- 1948 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Yetim Yetimhane
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çocuklarına kıyan ülkelerin geleceği, çocuklarını yüce tutan ülkelerin elinde kalır.
( Hacı Bektaşi Veli )
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
Çocukluğum boyunca içimi sızlatan bir resimdi Büyükada’daki yetim yetimhane. O binayı ilk kez ne zaman gördüğümü tam olarak hatırlamasam da, yıkılmamak için direnen o yaşlı ve yaslı mimariyi, ilk olarak ne zaman keşfettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Serin bir yaz sabahında, adanın; o zamanın ırksız, şimdiki zamanın zırhlı, müslüman, yahudi ve ermeni çocukları bisiklet turuna çıkmıştık. Sabah evden çıkarken asıl niyetimiz Yörük Ali Plajına gitmekti ama, nasılsa gün uzun, bütün zamanlar bizimdi. Biz çocuktuk ve büyüklerin telaşları, günlük kaygıları ile hiç işimiz yoktu.
Güneş henüz yakıcı etkisini göstermediğinden olsa gerek, turu uzattık. Pedallara sözümüz geçmeyecek kadar yorulduğumuzda, o terk edilmiş hüzün yığınının önündeydik. Bisikletlerden indik ve annelerimizin ısrarla yanımıza almamızı istediği su mataralarını ve ada kokulu francalı ekmeklerimizi çıkarttık. Kıyafetlerimizin kirlenmesi her ne kadar ailelerimiz için sorun olsa bile ( nitekim o zamanlar tam otomatik çamaşır makinaları fazlaca yoktu ) , biz çocukları zerrece ilgilendirmiyordu. Toprak zemine rahatça yerleştik. Ekmeklerimizi yemeğe başladık. Bir yandan gülüşüyor, bir yandan didişiyorduk ama ben gözümü tam karşımda kalan o terkedilmiş yapıdan alamıyordum.
Bina, oldukça büyük ahşap bir yapıydı. Dış cephesi kabarmış, yer yer dökülmüş, üzerinden süzülen sabah nemi, gözyaşı gibi parlıyordu. O yöne baktıkça keyfim kaçıyor, içimden bir ses burada gördüğümden daha fazla gözyaşı aktığını söylüyordu. Arkadaşlarıma döndüm ve sordum. ’’ Burasının kimin evi olduğunu bilen var mı? ’’ Benden iki yaş daha büyük olan Maria cevapladı. ’’ Burası ev değil, bir yetimhane. Rum yetimhanesi, daha doğrusu öyleymiş. Rumlar İstanbul’dan sürüldüğü zamandan beri boşmuş. Babam öyle anlattı. ’’ Bu cevap bana hiç mantıklı gelmemişti. Rumlar neden İstanbul’dan sürülsünler ki? Hem onlar İstanbul’dan sürüldülerse, Maria, onun ailesi ve tanıdığım bir çok Rum aile adada nasıl kalmışlardı ki? Bu düşündüklerimi sormakta gecikmedim. Maria ’’ Biz Türk vatandaşıyız, senin kadar bizim de burada yaşamaya hakkımız var! ’’ diye cevapladı. Aslında benim niyetim bu hakkı sorgulamak değildi ve hatta Maria’nın milliyetini sorgulamak hiç değildi. Tek isteğim bu sürgünü ve hedefini anlamaktı, gelin görün ki, çocukluk bunu yeterince ifade etmeme izin vermedi. O gün arkadaşımı kırmış, üzmüş olmam ihtimali, beni düşündükçe bugün bile sarsar. Maria’ya cevabım mahcup bir özür oldu. Şükür kalabalıktık, konu çabuk dağıldı. Ekmeklerimizi yedik, mataralarımızı boşalttık ve plaja doğru bastık pedallara. Yüzdük, güldük, oynadık bütün gün. Yanımda ise hep hüzün vardı.
Akşam eve döndüğümüzde Rum Yetimhanesi hâlâ aklımdaydı. Nedenler, nasıl olurlar beynimin içinde dönüp duruyorlardı. Babama sorsaydım bilir miydi? Bilirdi elbet, o her şeyi bilirdi. Anneme, babamı karşılamak için iskeleye gidip gidemeyeceğimi sordum. Vapura on dakika kaldığı ve yetişebileceğim cevabını aldığım anda tokyolarımı ayağıma geçirdiğim gibi evden fırladım. Vapurun sireni duyulduğunda iskeleye varmış, koştuğum için doğal ritmini kaybeden kalbimi sakinleştirmiştim bile. Vapurdan akan akşam selinin arasında babamı görmek pek kolay olmadı ama o beni kırmızı elbisemden tanıyıp, yanıma gelmişti bile.
’’ Kızım babasını karşılamaya mı gelmiş? ’’ dedi gülümseyerek. Babam gülümseyince, sanki her sorun çözülecekmiş gibi gelirdi bana. ’’ Evet. ’’ dedim, ben de gülümsedim. Eve doğru yönlendik. ’’ Şimdi sen dondurma da istersin ama yemekten önce olmaz’’ dedi. İstemediğimi söyledim. Sonra babam elini elime uzattı. Küçük kızının elini tutarak eve gitmek istiyordu. Ben ise artık büyüdüğüm için(!) babasının elinden tutan küçük kız görüntüsü vermekten nefret ediyordum. Elimi çektim. Babam sanırım beni anladı. Güldü... ’’ Söyle bakalım’’ dedi, ’’ yemekten önce dondurma da istemiyorsan, beni neden karşıladın? ’’
Babama o gün sabah yaşadıklarımı anlattım. O yetim yetimhaneyi, sürülen Rumları, burada kalan Türkleri ve bunlardan bir anlam çıkartamadığımı...
İşte o gün, politikanın, politik çıkarların, devletlerin ve hükümetlerin, yetim çocuklardan önde geldiğini öğrendim. Dinsel ve milletsel kimliklerin, biz çocukların bildiğinden öte bir şey olduğunu, bu kimlikler yüzünden toprakların, ailelerin, insanların bölündüğünü , öldüğünü ve bugün arkadaşım dediğimin, yarın düşman devlet vatandaşı, hatta düşmanım olabileceğini öğrendim. Bugün aynı mataradan su içtiğim, francalalımı paylaştığım arkadaşımın yarın elinden, evini barkını, kabını kacağını alabileceğimi öğrendim. Devletler için çocuklarının geleceğinden çok, milliyetinin önemli olduğunu öğrendim. Öğrendim ama anlamadım. Anladığım tek şey benim için tek doğrunun insanlık ve sevgi olduğuydu.
Yıllar sonra o yetimhaneyi bugünki aklımla araştırdım. İçinde yaşanan hikâyeler, tarihi, haksızlıklar, iade edilen haklar. Bu yapı bugün birinci dereceden tarihi eserdir. Avrupa’nın ilk, Dünya’nın ikinci en büyük ahşap binasıdır. Bu binanın hangi milliyetin ya da dinin mülkü olması değil, ayakta durması önemlidir. Yazık ki, bunca sene bunun için bir çaba gösterilmemiştir. 1964 senesinde tapusuna el konulan Rum Yetimhanesi, senelerce yıkılmaya terk edilmiş, 2008 yılında mahkeme kararı ile Rum Patrikhanesine teslim edilmiştir. Beni düşündüren; böylesi kıymetli bir yapıyı, hüznünden soyundurabilmek mümkün olacak mıdır? Benim isteğim, başka çocuklar da o yetimhanenin yetimliğini hissetmesinler. Benim dileğim, sürgünler, el koymalar, çatışmalar olmasın.
Düşünüyorum. Neden koca Dünya’ya sığamıyoruz, neden elimizdekilerle yetinmiyoruz. Toprağı bırakıp, toprağa gitmek değil mi neticemiz. Geçmişe bakıyorum. Ülkemde, Balkanlar’da, orada, burada... her yerde sürgün...
Ardında evini bırakmak son dert olsun. Ailesini, çocuğunu, eşini bırakıp gitmek zorunda bırakılan insanlarla dolu tarih.
Bugün ben de vatandaşı olmadığım bir ülkede, o ülkenin vatandaşı olan çocuklarımla yaşıyorum. Gün gelir de, tarih tekerrür ederse, benim çocuklarımın Maria’nın bana verdiği cevabı bir başkasına vermesini istemiyorum. Evimdeki anıların, bir başkasının hüznü olmasını istemiyorum.Milliyetinden dolayı kendinden vazgeçmek zorunda kalmak! Haksızlık bu! Ben yetimliği ve haksızlığı sevmiyorum.
O yüzden...
Çocuklarınıza kıymayın ülkeler! Dinleri ve ırkları ne olursa olsun, onlar sizin geleceğinizdir. Bir yetimhanenin öğretisine gerek kalmadan sevmeyi öğrenin insanlar. Sevgi barışın, barış refahın, refah ise mutluluğun garantisidir.
Yalnızca insanlığın önemli olduğu o güzel günün gelmesi umuduyla...
YORUMLAR
“.....Çocuklarınıza kıymayın ülkeler! Dinleri ve ırkları ne olursa olsun, onlar sizin geleceğinizdir. Bir yetimhanenin öğretisine gerek kalmadan sevmeyi öğrenin insanlar.......... Sevgi barışın, barış refahın, refah ise mutluluğun garantisidir....”
“Kim okurdu, kim yazardı, bu düğümü kim çözerdi, koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa” demiş Aşık Veysel...
İndii siz “Maria” ismini dillendirince benimde aklıma taa otuz beş sene öncelerinde kalan “Mıgırdıç” geldi. “Mıgırdıç” kim mi? Kocamustafapaşa Samatya havalisinden Ermeni tabiiyetli bir çocuk. Aynı apartmanda oturduğumuz arkadaşım Rahmi ile ortaokulda aynı sınıfta olması hasebi ile tanışıklığımız olan ince yapılı, gözlüklü, esmer, çekingen bir Ermeni çocuğu. Bizim mahalleden birkaç mahalle aşağıda Ermeni ailelerin daha sık olduğu mahallede otururlardı. Şimdiki çirkin binaların yerinde o zamanlar mini bir İstiklal Caddesi vardı. İstiklal caddesi derken biraz abartmış olurum belki; Tarlabaşı’nın eski halini bilenler bilir işte tastamam öyle bir mahalle. Aralarında yaklaşık 500 metre olan iki kilise (Birisi Ermenilerin diğeri Rumların) ve genellikle iki üç katlı olmak üzere dış cepheleri kirli sarı renginde kabartma işlemelerle süslü, dikdörtgen ahşap pencereleri olan, cumbalı 100-150 senelik evlerden oluşan yarı egzotik yarı otantik bir mahalle. Bu evlerin ortak özelliği; Müslümanların ikamet ettiği “eski” evlerin hemen hemen hepsi ahşap olmasına karşın gayrimüslimlerin evlerinin ekserisinin karkas (yığma beton+demir) olması idi. Dönemin mimarisinde inşa edilen ilk beton evler olmasına rağmen estetik unsurlardan asla taviz verilmemiş olması ise manidar. Hele hele günümüzde yaşadığımız mimari cırcırı gördükten sonra!
Mıgırdıç ta kalmıştık değil mi; Bizden başka da Türk arkadaşı yoktu sanırım. Mıgırdıç bizim evlere gelmeye çekinmesine rağmen Rahmiyle ben sık sık beraber ders çalışmaya Mıgırdıçlara giderdik. Yüksek tavanlı salon salamanje ferah odalar, ahşap kapılar, işlemeli pirinç kapı kolları, bizim evlerde olmayan ansiklopediler, kitaplar, duvarlarda yağlı boya tablolar, sağda solda haçlar, küçük İsa, Meryem, melek heykelleri. Evin tüm asalet ve haşmetine rağmen evde bizim için sıkıcı ağır Ortodoks-i bir hava hâkim. Laf aramızda Rahmi de bende dersten çok başka şeylerle ilgilenirdik. Rahmi; Mıgırdıçların Fransa’da yaşayan akrabalarının yolladığı çikolatalarla ben ise Mıgırdıçın ressam olan babasının yaptığı karakalem “nü” resimlerle. Haa bir de halası vardı otuzlu yaşlarda “Araksi” hanım. Bizi adamdan saymazdı zaar, yanımızda çok rahat davranır, üstüne başına (dekoltesine) pek dikkat etmezdi :- )
Ah Araksi abla ah, ne güzel komşumuzdun sen tıpkı Ahmet Muhip Dranas’ın “Fahriye abla” sı gibi.
Uzatmayayım efendim; o aralar dünyanın çeşitli ülkelerindeki Türk büyükelçileri “asala” terör örgütü tarafından birer birer katledilmeye başladı. Biz farkında değildik lakin muhtemelen çevreden oluşan tazyik neticesinde bizim Mıgırdıçlarda bir sabah Fransa’ya gittiler, habersizce. Daha doğrusu bizim haberimiz olmadı. Birer birer gittiler. (Zaten 6-7 Elül olaylarından beri diken üstünde imişler ki, Mıgırdıçın bu kadar ürkek ve dışa kapalı olmasını çook sonraları anca idrak edebildim)
Evlerin çoğu kelepir gitti çoğu da kapanın elinde kaldı. Ama hep garip kaldılar.
Tıpkı kalan birkaç aile gibi, tıpkı sizin "yetimhane" gibi.
Suçlu kim, haklı kim?
Suçlu olan da insan, haklı olan da. Şahısların, milletlerin, milliyetlerin hiç önemi yok al birini vur ötekine. Yeter ki düşürmesin kucağa. Akıl almaz bir ketenperedir gidiyor, sanırım her şey gibi o da kıyametle beraber son bulacak.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Zeynep Süberk
Otuz beş yıl öncesinin Samatya'sı, Paşa'sı... İyi bilirim.
Paskalya bayramını, o zamanlar kaldırımda oturup, boyalı yumurta satan ayakkabı boyacısı dededen öğrenmiştim.Sümbül Efendi'nin karşısındaki eczanenin önüne çöker, her gelene selam verir, herkesle sohbet ederdi. Paşa esnafı; boyacı dedenin kâh camiide, kâh kilisede ibadet ettiğini söylerlerdi. İnancı nedir hiç bilmedim, önemli de değildi. Boyacı dede, iyiydi.
Sonra Samatya'nın bigudileri Rum teyzeleri. Onlar hep kendi aralarında toplanır, birlikte gezerlerdi. Konu komşu onlar için gâvur derdi. Gâvur da ne demekse! Arkadaşlarımın bir kısmı onların evinde yemek yenilmez derdi oysa biz adada olduğumuz dönemlerde hep birlikte yerdik. Hiç kedi, köpek, yılan ve domuz pişirdiklerine şahit olmadım.
Asala... Evet, hatırlıyorum. Cinayetler, katliamlar, kin ve düşmanlık. Boş yere, kine kurban giden onlarca masum. Bu masumların intikamını almak için de, diğer taraftan dışlanan başka masumlar. İki ucu dışkılı deynek.
Kim olursa olsun, içinde nefret varsa, onun yanı benim yönüm değildir. Ne yapayım. Bilirim; çok söylerler ardımdan, sevgi pıtırcığı, şaşkın hümanist, yönsüz insan, milliyetsiz, dinsiz vs. Olsun... İnsan olan beri gelsin, arda kalan geri dursun.
Yine çok hoş, düşündüren bir yorumla geldiniz. Hoş geldiniz.
Saygı ve teşekkürlerimle.
Ağyar
Gâvur demişken;
Yıllar önce rahmetli dedem şakayla karışık demişti ki;“evlat kökenimiz taa Âdem ile Havva’ya dayanır, kalbini ferah tut” . Hani serde Trabzonluluk var ya, Pontus, montus diye takılanımız çok olur, o yüzden :-)
Ee Ermenilerin soyu Muhsin ile Nebahat’a gitmiyor ya, onlarınki de Âdem ile Havva.
“İnsan olan beri gelsin, arda kalan geri dursun.” Bence de...Aynen!
Selamlar, saygılar
'' Yalnızca insanlığın önemli olduğu o güzel günün gelmesi umuduyla...''
Bu güzel dileğe başka bir söz eklemeye gerek var mı ?
Tebrikler.
Zeynep Süberk
Saygımla.
yaklaşık iki hafta önce 17 yaşında ki bir kız çocuğunu 32 yaşındaki bir yetişkine eş olarak verdiler.
sebep?
c/ismi belirsiz iğrenç bir yaratığın kirli emeline kurban olmasıydı. ve insanların bu kız çocuğuna "öteki" olarak bakmaları da ayrıca bir başka cinayet.
neredeyse aklımı başımdan koparacaktı illet yaklaşım.
kurşun yiyen çocukların ölmesi toplumun nazarında belki bir yıldız kayması
peki, kurşunsuz öldürülüp de hiç ölmeyenlerin yüklendiği bu ağır cefanın acısı?
sormuyorum yada. cevap zaten içinde saklı.
en zor olanda yaşadığım mahallede bu olayın vuku bulmasıydı sanırım.
gözlerimi dahi görmek istemiyorum gördüklerimden dolayı.
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
evet
içimde saklasam dahada çok oyulacaktım...
üzgünüm zeynep hanım...selamlar
Zeynep Süberk
Hem de kapkara, hem de kan kızılı...
Ve en büyük isyanım, on yedi yaşındaki evladını korumayan devlete! Ailesinden bile olsa, korunmalıydı. O çocuk, sığınacak, korunacağı bir kapısı olduğunu bilmeliydi. Üzülmekten öte, kızgınım bu düzene!
Mehtap Yıldız
simsiyah gecenin yıldızlarını dahi feda ettim.
herkes biraz suçlu zeynep hanım
en üstten en tabana kadar suçluyuz hepimiz.
beton şehirlerin ihtişamlı hücrelerine hapsolduğumuz dan beri ki
penceremize bakan kuşlardan dahi habersiziz ne yazık.
ablası yaşındayım ama ona asla bir kardeş olamadım.
ve nice onun gibilere.
her suçlu olan bu ahı mutlak kusacak bir gün.
ifade ettim ya
içten içe üzgünüm...
sevgiler
Zeynep Süberk
Ama ben susmayanlardanım. Evet epridim, ama çürüyene kadar hak arayacağım. Bu konuda elimden geleni yapıyorum, yetmiyor...
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
Çocuklar masum saf doğuyor, onları şekillendiren aileler, din,dil ,ırk , siyasi görüşünden dolayı bir millet dışlanıyorsa toplumda, orada yetişen çocuklarda böyle görüyor, böyle süre geliyor.
Yetimhane çocuklarını merak ediyorum, duygularını ruh hallerini, anneye aileye olan özlemlerini. Evimizin yakınında var gitmeye cesaret edemiyorum nedense..Acaba yazarımızın bahsettiği ayrımcılıklar şimdide var mı bilmiyorum. Onları orada yetiştirenler onlara nasıl davranıyor, o kadar içimi kemiriyor ki bu düşünce.
Çocuklara kıymayalım, onların masum dünyalarını kirletmeyelim.
Çok anlamlı bir yazı okudum, samimiydi, değerliydi...
Kaleminiz daim olsun Zeynep hanım..
Zeynep Süberk
Ben giderim yetimhanelere. Onlara eksikliklerini göstermek için değil, annesiz-babasız olduklarını hatırlatmak için değil, benim onların saflığına ihtiyacım olduğu hissini verip, onlarla oynamak, gülmek ve paylaşmak için. Huzur götürürseniz, huzur alırsınız oradan, korkmayın :)
Zümra Zen
Kollarını açınca dünyaları sığdırabiliyorlar o minicik bünyeye, seni kocamannnnn seviyorum diyerek ..
Zeynep Süberk
Bu dünyada erkekler savaşır
Kadınlar çile çeker
Çocuklar ölür, hayallerinden önce
Temennilerinize katılıyorum
Umarım
Yarın daha iyi bir gelecek çocuklarımızın ve tüm insanlığın olsun
Sevgiyle- tebrikler
Zeynep Süberk
Hoş ziyaretin için teşekkürler.
yazınınızı okumadan baştaki sözü paylaştım .Bir sorum olacak resimdeki Zeynep mi yazdı bu yazıyı ?
Yoksa yazıya duygularını da katıp kendinden çok öncesine mi gidip yazdı ?
Aslında çok önemli değil kimin yazdığı önemli olan bize verdiği duygu , yazının akıcılığı ve bir gerçeğe değinmesi tabi ki....
yazıdaki fikirlerle aynı paralelde düşünüyorum ve bazen herkesin arasında kendimi bu yüzden yalnız bırakılmış hissine kapılıyorum.Yine de vazgeçmiyorum insanlığın sevginin kardeşliğin varlığından.
Tebrikler aktarım için sevgimle.
Zeynep Süberk
Sanırım on, on iki yaşlarındaydım o bugüne kadar hafızamda yaşayan yapıyı açık gözle gördüğümde, yaklaşık otuz yıl geçmiş. Resimler her zaman yaşanmışlıkları yansıtmazlar, o resimdeki Zeynep, bunları gördü, hafızasında uyuttu, kendi uyumadı :) Sözün özü resimdeki kadındır bunları yaşayan.
Bir diyeceğim daha var: Sakın kendinizi yalnız hissetmeyin, her yeni doğan can önce sevgi emmek ister. Yalnız değilsiniz.
Teşekkürler ve içten sevgiler.
Ne zaman Büyükada'ya yolum düşşe bu dev hayaleti görmeden geri dönmem.Normalde de eski evlere karşı aşırı bir düşkünlüğüm vardır. Bu yetimhane çok ama çok özel bir mekan. Bu özel mekanı baz alarak aslında çok ciddi bir konuyu son derece yumuşak bir üslupla anlattınız. Savaşlar, sürgünler, toplu yok edişler, hele ki çocuklara katledişler kabul edilir değildir. Ama tarih artık o kadar göreceli bilgilerle dolmuş ki, neyin gerçek neyin uydurma olduğunu bilemiyorsunuz. Fakat eminiz ki şu yeryüzünde kan akmamış, zulüm görmemiş bir karış toprak kalmamıştır. Dünya bu. Biz ne desek boş. İnsanla kaplı bir gezegen daima ağlamaya mahkumdur.
Dilerim hayal ettiğiniz/ ettiğimiz gibi olur herşey. Çocuklar için hiç değilse.
Biliyorsunuz, sizi okumayı seviyorum, üslubunuzdaki inceliği, edebiliği ve hiç kimseyi "öteki" pozisyonuna düşürmeyişinizi...
Tebrikler Zeynep Hanım.
Sevgiler.
Zeynep Süberk
Hoş ve naif bakışınız için çok teşekkür ederim sevgili Aynur, bilin ki karşılıklı.
İçten sevgimle.
oysa
Sevmekti insanın özü
:((
düğüm düğüm boğazım
ben o yetimhanelerin kokusunu iyi bilirim
saygıyla şair...
camêr tarafından 10/11/2012 1:03:27 PM zamanında düzenlenmiştir.
Zeynep Süberk
Saygılar benden sayın Camêr, teşekkürler.
gerçekten hünerli ellerin gibi insan yüreğin gibi oldukça etkiliydi Zeynep...
ve ben de diğer okuyanlar gibi bir cümlede çakılı kaldım...
''Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!''
aslında konu çok derin. çocukların mevzu olduğu her şey her sorun aslında büyüklerden kaynaklıdır!
ben de derim ki; kıskançlıktan tut düşmanlığa kadar tüm yabanıl duygular ebeveynlerden geçer.
bir çocuk büyüklerinden onların haletlerinden bilir saygıyı sevgiyi vs. tüm duyguları onların davranışlarından sağlama eder büyüdükçe. annem olsa bu durumda nasıl davranırdı! veya babam bana bu durumda kızmazdı vs.
ve keşke hiç olsamaydı dediğimiz o kara günler. asllında bunları Kırgız lehçesiyle yazmıyorsam!
bende birilerinin yetimhanesinde , birilerinin toprağında keyif yapıyorsam ne kadar hakkım vardır ahkam kesmeye bilmiyorum.
neticede güzel ve hayli okunur bir yazıydı Zeynep. ve sen gibi 'insanlık önce' bir arkadaşım dostum olduğu için kıvançlıyımdır her zaman...
tebriklerimle
Zeynep Süberk
İyi ki varsın Serhat, eksiğim olma.
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
söz bitti usta muhteşemdi saygılar
Zeynep Süberk
Hoş ziyaretiniz ve sayfama iliştirdiğiniz güzel not için teşekkür ederim.
Seni seviyorum. Seni görmeden duymadan yazdıkların ve düşündüklerinle paralel tavırların için, seni insandan daha şerefli bir değer tanımadığın ve mücadelende yılmadığın için... ve hayal ettiğin dünyan dünyam olduğu için... her daim...
Alnından öpebilir miyim bu yazının?
Zeynep Süberk
Yazının alnı sana kurban olsun.
<3
Siz üzerlerine giydirmedikçe, çocukların ırkçı zırhları yoktur!
öyle korumasız ,öyle ama çok şey ,bir yetim hanede ansızın ölebilir de insan ,öyle ama ölüyorlar...
ve dünya acaip bir yer ,bir kurşun ne ister ki çocuktan
.
Zeynep Süberk
Ben bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Öğrenmek de istemiyorum...
Teşekkürler bu naif bakışı yansıttığın için Laci'm.