- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ft. edebiyat -5-
İnsanlar ölümü ne kadar da az düşünür. Âdeta bir düşünmeme sanatı geliştirmiş ve böylece gerçekleri unutmanın yolunu bulmuş insan. Oysa ölüm, derin düşünmeyi ve dengeli yaşamayı sağlar.
Her nefis ölümü tadacak iken ölümü konuşmayarak, düşünmeyerek ölümden kaçılabilir mi? Ölüm insanın, hayatını sorgulaması yönünde bir hatırlatmadır. Düşünmediğinde ise dünya hayatına ve geçici süslerine hırsla bağlanır, bencilleşir.
"...İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.” Allah, kadına da, erkeğe de acizlikler vermiştir. Bu özel yaratılış, insanın, dünyadaki her şeyin geçici olduğunun farkına varabilmesi içindir. Her gün defalarca aczini ve zavallılığını görür insan ama büyüklenir, gururlanır, enaniyet yapar. Nefsi bu kadar azgın insanı Allah, "çok zalim, çok cahildir" ifadesiyle tarif eder.
Ölüm, yalnızca dünya hayatımızdaki imtihanın sonudur. İnsan dünyaya gelir, çocukluk safhasını yaşar, gelişir. Orta yaş, ihtiyarlık derken, zaman da hızla ölüme doğru akmaya devam eder. Genellikle hastalık ya da yaşlılık sonucu ölümün geleceğini zannederiz. Ancak Allah, genç ve sağlıklıyken, ayaktayken, konuşurken ya da en eğlendiği anda da aniden insanın canını alabilir. Uzun bir sürece, yaşlanmaya ya da hastalanmaya ihtiyaç yoktur.
Ömür çok hızlı geçer. İstisnasız her insanın, ölüm gerçeğini görüp kabul edeceği bir an olacaktır. En sağlıklı, en gösterişli insan bile bir gün karanlık toprağın altına girer. Orada ise ölümü unutan, yaşamı boyunca büyüklenen, hep “ben”, “ben” diyen kişinin, dünyadaki azgınlığından, kibrinden eser yoktur.
Ahirette inkârcıların, yapıp ettikleriyle yüzleşme anı oldukça zorludur. Allah’ın sınırları içinde yaşamak yerine bencil tutkularını tatmin amacıyla yaşayan, Allah’ın değil, insanların rızasını gözeten kişileri oldukça zor bir hesap bekler.
İnsanın, sorgulanma anı yaşanacakları düşünüp de korku hissetmemesi mümkün değildir. Ancak bu korku yalnızca inanan insanlara has bir korkudur. Çünkü o anın gerçekliğine kesin bilgiyle iman edenler, yine müminlerdir.
İnsanın ahirette karşılaştığı zorlu durum, yapıp ettiklerinin her anının kaydedildiğini düşünmemesi ve Rabbi huzurunda sorgulanacağından gaflette yaşaması nedeniyledir. Ölüm gerçeğine, ahiretin varlığına ve hesap gününe kesin bilgiyle iman etmemesi nedeniyledir ki insan, Allah’ın sınırlarını rahatça ihlâl ederek yaşar. İnkârcılar, hiçbir şeyin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktan ve O’nun azabından sakınmaktan daha önemli olmadığını o an kavrarlar. Bu sebeple ölüm, inanmayanlar için büyük bir şok, büyük bir beladır.
Yaşımız kaç olursa olsun, hepimiz ölüme aynı yakınlıktayız. İnsanların bir taraftan ölürken, diğer taraftan yenilerinin dünyaya geliyor olması bizi gaflete düşürmemeli. Hiç doğan olmasaydı, sürekli ölümlere şahit olsaydık ve çevremizdeki insanların sayısı gittikçe azalsaydı, nasıl panik olurduk. İşte bu ruh haliyle yaşayalım, ölümü sıkça düşünelim. Geriye dönüp baktığımızda, yaşadığımız yılların ne kadar da çabuk geçtiğini düşünürüz. Yaşayacağımız yıllar da aynı hızla geçecek unutmayalım. Ki yavaş da geçse ölüm sonunda bizi bulacak...
Ölüm, inananlar için Rabbine kavuşma yönünde büyük bir nimettir. Ölüm görünüşte yokluk gibi görünür ancak ölüm diriliktir, sonsuzluktur.
“Ölüm yaradılmışın Yaradan’a kavuşmasıdır… Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.” Mevlâna.
Necip ölümü ilk kez bindokuzdoksandört senesinin nisan ayında tanıdı,pazar günü akşamüzeri...Bir yıl önce aynı tarihte anadolu lisesine kayıt olmasını sağlayan şişman cumhurbaşkanı hayata gözlerini yummuştu,hep öykülerini dinlediği saatlerce kırkbeş derece sıcakta tek göz odada sıcaklığın tepedeki çatıdan içeriye aktığı odada geçmişi dinlediği ninesinin ölümü ile...
Yedi yıl nişanlı kaldığı Mustafa’yı,işgale gelen Fransız askerlerinin koca şapkalarını,çarşı camisinin önündeki meydandaki zeytin ağacına asılan adamı ve ninesinin acn çeken adamın titreyen ayakları nasıl günlerce kabuslarında gördüğünü,kasabaya yüz yılda bir kez o derecede şiddetli yağan evlerin çatılarına yetişen "büyük kar" yağışını kangren olan parmağının kesiliş öyküsünü dinlediği anneanne bir hafta boyunca meydanda asılan ve can vermeden önce ayakları titreyen adam gibi titreyen ayakları ve açıp kapadığı ağzı ile iki yaşam arasında gidip gelmişti,konuşabildiği zamanlarda evine gitmek istediğini söylerdi ,zaten evinde olduğunu anlatmaya çalışırdık ama evinin artık farklı bir yerde olduğu aşikardı.Pazar günü akşam üzeri ileri geri hareket ettirdiği ayağı durdu ninenin,koşarak aktara vardığında kına istediğini söyleyince adam hemen Allah rahmet eylesin"demişti merhumeye kına yakıldığını o zaman öğrendi necip,ölümün de aslında bir düğün olduğunu ve kadınların tertemiz ve kınalı olarak ebedi hayat arkadaşına gittiğini...
Mezarın ortasında bir karış ve "dört parmak"eninde açılan çukura sağ kulağı yere gelecek şekilde yüz yıllık bir tarihi yerleştirip yaklaşık bir buçuk dakika içinde toprakla doldurulup yaşama devam etti herkes,teyze,Osmanın babası ve diğerleri...Üç ay sonra yine yaaz gelecekti ,Osman yine yaz tatiline gidecek,yaz maceralarını anlatacaktı,artık sahilde çadır kurmak yerine yazlık evde yaşamaya başlamışlardı,komşu kızının rahatlığını anlata anlata bitirememişti Osman,kızın babasının geceleri çıkmak için izin vermesini denizde sürtündükleri zamanlarda kızın külodunu indirdiği anı defalarca anllattı Osman,büyüdükleri kasabada karşı cinsle buluşmak neredeyse imkansız olmasına rağmen aynı ülkenin deniz kıyısındaki kasabalarında gençler sabahın ilk saatlerine kadar deniz kıyısında ateş yakıp şarkılar söyleyip bira içerek sevişiyordu.Osmandan on yıl sonra tanıştığı denize aşık olmuştu Necip,kasabadaki tek yüzme havuzunda kurumuş yapraklar ölmüş hamamböcekleri ile birlikte yüzerken osman’ın ne kadar güzel yüzdüğünün farkına vardı,yüzme bilmediğinin farkında değildi , ama aynı yükseklikten aynı tarzda bıraktı kendini sarı renkli suya... tıpkı osman gibi,onun gibi atlarsa onun gibi yüzeye çıkacağını sanmıştı çocuk aklıyla ama çıkamadı önce biraz çabaladı sonra çabalamanın faydasız olduğunun farkına vardı ,dipte asılı kalmıştı aslında iddia edildiği gibi hemen paniğe kapılmadı,nefesi de yeterliydi,yeni yetme yaşlarında içi kuş pisliği ile dolu su saklama kabına başlarını sokup nefessiz kalma yarışması yaptıkları anlardan dolayı antremanlıydı,ama yüzeye çeken bir el gördü yukarda Osman’ın eli... ve havuzda yüzen diğer kasabalı gençler el birliği ile kenara doğru iterek kurtardılar Necip’i ,ilk şoktan sonra artık en azından yüzme bilmediğinin farkına varmıştı,ödünç aldığı kamyon lastiği ile saatlerce çalışarak öğrendi ama epey yorucu bir işti bu,ve yorgunluk açlıkla birleşince havuzun yanı başındaki lahmacun fırınından yükselen kokular iki kuzenin son parayı verip afiyetle yedikleri lahmacun ve evden getirdikleri domates,biber ve bir kaç dilim koyun peyniri ile zenginleştirilirdi.Peynir her sonbahar tenekeler dolusu alınan ve soğuk hava deposunda saklanan ,her kahvaltıda çaya ekmek dilimlenip bu ikiliye sonradan katılan kahvaltıyı zenginleştiren ,bir gereklilikti.Tüm kasaba peyniri her pazar geldikleri fırınlı yüzme havuzunun yanında bulunan soğuk hava deposunda saklardı,havuzun yanında da kasabanın itfaiyesi ve hareket ettiğinden şüphe edilen bir demir yığınını andıran kırmızı renkli eski kamyon vardı.
Kış mevsiminin sadece iki ay yaşandığı kasabada kırkbeş derece sıcaklıkta yaşamaya çalışan ahaliyi bir nebze serinletmek için tozlu yollar ,gençlerin yüzme öğrendiği havuzdan çekilen sularla nemlendirilirdi ama kısa sürede su buharlaşır yollar eski tozlu doğal görünümüne bürünürdü.Necip kimi zaman bu kadar esmer tenli gençlerin iiçinde açık renkli olan tek kişi olduğu için kendini yanlız hissederdi,gençlerin karşı cinsi tanıma imkanı olmadığı için cinselliği yaşama yada paylaşmak için en uygun kişi arkadaşlardı,aşırı derecede açık teninden dolayı bazı gençlerin bir genç kıza bakar gibi kendisine bakmasından rahatsız olurdu ama kimi zaman da bu lokantalı havuzda kendini bikinili bir genç kız olarak hayal ederdi , bir tanrıça gibi fırının tam karşısındaki ağacın serin gölgesinde uzanan beyaz teninin esmerleşmesini önlemek için güneşe çıkmayan ve kendisine hayran hayran bakan gençlere gülümseyerek karşılık veren bir tanrıça...
Kuzeni Didem gibi bikiniyle kızgın güneşin altına fütursuca yatmak ve erkeklerin bakışlarını üzerinde toplamak isterdi ancak kızgın güneşin altında esmerleşen ve söz dinlemeyen erkekliğini biraz rahatlatmak için sık sık fırınlı havuzun lavobosunda kendini tatmin edip kamyon lastiğini beline geçirip yüzmeye devam ederdi.Kendini bir genç kız gibi hayal etmesinde neyin etkili olduğu bir muammaydı,bu doğuştan gelen bir özellik miydi yoksa kuzeni Mehmet ile oynadığı masum cinsellik oyunlarımıydı,aslında yedi yaşından itibaren sokak arkadasları arasında ilk sırada hep cinsellik vardı sokak ortasında kısa pantolonunu indirip yoldan geçen kızlara organını gösteren Tufan ,kuzeni Mehmet ile sık sık işyerinde yukarı bakıp mazgalın altından kadınların bacaklarını izledikleri zamanlar karşı cinsi tanımaya başlamışlardı,kasabada kızlar ayak bileğinden boğazına kadar giyinirlerdi ama sinemanın afişlerinde tamamen çıplak kadın posterlerinin üreme organları siyah boya ile boyanırdı.Akşamları film izlemeyegittiği zaman daha ilk sahnede gençler rahatlamak için tuvaletin yolunu tutardı bazıları ise rahatını bozmamak ve idrar kokulu bir mekanda mastürbasyon yapmamak için arka sıralrda oturduğu koltuğa boşalıp çıkardı ,filmler arka arkay a üç film olup ilk ikisi porno sonucusu karate olurdu.Oturduğu yerde boşalanlar kimi zaman yanındakine organını gösterirdi,hemcinsinle tanışıp ilişkiye girmenin en uygun yeri sinemaydı,kiim yetişkin adamlar byıkları yeni terleyen delikanlılarla sinemada tanışıp "tavladıktan"sonra evine götürüp cinsellik yaşardı.İlk ergenlikle kadınlığı yaşayan bir delikanlı muhtemelen karmaşık duygularla hayatına devam ederdi,aslında aşırı derecede porno bağımlısı olmak zamanla kadınlara hayran olmaya hatta kendini o sahnedeki kadının yerine koymaya kadar giderdi,dudaklarının kenarında kalan sperm damlalarını adamın parmağıyla temizleyip kadına zorla yutturması unutulmaz bir sahneydi,kuzeni Mehmet ile sinemaya gidip en arka sıralarda oturan necip sürtünmek için çeşitli bahaneler bulurdu,genelde yerde bir kağıt olduğu bahanesiyle eğilene arkasındaki cinsel organını dokundururdu hatta gerçekci olması için hala bulamadın mı gibisinden sorular sorulurdu,bu daha çok bir tedbirdi olur da sinema görevlisi neden arkadasın eğilmiş diye sorarsa yere kağıt düştü yada çekirdekler yere döküldü onlerı topluyor gibi bahaneler üretmek akıllıca gelirdi kimi zaman bir kaç tane ayçekirdeğini yere döküp toplarmış gibi yapardı necip ve eğilince mehmet de arkasında yerini alırdı,sonra rolleri değişirlerdi,sinemda bu "ısınma" turlarından sonra işyerinin anahtarın mehmette olduğundan işyerine gidip mum ışığında sürtünmeye devam ederlerdi.Kuzeni Mehmet ile yaşadığı cinselliğin boyutu ilerlemiş olmasına rağmen Osman ile bu derece ilerleyen bir ilşki olmadı sadece bir defa yuvarlak tenis topunu burunları arasında düüşrmeden tutmaca oynarken kasten dudaklarını uzatan necip sayesinde öğpüşmüşlerdi ve Osman bu duruma katıla katıla gülmüştü,Osman evlerine misafir gelen ailenin küçük kızının eteğini kaldırdığıını ve külodu kenara sıyırınca ortasında bir çizgi olan iki yuvarlak gördüğünü NEcip’e anlattı.Ortasında bir çizgi olan iki yuvarlak şekilin bir araya gelmesi ile oluşan şeklin sahibi Elçin daha ilkokula başlamımıştı.Necip elbette kuzeni Mehmet ile yaşadıklarını Didem yada Osmana anlatmazdı ancak oniki yaşında vilayet yolunda sık sık açılan eteğinini n altında n bakınca kuzeni Didemin bacaklarının ne kadar güzel olduğunu anlamıştı ama aklına takılan tek bir soru vardı acaba büyük adamlar da büyük kadınlara bakarmıydı ve doğan çocuğun kız mı erkek mı olduğu nasıl anlaşılırdı?bu soruyu dayanamayıp annesine sorunca güülmsemekle yetindi annesi,akşamları "Mavi Ay"dedektiflik bürosundaki yakışıklı dedektif ve sarışın iş ortağınının çırılçıplak yatakta olduğu sahnetyey dikkatle bakan necip anne babasının kendisin i izlediğininn farkında değildi.Aslında bu sahnede David ile Meddy’nin ne yaptığı ilgisini çekmemeişti ama Maddy’nin ne kadar kılsız tene sahip olduğu buna karşılık David’in ise kıllarla kaplı bedeni kadınlara olan hayranlığını arttırmıştı.Karşı cinse olan hayranlık duyguları iki büyük ablasından kaynaklanıyordu.Liseden dönen ablasının sadece iç çamaşırları uyuya kaldığı gün odasına girip izlemişti,her kıvrımı,beyaz tenini,kırmızı yanaklarını,dantelin altından kumral renkli tüyleri sütyenin dışına taşan dolgun beyaz yuvarlakları...
Sinema salonunun girişinde asılı dev film afişlerindeki kadınlar gibiydi ablası,sessizce çıktı odadan gördüklerini unutamadan..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.