- 962 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Senin Sonbaharın Geldi Benide Vurdu
Mutlu günün anısına, deniz kenarından topladığım tüm çakıl taşlarını dün savurdum sahile. Diyeceksin ki hani anılarımız olacaktı torba torba. Saygın da mı kalmadı anılara. Sen her şeyi saklıyordun değil mi? Sen hiç bir şeyi çöpe atmazdın. Anılara asla kıyamazdın sen. Teşekkürlerini, takdirlerini, yıldızlı pekiyilerini saklayan adam, beni de saklıyor musun anılar sarmalının tozlu çekmecelerinde, kilit altında, naftalinli sandıklarda, kitap arasında ölü bir gül gibi. Oysaki ben bakmak, anmak için çakıl taşlarına ihtiyacım yok diye düşündüm. Ben seni yüreğimde saklıyorum. Bilirsin, yüreğime taş basacak yapım hiç olmadı benim, kaldı ki taşları saklayayım. Kalın, koyu, kasvetli kelimeleri sevmem ben. Belki de netameliyimdir, dedim tüm bunları yazarken. Senin de dediğin gibi bir ayarım yok benim. Ya toptan yok ediş ya da içinde boğulacak kadar yaşayıp, yaşatıyorum her duyguyu. Hem o taşları ben toplamıştım küçük bir çocuk gibi neşeyle. Bilmiyorum ki sen hiç çakıl taşı toplamış mıydın. O gün sormak gelmemişti aklıma. Senin güçlü duruşun kalmış aklımda. Ciddi adamlar eğilip yerden taş toplamaz diye mi düşündüm, kim bilir... Kale duvarları gibiydi sınırların. Yıkmak için ne kalın, aşmak için ne yüksek demiştim sana, gülerek. Hem ben umursamam sınırları bilirsin. Senin duvarların seni bağlar. Üstelik ben bir yasemin’im. Yaseminler sarmaşık misali, sarılıp bahçe çitlerini aşar. "Ben istersem" evet, işin özü ve aslı buydu. İkimizde hayat yolunda biliyorduk, istemenin kuvvetini ve gücünü. Senin her susuşunda üstüne yürüdüm adım adım, hece hece. Hep bildin, canımın yangılarını. Biliyorum demiştin bana bir gün; senin canını yakıyorum ve bunu biliyorum. Üzülürdün kendince, sever, saklar, kollardın beni, içinde. Elimden tutardın gizli gizli. Buna bile, kızardım çocukça. Yakayı ele vermeyecek kadar akıllı ve korkak iki çocuktuk aslında. Tüm korkak yanlarımızı bilirdik de dillendiremezdik bir türlü. Naçardık kendimizce.
Bugünlerde eksikliğini fazlaca hisseder oldum. Senin sonbaharın geldi, beni de vurdu. Oysaki bilirsin çok severim sonbaharı. Sen hiç sevmedin. Şimdilerde sonbaharda çocukların terk ettiği bir çocuk parkı gibi yüreğim. Gönül salıncağında dalına tutunamayıp savrulmuş kuru yapraklar sallanıyor keyifle. Onların keyfi sıra bir türkü de ben tutturuyorum dilime. Senin sevdiklerinden bir tane, böyle anıyorum seni. En çok da "Elfida" diye bağırmak geliyor içimden. Senli duyguları hissetmemek için çabaladığımı fark edince, dediğin gibi yapıp toptan yok edişi seçiyorum yine. Tüm sesleri kapatıyorum. Kalemi mi kırmak geliyor içimden zaman zaman. Sonra çok kızıyorum tüm olan, bitene. İçimde ki küçük kız öyle bir azarlıyor ki beni. Yok, daha neler diyorum. Sana dair bile olsa yazdıklarım, biliyorsun ki kalemim olamadan yol bulamıyorum ben. Çıkıp olayların dışından bir bakıp, hatta günlerce düşünüp, bir çıkış ve çözüm yolu buluyorum, her nasılsa. En sevdiğin yanım bu değil miydi? Bazen yolları hepten kaybedip, bir daha hiç bulmak istemediğim anlar oluyor. Sen bana güveniyorsun diye kaybolmak istiyorum. Bu kadar güvenmek zorunda mısın bana. Kaybolursam belki o zaman gelip bulursun beni. En kötü ihtimal ararsın değil mi? Korkuyorum, ya aramazsan ve ben kaybolursam. Hayata kafa tutan yanlarımı seviyorum. Aslında korkak bir çocuğum ve umutsuzluk beni öldürür, biliyorum. Bu yüzden umuda tutunuyorum. İşin kötü yanı tüm umutlarıma senide dahil etmek istiyorum. Sen kaçtıkça tüm kapıları kapattıkça, inatla peşine düşüp seni kovalıyorum. Ama say ki tüm bunlar bir savunma içgüdüsü. Bir kez daha söylüyorum sana iyi dinle beni. Benim ufkum yok. Yok, çünkü o sonsuz ve sınırsız. Bana göre ufuk sınırlayan bir çizgidir. Yerle gökyüzünün birleştiği varsayılan bir yanılgıdır gözlerde. Benim gibi deli çocukların ufku olmaz. Sen şimdi istediğin kadar dikip gözlerini bak ufka, istediğin kadar yanıl. Beni kısıtlayan yeni sınırlar çiz kendine. (Bazıları sana göre mutsuz, saldırgan ve ukala cümleler. Okurken altını çizip, böyle not düşeceğini biliyorum)
Pişmanlıklarımız, hatalarımız elbette ki var bu hayatta. Ama ben hep sorgu tarafında yargıç gibi sorgulayıp duruyorum kendimi. En çok kendimi tanıma ve anlama telaşındayım hala. Böyle doğruyu bulacağıma inanıyorum. Elbette ki bu yüzden seni de sorguya çektiğim günler oluyor. Nasıl da öfkelenip her defasında, bir daha açıklama yapmayacağım desen de mutlaka açıklama yapmak zorunda kalmıştın her seferinde. Fark etmiştin bezdiren, inatçı yanlarımı.Günlerdir düşünüyorsun değil mi? Bu son yumruğu niye yedin ki şimdi sen. Hak duygusu diyelim mi? Haydi bir iyilik yapıp sana da haklılık payları vereyim mi? Yarıya bölüştürsem bu payları o zaman yumruk atmamam gerekirdi. Ama atmıştım işte. Böyle nalet böyle huysuz yanlarım da varmış bak. Ama bilirsin suç samurdan kürk olsa kimse sırtına almaz. Ben de almam. Yok, bilirsin benim adalet duygumu. Ben suçum varsa arar, bulur ve derim ki "evet suçluydum". Ne yani şimdi bu suçu kabul etmek için mi evirdim, çevirdim, birazdan devireceğim cümleleri. Hayır! Elbette ki bilmeden de olsa sen canımı yakmıştın. Bilmemek suç olsa, suçu sana yükler kurtulurdum muhakkak. İşte benim adalet duygum burada gayet açık ve net devreye giriyor ve benim canım yanıyorsa, dönüp bende onun canını yakabilirim, dedim mi? Evet dedim. Bunu hep yaptığımı da söylemiştim üstelik. Benim için aslolan benim. Ben bir insanım, değerliyim. Kimse benim canımı yakamaz. Yakarsa benden karşılığını alır. İtiraz edeceksin şimdi. Ama sen bilerek yaptın. Bilmemenin karşılığı değil mi bilmek cancağızım neden şaşırıyorsun öyleyse. Bak ne kadar dengede tutuyorum her şeyi. Hem ne olacak ki dedim. Madem dostuz biz, sevgili dostum bu yükü taşıyabilir. Soruyorum şimdi sana ; taşıyabiliyor musun bu yükü? Yoksa biraz ağır mı geldi? Nicedir susuyorsun ve ben taşıdığını düşünüyorum nedense. Çünkü sırtından atmak kolay ve sen hala sırtından atamıyorsun ne yükü, ne de beni. Bilirim ki fıtratında suskunluk var. Önce sende benim gibi meseleyi enine boyuna masaya yatırıp, otopsi yapacaksın. Fakat bu mevsimde işler başından aşkınken, bünyen yorgun ve kafan karışıkken yapmayacaksın bunu. Hele bir sakinleş, kendine gel. Bekle biraz geçsin güz mevsimi. Sevmediğin sonbahar ayları seni hırçınlaştırıyor çünkü. Biliyorsun mutedil olmak ve orta yolu tutmak iyidir. Hoş hangi yolu tutarsan tut, ben usta bir izlemci gibi kendimce gardımı alacağım nasıl olsa.
Birleşik kaplar teorisi gibiyiz seninle. Sevgide ve dostlukta yan yana eşit ve dengede duruyoruz. Doğruda durmak bu değil mi? Aşk kimin elinden tutsa bir yangıdır en çok da yanılgı. Yakan kavurucu halleri vardır aşkın. Kaçmış değiliz ama yakalamak da istemedik biz. Yüreği taşıran bir duygu selinin taşkınında boğulmaktır aşk. Hayatı yaşamak varken sevgiyle yan yana ve el ele, yanmak neyin nesi? Yanmak güzeldir aşk ile diyenler, aşağılayacak şimdi bizi... Korkak bulacak. Varsın öyle desinler. Ben ki hayatın yakan acıtan yanlarından hep kaçtım cancağızım, senin gibi. Taşmak fazlalık değil mi? Taşan ziyan olmaz mı? Orta yolu bulmaya, orta yolu tutmaya söz vermiştik biz. Dengeli ve dengede durmak adına çabalamadık mı bunca zaman. Ziyan olmak karamsar kılacaktı bizi. Ya siyahım ya beyaz demiştim ben. Hala öyleyim cancağızım. Siyah ölüm gibidir en çok da bitimdir, renk bile olsa. Kolay yaklaşmam siyaha. Sevmem kara yazılar yazmayı, kara kara giyinmeyi. Kolay kolay kırmam kanadımı. Hep beyazdım ben. Dostluklarım ve sevgilerim beyazdır. Önüme açtığım tüm sayfaları beni yenileyecek diye, beyaz açarım. Su gibidir her şey bana, aydınlık ve ışıklı bir yol açar her sayfa. Sesim bile beyaz değil mi? Sen söyle? Ama bugünlerde arama beni ne olur. Dedim ya senin sonbaharın geldi beni vurdu, sesim biraz hüzünbaz çıkıyor. Ki ararsan cevap vermeyebilirim telefonlarına.
13 Kasım 2011 - Zeynep Özmen