Düşten Öteydi Bir Vakitler Düşlediklerimiz Gerçekleştirdik Amma Velakin-3
Arnavut bahçıvan Yusufi amcayla Mihail’in; sabır ve emekleriyle yarattıkları Cennetteki serin, gölgelikli köşelerden farksız bahçeyi görünce bin bir meşakkatle vasıl olduğumuz evimizde yorgunluğumuz geçivermişti.
Justine teyzeyle kızı Lili tüm köşkü elden geçirmiş iyice havalandırmışlardı. Paşa dedemin ve anneciğimin taraçaya açılan sedirli odalarını gümüş mangallarda alazlanan korlarla ısıtmış, buhurdanlıklarda en iyi buhurları yakarak Büyükada’nın o doyumsuz bahar havasını evin içine hapsetmişlerdi.
Üzerimizdeki yol rehavetini attıktan sonra ev çalışanlarının günlerdir hazırladıkları yolluklara, Justine teyzenin kendi hayvanlarının sütüne kattığı sevgisiyle mayaladığı süt mamullerini, sac üzerinde pişirdiği adada bolca bulunan sirken otlu katmerleri katık ederek büyük bir iştiha ile yedik…
Çok çalışkan ve dürüst insanlardı. Evin ve bahçenin yaz kış onarımı, bakımı ile meşgul olurlar, her daim paşa dedemin himmetine mazhar olur, hizmetlerinin karşılığını misliyle alırlardı. Yusufi amca daha çocukken kaybettiği dedesinin yerine koyup velinimetine saygıda kusur etmezdi. Erkeksiz ve himayesiz kalmış, hastalıklara gark olmuş ailemin durumuna pek üzülmüş ,diğer işlerini savsaklayarak bizatihi paşa dedemin kişisel bakımını deruhte etmişti. Justine teyze körpe, ince, çalak vücuduyla daha önceki yıllarda haftada iki üç gün süt ve süt mamulleri getirmesine rağmen bu yaz her gün şifa niyetine taze taze getiriyordu. Bahçe içindeki bostanlıkta dalından koparılmayı bekleyen iyice şımartılmış yeşillikler her gün yardımcılar tarafından lengerlerle toplanıyor, her yemekte yeşillik yeme alışkanlığımızı ve iştahımızı körüklüyordu.
Aile doktorumuz Mösyö Albert çeşitli bitki tohumlarını belli miktarda karıştırıp döverek içine eklediği mayiyle sulandırıp macun kıvamına getirdiği melhemi; hasara uğramış uzuvlarına masaj yaparken kullanacağımız bitki yağlarını adaya hareket etmeden önce getirmişti. Nasıl uygulayacağımı tarif etmiş, sabah akşam yaptıracağım hafif kültür fizik hareketlerini unutmamamı da sıkıca tembihlemişti.
Yusufi amcaya ve benden üç yaş büyük Mihail’e aynısını tekrarlayıp gösterdim. Paşa dedem emin ellerdeydi. Bana düşen vazife sadece yemeklerini düzenli yemesine nezaret etmek, kulağına ruhuna tüm benliğine sirayet etmiş müziğin o efsunlu tınılarıyla gözlerindeki yabansı alazlanmayı, ıslaklığı bertaraf etmekti.
Günün belirli saatlerinde piyanonun başına geçip bir pınar gibi coşuyor, köpüklü çavlanlar gibi yükselen, alçalan müziğin ritmiyle üzerine karlı dağlar yıkılmışçasına bir umarsızlık burgacına yakalanmış paşa dedemin çini mavisi gözlerinin şimşeklenmesini hayal ediyordum.
Okuldan ayrılırken aceleyle çantama tıkıştırdığım üç romanın birisinden her gün on sayfa okuyor, arada bir verdiği tepkilere göre memnuniyetini ölçüyordum. Bir seferinde şimdiye kadar hiç kimsenin okumasına müsaade etmediğim , masalla hikaye karışımı Reşat Nuri ağabeyimin yazdıklarına hiç benzemeyen kendi yazılarımdan bir tanesini okumak istediğimi söyledim. Memnun ve meraklı gözlerle okumamı işaret etti. Beğenmiş miydi yoksa beni yüreklendirmek için mi beğendiğini belli etti bilemiyorum. Yazamıyordum işte, belki de istidadım yoktu, hantal parmaklarım dost değildi kalemlere. Galiba ben yazmaktan çok okumaya sevdalıydım o zamanlar sadece…
Anneciğimin bütün vücudu kuvvetli bir rüzgar hamlesine maruz kalmış bir yaprak gibi yangınlarla, titremeler arasında gelip gidiyordu. Sesi ve nefesi dişlerinin arasına sıkışmış, yemek yiyememe mevzuunda herkesi iz’aç etmişti. Emektar dadı Rabia ağzında gittikçe büyüyen lokmaları boğazına itercesine yalvar, yakar yedirip şuruplarını, iksirlerini zorla içiriyordu. Sanki kardeşim Nusret’çiğimin yerine paşa dedemle anneciğim birer koca bebek olmuşlardı.
Köşkümüz Hristos’ta tamamiyle çamlar içinde gölgeli ve gözlerden nihan bir köşedeydi. Beyaz boyalı, oymalı bir ahşap veranda, içinde renkli capcanlı çiçekler ağaçlar gölgelikler olan uzun kavisli bir bahçeyle çevriliydi. Dört tarafından deniz gözüküyordu.Tenha, durgun ve gün ışığıyla cilalanmış gibi şavkıyan bir deniz…
‘’Nevnihal gelecek hafta sonu Lütfiye halanlar ziyarete geleceklerini bildirmişler kahya Nazmi Efendi’ye. Bilirim ne çok sevdiğini onları sevinesin diye muştulayayım dedim’’. Sevinçten ne söylediğini anlayamamıştım.
‘’Dadıcığım Lütfiye halamlar mı dediniz yanlış mı anladım yoksa’’
‘’Doğru dersin ay yüzlüm Lütfiye halanlar gelecekmiş’’.
‘’Nuri eniştem, Reşide’ de gelecekler değil mi ‘’?
‘’Evet nurum ‘’
‘’Ya Reşat Nuri abim o da gelecek miymiş’’?
‘’Ne çok soru sorarsın be güzel kızım esas o istemiş gelmeyi. Evci çıkacakmış hafta sonu, eniştende hastanedeki nöbetini genç doktorlardan birine devretmiş. Bilmez misin ne çok hasbihal ederlerdi tarih ve devlet idaresi hakkında gece yarılarına kadar. Eniştende muayene edecekmiş sevgili dedeciğinle, anneciğini’’.
Heyecandan bembe beyaz yüzümün lacivert iri gözlerime kadar kızardığını hissettim. Nasıl geçireceğim bir haftayı nasılda göreceğim gelmişti hepsini. Ama daha çok onu...
Devam edecek 4/3...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.