- 600 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİLİNMEYENE YOLCULUK 2
Hastane odası… Yoğun ilaç kokusu, kasvetli bir hava ve annemin telaşlı bakışları… Allah eksik etmesin ama hastaneleri oldum olası hiç sevmem. Bana acıyı çağrıştırır hep. Kederi ve ölümü…
Pencereden dışarı baktığımda bir grup çocuk takılıyor gözüme. Şen şakrak kahkahalarla oynadıkları oyun gözlerimin dolmasına yetiyor. Sonra aniden hava kararıyor ve yağmur damlaları vuruyor cama. Olabildiğince hızlı ve can yakıcı… Kederli bakışlarla seyrederken damlaları, mazinin kabuk tutan yarasına doğru yolculuğa çıkıyorum birden, bilinmeyene açılan kapıyı aralarken kalbimin yerinden çıkacakmış gibi çarpışına engel olamıyorum.
Yağmur… Naif, kırılgan bir kız. Dostum, can yoldaşım, biricik sırdaşım… Lisedeyken hayatımın o zamana kadarki en güzel senelerini onunla geçirdim. Adı gibi inceden inceden yağdı gönlüme ve sevgisi içimde sel olup taştı senelerce…
Kimseyle kavga edemezdi Yağmur, öyle temiz bir kalbi vardı ki! Derslerinde başarılıydı, çekemeyenleri çoktu. Zeytin yeşili gözleri, bukle bukle, beline kadar inen saçları insanları büyülemeye yetiyordu. Bir de gülüşü! Her türlü şaklabanlığı yapardım gülmesi için. Çünkü ne zaman gülse güneş doğardı yüreğime, öyle bir ışık saçardı ki parıltısı aydınlatırdı dört bir yanı.
On yedi yaşına bastığım gün melek figürlü bir biblo vermişti bana. İki melek kanatlarını açmış, bir kalbi tutuyorlardı beraberce. Sonra dedi ki: “ Biz de bu melekler gibi, zor zamanlarımızda tek yürek olacağız dostum. Önemli olan iyi günlerde gülüp eğlenmek değil, ağlamak istediğimizde sıcak bir omuz bulabilmektir.”
Zor zamanlarda tek yürek olmak…
Bu sözü senelerce çınladı kulaklarımda yüreğimi dağlayan bir melodi gibi…
Ve lanet ettiğim o gün… Anımsamak istemediğim, sır gibi sakladığım, gizlediğim için kendimden nefret ettiğim ve takvimlerden yırtıp attığım, hiç yaşanmamış saydığım o kara gün…
Mutluyduk aslında. O gün, hiç gülmediğimiz kadar çok güldük. Her hafta sonu gittiğimiz parkta el ele salıncaklara bindik, çocuklar gibi masumduk ve kuşlar kadar özgür… Sonra kim olduklarını bilmediğimiz iki genç geldi yanımıza. “Tanışabilir miyiz?” diye sordular. Annemin tembihi geldi hemen aklıma:” Kızım sakın tanımadığın kişilerle konuşma, rahatsız ederlerse de yardım iste çevrendeki insanlardan.” Çevreme bakındım, kimse yoktu. Korkudan elim ayağım birbirine dolaşmıştı, Yağmur’un gözlerindeki dehşet ifadesi cesaretimi kırsa da önce derin bir nefes aldım, sonra:” Biz sizinle tanışmak istemiyoruz. Zaten geç oldu, eve döneceğiz” diyebildim güçlükle. Yağmur’un dili lâl olmuştu sanki, sadece susuyordu.
Üstleri yırtık pırtıktı, ellerinde de içki şişesi vardı. Biri gülerek iyice sokuldu yanıma :” Baksana, evlerine döneceklermiş hanım evlatları. Sence biz bırakır mıyız bu yavru kuşları?” dedi diğerine. Titriyordum, koşmaya çalıştım ama kaçamadım. Kolumdan tutup sürükledi beni. Bağırdım belki sesimizi duyan olur diye ama ortalık hiç olmadığı kadar ıssızdı. Bir boşluğundan yararlanıp elini ısırdım ve var gücümle kaçmaya başladım, soluk bile almadan, nefes nefese koştum. Takip etmedi beni ama tehditkâr sözleri kanımı dondurmaya yetti : ” Git ama eğer ki bir Allah’ın kuluna söylersen olanları, seni bulup vücudunu parçalar, köpeklere yediririz. Bilmiş ol!” Hiç ardıma bakmadan olağanca gücümle koşmaya devam ettim. Yağmur’u unutmuştum ama oraya tekrar dönecek cesaretim yoktu. Ağaçların arkasına saklanıp, peşimden gelen var mı diye baktım, çok şükür gerçekten de vazgeçmişlerdi beni kovalamaktan. Sonra bir çığlık duydum, bir çığlık daha… Öyle acı, öyle derinden… Sonra da yakarış :” Zeynep! Zeynep kurtar beni! Zeynep neredesin? Zeyneeeep!”
“Anne çabuk perdeyi kapat! Ne olur anneciğim, yağmurun yağışını görmek istemiyorum! Yalvarırım annem.”
“ Kızım noldu? Sakin ol yavrum. Zeynep, kızım yolma saçını başını. Neden bu kadar titriyorsun? Zeynep, ne oluyor? Doktor bey, hemşire hanım! Koşun, yetişin kızıma bir şeyler oluyor!”
2. Bölümün sonu
BİLİNMEYENE YOLCULUK 2 Yazısına Yorum Yap
"BİLİNMEYENE YOLCULUK 2" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.