Zilhicce ayının ilk 10 gecesi...
(Dünya... Gözümüzü kamaştıran güzellikleri barındiran sinesinde... Ve sonsuzluk özlemiyle tutuşan gönüllerimizin kafesi...)
Geçen günlerde yürürken birşey farkettim. Malum sonbahardayız, etrafta yaprak şöleni var. Sarıdan kahverengiye çalan tonlar, ıslak toprak kokusuyla birleşip insanın içine işliyor. Güzelliklere kapanmış, farketmez olmuş gözlerimiz. Dikkatimi çekense ağaçtan salına salına düşen yapraklar oldu. Onları insanlara benzettim...
Dünyadan düşen insanlar... Sevdadan düşen insanlar... Gurbete. vuslata düşen insanlar...
Düşünün canlı bir yaprağı dalından koparmanın zorluğunu. Ne kadar bağlığsa dalına o kadar zor kopar. Parçalanır, bazı parçaları dalda kalır, bırakmak istemez de yine de kopar.
Oysa ne kadar kuruysa o yaprak, ne kadar ölmüşse dalında, o kadar kolay ayrılır. O kadar az şey kaybeder. Bütün parçalarıyla düşer. Çünkü hazırlamıştır kendini gerçeğe.
Bizler farklı mıyız sanki. O gösterişli, kimselere ezdirmediğimiz kişiliklerimiz aslında bazı bazı dallardan kopmuyor mu?
PEKİİİ... Senin nefsin ölü mü?
Yoksa sahte dünyanın soytarılarından biri mi?
En son ne zaman gönlün huzurla doldu?
****Hiç ölmeden evvel öldün mü?**** Canlı gönüllerimize tavsiyem var.
(Zilhiccenin ilk on gecesinde yapılan amel için, yedi yüz misli sevab verilir.) [Beyheki]
Ve 16-25 Ekim tarihleri itibarıyle bu inci tanesi günler başlıyor. Otobüsün vaktine yada düdüklü tencerenin saatine yetişmeye çalışan biz bir kerecik de o tatlı telaşı dalına yapışıp kalmış gönlümüze hissettirelim. Şu fırsatları güzel değerlendirelim inşallah...
(Selam ile...)