- 1033 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞILAMAYAN ENGEL
Kimlik kartımda her ne kadar doğum yeri Arapdede yazıyorsa da siz ona inanmayın. Babamla annemin söylediklerine göre ben, Elmalı Köyü’nde doğmuşum. Resmi belgelerdeki yanlışlık onların işgüzarlığındanmış. Bu işe bunca yıl alışmama rağmen gün gelir babama kızdığım olur.
Kimliğime dahi yazılmayan Elmalı’yı çok az hatırlıyorum. Dört yaşındaki çocuğun anısı ne ola ki? Derenin kıyısındaki köy evi, bahçedeki armut ağacı, yolun karşı yakasındaki “rahmetli babaannemin yaptırdığı” çeşme, Hasan Amcaların evi, cami ve merdivenlerinde şiir okuduğum okul. Onlar da hayal meyal şeyler.
Komşunun kümesinden yumurta çalmak, başkasının ağacından meyve aşırmak hırsızlıktan bile sayılmaz köy yerinde. Asıl suç, komşunun tavuğuna kışt demektir. Fakat bu sayılmayan suçlar, galiba bizim insanımızın yapısında mayayı oluşturuyor. Aynı çizgide ısrar profesyonelleştiriveriyor büyüklerimizi. Bir yarıştır başlıyor günlük hayatta. Esnafın gramdan, müşterinin paradan çalması; işverenin ücretten, işçinin zamandan çalması…
On dakika önce köy yoluna sapan minibüsün içinde bunları düşünüyordum. Birden gözlerimin önüne yine o eski köy yaşantısı geliverdi. Kışın çamurda ilerleyemeyen öküz arabası, yağmur altında bekleşen çocuklar, kadının asıldığı yularlar, adamın sopayı olanca gücüyle vuruşu ve yerlerinden kıpırdayamayan hayvanlar.
Evlerde idare veya gaz lambası, ayaklarda lastik ayakkabı, çizme… Hepsi geçti şükür diyorum. Şimdi rahatlık var. Bas düğmeye ampul yansın, floresans yansın. Tak fişi, radyoyu dinle, televizyonu seyret; yemekleri buzdolabına koy, çalışsın elektrik süpürgesi, ardından çamaşır makinesi. Hangimiz saçımıza kil vuruyoruz ki?
İyi şeyler bunlar. Medeniyet güzel şey. Ne kadar değiştik, diyorum. Ben bunları düşünürken bir köye giriyoruz. Kerpiç evler azalmış. O eski köy görünümü yok artık. Çamur yerine kireçle sıvanmış evlerin içi, dışı. Bembeyaz badanalı tuğla binalar. Traktör var bazılarının önünde; üstünde ufacık çocuklar oynuyor. Ellerinde meyve yerine gofret. Aracımız bir bakkalın önünde duruyor. Kardeşim kapıyı çalıyor, sesleniyor:
- Hakkı Amca!
- …
- Hakkı Amca!..
Bekliyoruz.
Ses içeriden geliyor.
- Geliyom, geliyom.
Ses yaşlı. Kapı içeriden açılıyor. Kapıyı açan altmış yaşlarında, kır saçlı, ince kemikli, zayıf, kırış kırış bir yüz. Havuç gibi bir burun. Çember sakal. Sakalın çevrelediği ağızdan “hoş geldiniz, nerde kaldınız yahu” sözleri çıkıyor.
İçeriye giriyoruz. Burası normal bir bakkal dükkânı. Şehirdekilerden tek farkı, biraz küçük, biraz da düzensiz oluşu. Burada da pirinç var, ama çuval içinde. Birkaç çeşit bisküvi, bol bol ciklet, deterjanlar, şekerlemeler. Tahtadan yapılmış derme çatma tezgâhın üzerindeki terazi ile oynamakta olan kardeşim , “bir şeye ihtiyacın var mı?” diye soruyor.
- Yok be kuzum, var hepsi. Te dün aldım hep bunları. Siz gelmeyince şehre indim.
- Ülker lazım mı? Tadella da geldi.
- Yok be kuzum, almazlar küy yerinde. Pahalı gelir.
- Oldu Hakkı Amca, canın sağolsun.
Tamam, gidiyoruz diyorum içimden. Ayağa kalkıyorum.
- Oturun bakalım, diyor Hakkı Amca.
- Ne va, ne yog?
- Ne olsun, diyor kardeşim. O işi soruşturdum ben. Kadın: “Çocuğu var mı demiş.” Yok, deyince de: “Nerede oturuyor,” diye sormuş. “Köye gitmem,” demiş.
Hakkı Amca’nın canı sıkılıyor. Kırış kırış yüzü daha da kırışıyor.
- Küyde şart diğil deseydin be kuzum. Çocukları büyük onun, hepsi ayrı deseydin.
- Boş ver be Hakkı Amca. Bak sana Hoca’yı getirdim. Bir tanıdığı var; o olsun.
- Olsun be evladım. Yeter ki olsun.
Önce aptallaşıyorum. Kardeşime bakıyorum, göz kırpıyor. Allah Allah, diyorum!
Kardeşim:
- Konuş bakalım Hocam. İşte Hakkı Amca’mız. Anlat şu Fatma Hanım’ın annesini de, bir de senin ağzından duysun.
- Ne anlatayım canım?!..
- Yahu, Hakkı Amca dul. Bak şu dükkâna. Gir içeriye, eve bak. Bağ var, tarla var, üç aya varmadan Bağ-Kur’dan emekli oluyor. Öyle mi Hakkı Amca?
- Elbet canım, elbet. İşte, na burada kiyatlar. Sen de bak, işte. Gördün mü bak?
Kâğıtları geri veriyorum. Üçümüz de susuyoruz bir müddet. Yine söze o başlıyor.
- Eee, anlat bakalım Hocam, güzel mi?
Ağzımı açmama fırsat vermeyen kardeşim:
- Biz kalkalım Hakkı Amca, başka yerlere de gideceğiz, diyor.
Hakkı Amca, fena paça kaptırmışa benziyor. Can evinden vurulmuş gibi adamcağız. Kardeşime dönüp konuşuyor:
- Arabada ne va bakalım? Sema sakızı va mı, diyen sesi gırtlağından titreyerek çıkıyor.
- Var…
- Özlem kırma?
- Var…
- Ülker püsküt?
- Var…
- Getir bakalım ikişer kutu.
Bana dönüyor; sesi kalbimi parçalıyor.
- Eee Hocam, anlat bakalım. Kadın evlenmek istiyo mu?
Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Şişi mi yaksak, kebabı mı! vallahi, diyorum.
- Eee..!
- Bilmem ki, sizi beğenir mi? sonra, bakalım siz onu beğenir misiniz?
- Kaç yaşında?!..
- Otuz gösteriyor ama siz kırk deyin. Kadın işe fazla girmediğinden çökmemiş.
- Allah, diyor sesli olarak. Ey güzel Allah’ım!
Allah kahretsin diyorum, bu sözün üzerine. Yuf olsun sana. Yuf senin öğretmenliğine, yuf erkekliğine diyorum. Hani sende yalan yoktu? Hani, bol bol konuştuğun ideallerin? Nerede kaldı delikanlılık, diyorum kendi kendime.
Hakkı Amca sevinçten çıldıracak: “Çay içelim, yemek yediniz mi?”
- Sağol amca. Biz zaten geç kaldık.
Kardeşim hesabı çıkarıyor.
Hakkı Amca:
- Gene beklerim ha, tez haber getirin, diyor.
Araba asfalta giriyor. Köy dikiz aynasında gittikçe uzaklaşıyor. Kardeşim o günkü engellerden birini daha aşıyor. “Ciro,” diyor, “altmış bin oldu.” “Kar,” diyor, “dört bin vardır.” Artık duyamıyorum. Duymak da istemiyorum. İğreniyorum, kendi kendimden.
* * *
Günler geçiyor, şehirde her zamanki ekmek kavgası. Aktörler sahnede, roller ezberlenmiş. Süflörlere gerek yok. Herkes konuşuyor, herkes inanıyor; herkes konuşuyor, kimse inanmıyor.
Bir gün kardeşimin dükkânına uğrayıp Hakkı Amca’yı sordum:
- İyi iyi maşallah, dedi kardeşim.
- Beni hiç soruyor mu?
- Yok canım. Seni unuttu bile.
- …?!
- Şimdi ben ona iki kadın ismi daha buldum kafası onlarla meşgul.
- Desene zavallı Hakkı Amcacık engeli bir türlü aşamıyor.
Böyledir bu dünyanın düzeni. Hep engellerle doludur. Her gün değişenin yanında, yüzyıllardır değişmeyeni. Asıl değişmesi gereken… Badana her yıl değişir, duvar aynı duvar. Elbise ikide bir değişir, içindeki aynı herifçioğlu. Bizde de çok şey değişti. Değişmeyen, aşılamayan engelden başka…
Çetin Özdemir 17.10.1983 Karacabey
AŞILAMAYAN ENGEL Yazısına Yorum Yap
"AŞILAMAYAN ENGEL" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Şuanda bile yaşanan olaylar bunlar. Benim köyümün adı da elmalı köyü :)
Bazı şeyler değişse de modernizme ayak uydurmaya çalışılsa da aşılamayan engeller çok var. O köyümüze bayramlarda uğramaya gittiğimizde köyün merkezindeki kahvehanelerin önünde oturan yaşlı dedeler hâla yerinde. Eşi ölüp dul olan bir dedeye, kadın dedin mi ağzı kulaklarına değiyor.
Aslında onlar yıllardır aynı, değişen belkide bizlerdik. Ortada büyük engel var önüne duvar çekilmiş bu duvarları aşana ne mutlu..
Güzel bir yazıydı,saygılar..
Çetin Özdemir
@cetinozdemir
İlginize ve değerli yorumunuza çok teşekkür ediyorum Zümra hanım. Ne yazık ki engel aşılacak gibi değil. Çünkü toplum olarak köşe dönme merakı içindeyiz. Köşeyi dönenin dört köşe olduğu toplumlarda bu sorunlar sürüp gidecektir. Nice paylaşımlarda buluşmak ümidiyle... Esenlikler içinde...