MAŞUK/5.BÖLÜM
Günlerdir bir ışık bekliyordum. Aramasını, msnden yazmasını ya da bir mail atmasını… Bir ‘’merhaba!’’ demesi ya da ‘’selam!’’ yazması yeterli olacaktı. Kanada’daki büromuzun çalışanı Kenan Bey’in yaptığı araştırma sonrası iyi bir ailenin yanında kaldığını öğrenmiştim. Bazen evin uzağına arabamı park ediyor, saatlerce evden çıkmasını, uzaktan da olsa görebilmeyi umut ediyordum. Kimi zaman şans benden yana oluyor görebiliyordum. Çoğunlukla da ellerim bomboş dönüyordum. Okula ondan önce geliyor, yollarını gözlüyordum. Biliyordum, biraz daha bir şey yapmazsam beni unutacak, aramızda kıvılcımlaşan şey sönüp gidecekti. Msn’de müsait olduğunu görüyordum, ama cesaret edip yazmayı başaramamıştım henüz.
O sabah yine ondan önce gitmiş, yollarını gözlemiştim. Bambaşka bir ışık yayıyordu sanki etrafına. O gülümsüyor diye açıyordu güneş. Geldi ve okulun girişinde bir erkekle; samimi ve gülümseyerek konuşmaya başladılar. Arabadan inip o çocuğun ağzını burnunu dağıtmak istedim. Ama hata bendeydi; bunca zamandır herhangi bir şey yapmazsan olacak olan buydu. Ani bir kararla arabadan indim. Yanına gittim. Gerginliğimi ve heyecanımı saklamaya çalışarak;
‘’Merhaba!’’ dedim. ‘’Yoksa bu yol arkadaşınızı unuttunuz mu?’’ diye ilave ettim, kendimi garantiye almak için.
‘’Ah bu ne sürpriz!’’ dedi gözlerinin içi gülümseyerek ve şaşkınlıktan kocaman açarak. ‘’Hiç unutur muyum? Tam tersi siz unuttunuz sanmıştım.’’ dedi. İçim rahatladı. ‘’Demek o da benim aramamı bekliyormuş.’’dedim içimden. ‘’Niye daha önce aramadım sanki!’’ diye kendime kızdım.
‘’Bu tarafta işim vardı diyerek yalan söylemeyim. Sizi görmeye geldim…’’ dedim dosdoğru.
‘’Ne güzel etmişsiniz. Unutmadığınıza sevindim.’’ dedi. Garip bir rahatlık hissi veriyordu insana; konuşmak, cümle kurmak ve gözlerine bakıp susmak hiç zor olmuyordu benim için.
‘’Nasıl gidiyor, alıştınız mı buralara?’’ diye sordum.
‘’Gelin kafede konuşalım bunları. Böyle ayaküstü olmaz değil mi?’’ dedi. ‘’En azından birer çay içeriz diyeceğim ama maalesef burada kahve kültürü geçerli. Biz de kahve içeceğiz mecburen’’ dedi o bülbülü anımsatan sesiyle… Arkadaşına derste görüşürüz diye vedalaştı. Sonra teklifsizce koluma girip kafeye doğru yürümeye başladık. Bir kez daha kızdım kendime bu kadar zaman beklediğim için.
‘’Sınıf arkadaşın mı?’’ diye sordum gayri ihtiyari. Ne de olsa az önce ağzını burnunu dağıtmak istemiştim muhterem zatın...
‘’Ah kabalık ettim. Sizi tanıştırmayı unuttum.’’dedi. ‘’Evet, sınıf arkadaşım. Muhammed Rasih. İranlı kendisi. Bir süre Türkiye’de de kalmış. Az biraz Türkçe konuşuyor. Türkçe konuşabildiğim ender kişilerden.’’dedi. Sonra muzipçe gülümseyerek;
‘’Kıskandın mı yoksa? Türkçe sohbet için Türkler ilk tercihimdir.’’dedi şaka yollu. Kızardığımı hissedebiliyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak;
‘’Elbette hayır! Hem niye kıskanayım?’’ diyebildim. Konuyu acilen değiştirmem gerekiyordu.
‘’Yeni ailene alışabildin mi peki?’’ diye sordum alelacele.
‘’Ah evet, çok şeker insanlar. Ailenin büyük ablası gibi oldum. Ama yine de memleketimi çok özlüyorum yalan yok. Hani derler ya; bülbülü altın kafese koymuşlar ille vatanım demiş.’’
‘’Haklısın. İlk zamanlar çok zorlanıyor insan. Ama inan alışıyorsun sonra. O kadar zorlanmıyorsun. Hele bir de bir arkadaş edinirsen; şöyle kendi memleketin civarından…’’ diye kendimi gösterdim. Çok güldü buna.
‘’Peki, bu arkadaşın bana ayıracak zamanı olacak mı?’’ diye sordu. İçimden olmaz mı diyordum. Ama yine biraz şakayla karışık cevap verdim.
‘’Randevu defterime bakmam gerekiyor.’’dedim. Hayali bir defteri karıştırır gibi yaptım. Munzurca gülümsedim.
‘’Ah bak sen şu işe; bu gün akşam boşum. Güzel bir hanımefendiyle güzel bir yemek yemek ve sohbet etmek için müsaidim. Şayet bu güzel hanımefendi de müsaitse hoş bir akşam olabilir.’’ Diye bitirdim. İçimden; ‘’lütfen kabul et!’’ diye haykırıyordum. Benim yaptıklarımın aynısını tekrarladığında gülmeye başladım.
‘’Dur bir de ben bakayım randevu defterime. Hımmm! Galiba ben de boşum bu akşam. Sanırım yemekte size eşlik edebilirim sayın bayım. Adresi vermemi ister misiniz?’’ diye sordu.
‘’Unuttun mu? Adresini uçaktan inerken vermiştin. Akşam saat yedide kapınızda sizi bekliyor olacağım. Şimdi bana müsaade; sizi daha fazla alıkoymayım dersinizden.’’ dedim. Kaç gündür kapısını bekleyip, yolunu gözlediğimi bilmiyordu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki; yerinden fırlayıp avuçlarıma düşecekti neredeyse. Yine bitmeyen gülümsemesiyle ve dile gelip konuşan gamzesiyle uğurladı beni. Arabaya kendimi attığım da; ellerim titriyordu. ‘’Allah’ım bu ne hal!’’ dedim. Hiç hissetmediğim duygulardı bunlar. Kendiliğinden konuşuyordu dilim, ayaklarım kendiliğinden buluyordu yollarını. Geceler artık bitmiyordu. Eskiden kafamı yastığa koymamla uyumam bir olurdu. Şimdiyse uykuyu hak getire. Sabaha kadar volta atar olmuştum evin her tarafında.
Oradan ayrıldıktan sonra ben de kendi okuluma gittim. Aklımı hocanın anlattıklarına bir türlü veremiyordum. Nasıl bir yere götürmeliydim? Çok lüks bir yere götürsem hem rahat edemeyebilirdi hem de görgüsüzlük olurdu. Sanki ne kadar zenginim bak der gibi. Daha sade ama elit bir yer olmalıydı. Acaba ne tür yemeklerden hoşlanıyordu? ‘’Keşke fikrini sorsaydım?’’ diye düşündüm ama o da olmazdı. Uzun zamandır benim gibi Kanada’da yaşayan Baha’yı aradım.
‘’Baha bana bir restoran lazım?’’
Dedim telefonu açar açmaz. O kadar heyecanlıydım ki hatırını bile sormamıştım.
‘’Hayırdır, restoranı hamuduyla mı yutacaksın?’’ diye karşılık verdi.
‘’Oğlum ne hamudundan bahsediyorsun, restoran lazım bana. Senin bildiğin iyi restoranlar vardı. Hangisi olur onu söyle. Rezervasyon yaptırmam lazım.’’
‘’Hacı bir selam sabah verir insan. Sonra durumunu anlatır, bizde yardımcı oluruz değil mi? Görgü kurallarını da unutturdu sanırım bu memleket sana sonunda.’’
‘’Tamam, selam Baha. Nasılsın? Bana bir restoran lazım.’’
‘’Sen de bir iş var ama ne çözemedim. Neyse acelen var anladım, nasıl bir şey soruyorsun onu söyle.’’
‘’Bilmiyorum. Ne yer ne içer bilmiyorum. Kendi halinde bir kız. Pahalı bir yere götürüp çok param var imajı olmasın. Ama çok salaş bir yer de olmasın. Offf anla işte Baha beni.’’
‘’Dur oğlum dur yoksa âşık mı oldun? Sen böyle şeylere takmazdın. Tam tersini yapardın.’’
‘’Bilmiyorum Baha ama zengin olduğum için dönüp bana bakacak kızlardan değil. Elim ayağıma dolaşıyor yanında. Hiç böyle ters köşe olmamıştım. Ne yapacağım bilmiyorum.’’
‘’Tamam, sakin ol. Monika’yla gittiğimiz bir yer var. Ne pahalı ne ucuz. Elit bir yer. Öyle şatafat delisi bir mekân değil. Ama ortam güzel. Oraya götür. Hani seninle de bir kez gitmiştik. Yerini hatırlarsın. Adı ‘’The Green’’. Adı gibi içerisi yemyeşil. Bütün duvarlarında hani çok güzel akvaryumlar vardı. Sanki hani böyle dağın yüzüne restoranı kondurmuş gibiydiler. Duvarlardan sular sızıyordu. Altında da kanal şeklinde akvaryum oluşturmuşlardı. Masalar tamda akvaryumlara dayalıydı. Hatırladın mı?’’
‘’Evet hatırladım. Hatta çok güzel otantik müzikler çalıyordu.’’
‘’Hah işte orası. Çok güzeldir. Telefonu bende vardı. Mesajla yollarım sana. Arar rezervasyon yaptırırsın. Bu arada sıkıştırmıyorum diye atlattım sanma. Bu mevzu derinlemesine konuşulacak Kerem Bey!’’
‘’Tamam, tamam. Ben şu geceyi atlatayım sonra detayları anlatırım sana. Hadi beni lafa tutma hemen yolla telefon numarasını da arayıp yer ayırtayım.’’
‘’Abayı yakmışız belli. Tutmayım seni. Görüşürüz beyefendi…’’
‘’See you later kardeş. See you later. Goddbayy!’’
Arayıp yer ayırtmak kolay oldu. Hafta içi olmasından dolayı çok zorlanmadım. Menüleri zengindi. Sıkıntı olmayacaktı. Ama akşam nasıl olacaktı bilmiyordum. Şimdiden saniyeler bile dakika hızıyla geçiyordu. Her on dakikada bir saate baktığımda zamanın ilerlememiş olması heyecanımı daha da artırıyordu. Akşama doğru okuldan çıkıp hemen eve gittim. Gömleğimi değiştirip çok ciddi görünmemek için bej tonlarda bir takım giydim. Bolca parfüm sıktım ve geç kalmamak için erkenden evden çıktım.
Yarım saat öncesinden kapıdaydım. Ama biraz uzağa park ettim fark edilmemek için. Saat yedi olduğunda kapıya yanaştım. Kapıyı David açtı. Ayaküstü tanıştık. Kızını okul partisine gönderen baba gibiydi. O an anladım ki Devrim kendini bu insanlara da çok sevdirmişti. Tepeden tırnağa beni süzdü. Sorular sordu. Onu böyle korumaları hoşuma gitmişti. Sonunda beyaz üzerine gök mavisi çiçekleri olan sade bir elbise ile çıkageldi. Saçlarını yine mavi bir toka ile toplamıştı. Çok hafif makyajı vardı. Allah’ım öyle güzel görünüyordu ki; elimde olsa tutar elinden bir daha asla bırakmazdım. Onun arkasında Suzan duruyordu. Kibarca tokalaştı ve tanıştık. Güzel bir kadındı. ‘’çok eğlenmemizi ama merak edecekleri için çok da geç kalmamızı.’’ söyledi. Ben de; ‘’Mümkün olduğunca geç kalmamaya özen göstereceğimizi ve merak etmemelerini.’’ Söyledim.
İşte sonunda yanımdaydı. İlk birkaç dakika ikimizde konuşamadık. Benim dilim tutulmuştu. O da sohbeti benim açmamı bekliyordu sanırım. Kısa bir süre daha sessizlikten sonra havadan sudan bir sohbetle konuşmaya başladık.
Gittiğimiz restoran gerçekten çok elit bir o kadar sade bir yerdi. Fonda harika yerli müziği vardı. Bir ağıda benziyordu ya da bir kutsama müziği gibiydi. Kadın mı erkek mi olduğunu ayırt edemediğim biriydi söyleyen. Ama sözlerini anlamasam bile içe huzur veren melodilerdi. Ortaya kocaman bir tabak salata söyledik. Bizdeki kadar olmasa bile değişik mezeler getirdiler. Ana menü olarak da restoranın specialini almayı uygun gördü Devrim. ‘’Değişik lezzetleri tatmak gerek. Önyargılı olmamak lazım.’’ dedi. Yine de etin domuz eti olup olmadığını sorduk garsonumuza. O da; ‘’yerli bir tür sığır’’ olduğunu ve ‘’çok özel soslarla marine edildiğini’’ anlattı. İçecek olarak ise kırmızı şarap tercihimizdi.
Sürekli konuşuyorduk. Konular hiç bitmiyor, birinden diğerine nasıl geçtiğimizi fark edemiyorduk. İkinci kadehten sonra yanakları pembeleşmiş yüzü daha bir güzel olmuştu. Sohbet hiç durmadan sürekli akıyordu. Yemeklerimiz bittiğinde zamanında epeyce geçmiş olduğunu fark ettik. ‘’Artık kalkalım mı?’’ diye sordu. Ayrılmayı istemiyor oluşuma rağmen ‘’Olur!’’ dedim. Sık sık buluşup sohbet etme sözü verdik birbirimize. Ben ona bu ülkede kıdemli olduğum için rehberlik etmeyi teklif ettim. Hiç düşünmeden ‘’muhteşem olur’’ dedi. Bu arada Msn’de yazışmayı da unutmayacaktık. Onu evine bıraktıktan sonra yüzümde kocaman bir gülümseme ile ben de evime döndüm. Ve ilk defa günler sonra onun hayalini düşleye düşleye rahat bir uykuya daldım.
YORUMLAR
Değerli yazarım, kaçırdığım son üç bölümü birlikte okudum, kişileri tanımaya başladık.
İlk bölümdeki enteresan girişten sonra merak içindeyim.
Yeni bölümle bazı gelişmeleri öğreniriz sanırım, bu akıcı öykünüz için tebrikler, selam ve saygılarımla.
gülhans
Canım iyice gelişmeye başladı. Duyguları ve oranın yaşantısını çok güzel aktarmışsın. Tebrik ederim arkadaşım. Sevgilerimle...