- 683 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ruhumun Kozmik Patlamaları
Aslında her şeyin başlangıcı duygulardı. Duygular düşüncenin yaratıcısı , duygular anlaşılamayanın anlaşılmaya çalışılması... Duygular gereksiz bir yükümlülüktü üzerimizde. Duygular aramızdaki kalın duvar , derin bağdı. Duygularımızla düşündük düşüncelerimizle bunaldık. Hepimiz kalbimizin sesini dinleyen ama aklına her şeyden daha fazla güvendiğini iddaa eden yalancılardık. Gerçeklerden değil gerçekleri görebilecek olma gerçeğinden korktuk. Zamanın anlamını , yaşamın güzelliğini ölüm döşeğinde anlayan insanlar gibi duygularımızın gerçekliğini artık gerçekliklerini yitirmiş olduklarında anladık. Bir insanı üzecek tek şey duygularıydı aslında. Hiç bir kötü olay tek başına üzemezdi kimseyi. Üzülmeyi isteyen bizdik. Bencilliğimiz üzüyordu bizi. Bir zavallıya acırken bile bencilliğimizden acıyorduk. Tüm duyguları olduğu gibi üzüntüyü de biz yaratıyorduk. Hayatın gerçekliğine alışmış olmamız gerekmez miydi? Üzülmek neydi? Mutsuzluk aptal bir bencillikti. Yaşamımıza karşı gösterişsiz bir başkaldırıştı. Amaçsızlığımız üzüyordu bizi. Yanlışlıklar kapısını sonuna kadar açıyordu her bir mutsuzluk belirtisi. İnsan duygularına yenildiğinde her şeyi yapabilirdi. Her istemediği şeyi. Ama aslında isteklerimizin kaynağı da duygularımız değil miydi? Belki de yaşamımızın kaynağı. Belki ruhumuzun ham maddesi...
Dünya kimin için sorusuna da burdan bir cevap bulabilir miyiz? Dünya kimin içindir. İnsanlar için olduğuna nasıl bu kadar emin olabiliyoruz sanki? Bizim haberimiz bile olmadan yaşayıp giden hiç bir insanın etki alanına taklımayan işine yaramayan kendi hallerinde yaşayan hayvanlar niçin var o halde? Onlar hiçbir ilgilerinin olmamasına , tek ortaklıkları aynı gezegeni paylaşmaları olmasına rağmen sadece insanlar için yaratılmış olabilir mi? Onlar da kendi içlerinde Tanrının bir sınavına girmiş olamazlar mı? Hem insanlar için ne genel bir kavramdır hepimiz kendimizin etrafında dönüyor sanırken dünyayı. Dünya her canlının kendisi içindir. Bizi bir başkasının duyguları, yaşayışı, istekleri nasıl ilgilendirmiyorsa biz de kimseyi ilgilendirmeyiz. Dünyanın sokaktan geçen biri için olması umrumuzda olur mu? Dünya benim yaşamam için kurulmuştur. Tüm insanlık benim eğlencem için vardır. Burda yalnız kalmamam içindir hepsi. Aslında burda tek sınanan benim. Tanrı yalnız beni izliyor. Tüm bu karmaşa benim için. Dünyanın merkezi benim. Benim nefes alışımla çıkıyor fırtınalar , ben su içiyorum diye var denizler , göller. Benim için yaratılmış bu koca gezegende koca bir hiçim.
Beni yöneten aklın kaynağını arıyorum. Bulacağım yer hayalimde Lost adasındaki korkutucu bir şelalenin arka yüzü olsa da aslında bu kadar iç açıcı bir yerde olduğunu sanmıyorum. Belki de aklımla algılayamayacağım bir yerden geliyor aklım. Filozoflaşana kadar düşünsem ulaşamayacağım bir yerden. Nasıl düşündüğüme inanamıyorum. Düşünmek beynimizdeki kimyasal etkileşimlerden doğan biyonik bir davranışsa gerçekten , artık düşünmek istemiyorum. Varlığımızın temelinin , evrenin oluşumunun akla dayandığını sanıyorum. Her şeyi yapabilecek kendini kullanmayı bilen bir akıl gücüne. İstesek yapamayacağımız şey yok aslında kendimizi kandırmamız için uydurulmuş bir yalan. Aklımızın sınırları vardır çünkü. İstediğimizi yaptıran aklımızın sınırları vardır. Öyle olmasa uçar giderdik farklı yaşamlara. Samanyolları arası yaşardık. Soyut aklın farkında olmadığımız sınırları vardır. Hiçbirimizin yaklaşamadığı sınırları.
Siyah tül perdeler rüzgarla savruluyorlar. Öylesine uçuşuyorlarki saçlarıma kadar ulaşıp siyah bir gelin duvağı oluyorlar bana. Zihnimi çevreleyen tüllerse bu kadar nazik değiller. Onlar gerçek dünydakiler kadar hafif de değiller. Onlar zihnimdeyken yaşamım kısıtlanıyor. Zayıf bedenimin taşıyabileceğinden çok daha ağırlar. Gittiğim her yere beraberimde götürüyorum onları. Ama bırakacak bir yer bulamıyorum. Ya da bırakmaya kıyamıyorum.
Denizin uğultusu kulaklarımda. Deniz en korktuğum ama en hayran olduğum şey hayatta. Sevimli bir arkadaş sabahları. Bir canavardan daha tehlikeli geceleri. Acıması yok, ne olduğunu anlamadan yutuveriyor. Oysa aynı günün sabahında birlikte eğlenmiştiniz. Oysa onun neşesi de yok. Ne güzel şey cansız ama tapılası bir yaratılmışlıkta olmak. Hiç bir çaba göstermeden korkutmak , duygularına yön vermeye çalışmakla da oyalanmamak. Ruhsuz yaratılmak ne güzel. Bir zaman bir siyah gecede genç ama yorgun bir bedeni sessizce huzura kavuşturmak ne güzel!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.