hasan müşterilerle ilgilenmeye koyuldu. Hafta sonu olduğu için büfe kalabalıktı. Büfenin beş masalık salonu kapatılmış kışlık hale getirilmişti. Buranın müşterileri genellikle okumuş kültürlü insanlar geliyordu, doktorlar, öğretmenler, avukatlar ve birkaç şair ve yazar ve çizerler geliyordu.
Yıldız, elinde kahvesiyle sahile doğru yavaş yavaş yürüdü. Güneş batmıştı ve usul usul kar yağmaya başlamıştı; beyaz kristalimsi pamuklar halinde ince ince hafif hafif yeryüzüne dokunuyordu her kar tanesi. Bu yağışla ayaz hava biraz kesilmiş, ortalık aydınlanmıştı.
Yıldız, bu gece gerçek bir yıldızı andırıyordu; çekici güzelliği, alımlı ve şık giysiler içinde bir Yıldızı kıskandıracak kadar güzeldi. Daha bir hafta önce yaşlı bir kadını oynuyordu şimdi tebessümlü, güler yüzü insanda bir hayranlık uyandırıyordu. Sahildeki banka baktı bir süre sonra dalgaların getirdiği iyot kokusunu içine çekip ufuklara baktı bu kez uzaklardaki sevgiliyi değil hayatı ne kadar görebileceğini kestirmek için bakıyordu. Ve kendisinin bu kadar çabuk değiştiğine hayatla sarılmasına nefes almasına hala inanamıyor veya bir düş olduğu düşünüyor olmalıydı. Daha önce buraya intihar için gelmişti şimdi ise yeni doğmuş gibi bir his içindeydi ve kendini çok mutlu hissediyordu. Denizle, martılarla ve kurtarıcısı Deman’la saatler boyu kucaklaşmak geçti içinden. Sevinçten ağlayacak gibi oldu ve birkaç sıcak damlanın karlar üzerinde düşmesine neden oldu. Ağlamanın iki boyutluluğunu bu arada öğrenmiş oluyordu; kimi zaman sıkıntından ağlandığı gibi sevinçten de ağlanabileceğini… Az sonra birkaç yaban ördeklerin telaşlı koşuşturmaları görüldü.
“Yıldız… İyi akşamlar” esiyle irkilerek derin düşlerden uyanırcasına dost sese yönelerek:
“Deman… Demek geldiniz? Ben de seni bekliyordum” deyip boynuna sarıldı.
Deman:
“Nasılsınız? Sizi bu gece çok iyi ve çok çekici buldum… İtiraf etmeliyim ki çok güzelsiniz!”
Yıldız bu iltifatlardan sonra bir süre sessiz kalıp başını eğdi. Beş yıl aradan sonra gelen bu hoş sözler Yıldız’ı sersemlemişti adeta. Kendini zor topallayarak:
“Teşekkür ederim, alçakgönüllüsünüz! Biliyor musun ağzınızdan çıkan her söz bana ilaç gibi geliyor ve ruhumu okşuyor! Bu kadar iyi olmanız neye bağlı acaba? Sormadan da edemeyeceğim” sonra Deman’ın gözlerine bakarak:
“ İyi insanların nesli tükendiğine inanmıştım oysa”
“İyiler azınlıktır… İyiler kafilesi çoğunluk olan kötücülerin arasında kolay kolay seçilemiyor fakat bunu asla unutma iyilerin yaşama hakkı olduğu kadar kötülerin de yaşama hakkı vardır. Ve kötülerle yaşamaya alışmalıyız! Önemli olan hangi safhada yer aldığımızdır. Unutma filmlerde bir iyi adam yüz kötü adamla savaşıp sonunda kazanıyor hayata da böyledir.”
“Çok ilginç… Bunları bilmiyordum… Sevmek azınlık sevmemek çoğunlukmuş meğer!”
Deman:
“Bunları bırakalım da bir şeyler yiyelim… Bugün balık şarap günü! Biliyor muydun?”
“Evet… Çakır amca bana söylediydi…”
İkisi büfeye doğru yol alırken Yıldız çaktırmadan kolundaki saate baktı ve hayretle saatin gece on buçuğu geçtiğini gördü. Evde yıl gibi gelen saatler burada neden saniyeler gibi geliyordu, anlamadan Deman’ın arkasında ona yetişmeye çalıştı.
Büfeden Çakır amca gelenlere ters ters bakarak:
” Oh ne güzel… Denize bakmaktan yorulmadınız mı? Ne anlarsınız Allah aşkına dalgalardan, martılardan? Üzgünüm ama size balık kalmadı saatin kaç olduğundan haberiniz var mı?”
“Yapma be, gözün seveyim! Balık yoksa sana gitmek de yok! Sabaha kadar bizimlesin! Yıldız’a senin iyi bir balık ustası olduğunu söylemiştim! Senin o lezzetli balıkları yemezse yazık olur”
“Ya… Ya… Yıldız kızım söyledi mi sana yoksa seni kullanmak mı istiyor?”
“Çakır amca, Deman o kadar iştahlı anlatı ki içim geçti ve birden acıktığımı hissettim!”
“İyi… Geçin bakalım! Çakır babanın balıklarını yiyin de zihniniz açılsın!” deyip ızgaranın başına geçti. Izgarada balıklar pişerken dışarıda kar lapa lapa yağıyordu ve denizdeki balıklar zıplıyordu! Izgara başındaki Çakır amca “Deman sen de şarapları al, servisi hazırla!”
“Hemen… Hazırlıyorum ustam” dedi.
Yıldız:
“Sanırım kırmızı şarap vardır”
“Kural olmazsa da beyaz etlerin yanında beyaz şarap tavsiye ederim… Kırmızı şaraba kırmızı etler ve pembe şaraba da av kuşların etleri iyi gider!”
Çakır amca, terlerini silerek:
“Bu yazar milletti her şeyi bilmezse olmaz sanki… Sana ne kardeşim bırak millet ne içerse içsin!”
“Ne dedin biraz ses açar mısın?”
“Yok, bir şey söylemedim, inanmazsan balıklara sor!”
“Neyse… Balıkları al da gel, açlıktan öleceğim nerdeyse!”
Çakır amca, pişmiş balıkları itina ile bir tabağa dizip getirdi. Masa üç kişilikti ve muntazam bir servis vardı ve hemen yemeğe koyuldular. Kar yağışı durmuş, kardan beyaz örtü yeryüzünü bembeyaz bir atlasa bürümüştü. İçerde ise sıcak bir sohbet eşliğinde yemek yeniliyordu. Sofrada Yıldız, sessizliği bozdu:
“Merak ediyorum… İnsan mutlu olunca zaman neden tez geçer?” dedi. Çakır amca, iki eliyle bir balık kafasını tutmuş yemekte iken “Hoca bu soru sana geldi, neden bana bakıyorsun? Ben böyle şeylerden anlamam”
“Anlıyorum… Sen ancak balık kafasını yersin!” üçü beraber gülüştüler. Deman kadehinden bir yudum aldı ve beynindeki devinimlerden söylemler çıkararak:
“mutluluk, bir fotoğraf kamerasına poz verdiğin süre kadardır; anlıktır. Mutluluk ile sevinç ayrı kavramlardır çünkü içinde sıkıntı olan da olmayan da sevinçli görünebilir. Sevinen biri içten mutlu olmayabiliyor. Örneğin damak zevki ile keyif de farklı olgulardır. Hayattan zevk aldığın süre kısadır çünkü insan bir gün içinde nelerle karşılaşmaz ki ve insanlar etkileşim, iletişim içinde oldukları hayat bir karmaşadır; insansın ruh hali değişkendir…”
Çakır amca, birden:
“Eyvah, geç kaldım…” deyip toparlanmaya çalıştı. Masadan kalkmasıyla paltosunu alması bir oldu. Giderayak “İyi geceler, dükkân size emanet… Çıkarken kapıları kilitlemeyi unutmayın!” diyerek koşar adımlarla eve doğru yol aldı.
Hiç bir insana rastlamadım ki, onda öğrenilecek bir şey olmasın.” Alfred de Vigny
Deman, Çakır amcanın ardında Yıldız’a dönerek:
“Çakır iyi adamdır, güngörmüş biridir, söylediklerine bakma. Hem kültürlü hem de hoş görülüdür” dedi.
Yıldız:
“Sizin kadar hoş görülü kimse görmedim, aynı zamanda bilge ve alçakgönüllüsün! Hayatı iyi analiz ediyorsun…”
“İnsan, hayatı yaşayarak öğrenir ve zamanla birikimlerinden yola çıkar. Bunu asla unutma bir yakının, sevdiğini kaybedersen kendini koy verme, her zaman hayatın bir kanadından tutunmaya çalış! Hayatı anlamlandırmak ancak anlamakla olur ve çokça kendini tanıyarak…” deyip bir süre sustu, sustular ikisi de, sanki dışarıdaki kar sesini, denizdeki dalga seslerini duymaya çalışarak. Sonra ikisi kalkıp kentin sessiz sokaklardan biraz yürüdüler ve bir bulvardan ikiye ayrılan köşeden “iyi geceler’ dileyip ayrıldılar.
Yıldız, kafasında bu anların bitmesini hiç istemiyordu; eve yaklaştıkça bir zindana yaklaşıyor gibiydi. Evin kapısında bir süre bekleyip sonra içeriye girdi. Sağa sola bakmadan direk yatak odasına geçti. Yaşadığı az önceki sevinci daimi olmasını arzulayarak ve hayallere dalıp uyudu.
Devam edecek...
Gelecek yazıda "feci kaza" yazarın ölümü olacak!