- 1050 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ELVEDA...
Bir bahar sabahı dünyaya gelmişti, anasının acı çığlıkları inletmişti dört bir yanı… Yavrucuğun canını veren, anasının canını almıştı… Doğuştan öksüzdü, hiç içememişti anasının sütünü, hiç koklayamamıştı mis kokusunu ve hiç okşamamıştı saçlarını… Hep düşlerinde yaşatmıştı, rüyasını süsleyen melekti sadece… Ama ezik kalmıştı bir tarafı, yaralı bir ceylan gibi ürkekti bakışları…
Babası her zaman onu suçlamıştı, günahkâr ilan etmişti. Suçu annesini öldürmekti ve en azılı katildi babasının gözünde… Çok kötü davranmıştı, zincirlere bağlamıştı kimi zaman… Zincirlere bağlanan bedeni miydi yoksa ruhu mu? Bunu hesap etmeden… Bir kere bile öpmemişti yanaklarını. Vücudunda sadece dayak izleri vardı. Sokağa çıktığı zaman çocuklar “katil” diye bağrışıyorlar, alay edip gülüşüyorlardı , taş atıyorlardı bazen de acıya dayanıklı olan küçük bedenine…
Okula bile gidememişti. Okul onun neyindeydi ki? Kendi çabasıyla öğrenmişti okumayı yazmayı. Babası bağıra çağıra haykırıyordu yüzüne onun koca bir “hiç” olduğunu. Çaresiz, boyun eğiyordu kaderine…
Konuşmuyordu… Belki de sesini duymamıştı hiç kimse. Konuşsa dinleyecekler miydi acaba? Hangi sözcük anlatabilirdi acılarını? Hangi dil karşılardı umutsuzluklarını ve hangi kalp hissederdi yalnızlığını, çaresizliğini, bıkkınlığını…
Çok sıkılmıştı bu yaşantıdan. Senelerdir dört duvar arasında yaşamaya mahkum edilmişti. Esaretine son vermek istedi bir gün ve babası işteyken masanın üzerine bir zarf iliştirip gitti…
Baba eve geldiğinde gözüne ilişti masanın üzerindeki zarf .” Bu Allah’ın belası da nerede? Mektup gelmiş, haberi yok” diye geçirirken içinden zarfı yırttı ve okumaya başladı:
Babama,
Ne kadar garip geldi sana böyle hitap etmek. Düşündüm de hiçbir zaman yüzüne dememişim baba diye. Sadece hayallerimde, rüyalarımda sana sıkıca sarıldım babacığım diye… Öptüm, öptüm… Tabi annemin yerine de…
Daima bir sığıntı olarak gördüm kendimi bu evde. Kötüydüm, çok kötü. Çünkü annemi öldürmüştüm değil mi baba? Yazık… Ben annemi nasıl öldürebilirim baba? Ben istemez miydim geceleri anamın mis kokusunu içime çekip koynunda yatmayı, ninnileriyle uyumayı? Ben istemez miydim sıkıca sarılıp “annemmm” diye bağrıma basmayı? İsterdim baba, hem de her şeyden çok… Peki hiç düşünmedin mi duygularımın olabileceğini? Daha altı yaşındayken kolumdan tutup sokaklarda “Bu bir katildir, hiç kimse bu çocukla oynamasın, kimse sevmesin bunu” diye avaz avaz bağırıken hiç mi göremedin utancımı ? Hayır, görmedin… Çünkü nefretin ve kinin esir almıştı duygularını. Kalbinde ne varsa sevgiye dair, bir bir kazmıştın derin bir çukura. Paslanmıştı orada, çürümüştü… Ben doğmadan önce annemin karnını hiç mi okşamadın baba? Hiç mi hayaller kurmadın, hiç mi beklemedin kucağına alacağın o günü…
İşte ben o’yum baba. Saf hayallerinizi süsleyen çocuk… Senin çocuğun… Ama yok ya ben katildim değil mi? Katillerin en kötüsü, en acımasızı, en vicdansızı…
Ve bu kötü çocuk yaşadığı acıları sinesine çekip gidiyor baba. Kurtuluyorsun, gözün aydın. Bir baş belası daha eksiliyor hayatından. Peki nereye gidiyorum biliyor musun? Sokaklara gidiyorum baba… Bebekliğimden beri bana aşıladığın kötülüğü kullanarak para kazanacağım hatta en büyük olacağım yere gidiyorum. Sokaklara… Artık bu katilin de arkadaşları olacak, belki yine ezilecek, yine hor görülecek ama o alışkın ki bunlara…
Gidiyorum baba… Hani yağmurun altında çok fazla kaldığında üşürsün ya, titrersin… Buz gibi olur her yanın ve bütün bedenin sırılsıklam… İşte öyle hissediyorum kendimi, çaresiz, yorgun…Ruhum enkaz içinde kalmış, benliğim ise yanmış alevlerde. Halbuki ben seni ne kadar çok … Yok hayır gerisini getirmemin manası yok. Nasıl olsa boşa gidecek sözler, havada asılı kalacak. Yumuşamayacak kalbin, dolmayacak gözlerin yaşlarla…
Gidiyorum baba… Eminim ki bensiz bir hayat senin için çok güzel olacak. Yüreğimde acılarla ve burnumda anamın hiç koklamadığım kokusuyla gidiyorum…
Elveda…
Beyni felce uğradı, düşünemedi bir süre... Kanepeye attı kendisini, mektup kayıp düştü elinden. İlk defa gözlerinde ıslaklık hissetti. Ağlıyordu… Çocuğunun bu kadar içli olabileceğini hiç düşünememişti. Geç de olsa farkına vardı hatasının. Annesinin ölümünden çocuğunu sorumlu tutmamalıydı. Sevdiği kadının tek yadigarıydı aşkının tek meyvesi. Onu da kaybetti… Hüzün bulutlarıyla sarmalanmışken ruhu, kaybetti birden şuurunu. Fırladı sokağa, koştu, koştu, koştu… Her gördüğü çocuğu “oğlum” diye bağrına basmaya başladı, çocuklar deli sandılar, korkuyla kaçıştılar. Her yer karanlıktı şimdi, adımlarını boşluğa atıyordu sanki.
Karanlıklar arasında küçük bir ışık aradı, bulamadı.
Işıksız kaldı hayatı, bir daha hiç aydınlanmadı…
YORUMLAR
Böyle babalara inanamıyorum.. sanki çocuk istedi dünyaya gelmeyi, bilseydi böyle bir babaya sahip olacak zaten istemezdi doğmayı..üzülerek okudum .. çünkü ; bu tür kişiliksiz babalar çok ....ceremesini küçük bedenlerin çektiği , sonrada sokaklara terkedilen sevgisiz çocuklar..
Mesajı güzel harika bir yazıydı.. Kutlarım değerli kaleminizi.. Selam ve saygılarımla..
tebrikler...sanki bu yazıyı ben dedimde sizmi yazdınız gibi oldu..kader ne kadar benziyır..anam dogarken ölmüş..herkes katil derdi ama rahmetli babam ve rahmetli agbim korurdu hiç üzmediler....fakat bir yanım ezikti....vede ismimi bir tane diye yadigar koymuşlar.....anasız olunca neyleyim...kusura kalman aglattı yazınız....yazamıyom selamlar