0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1047
Okunma
Samsun’un şehir merkezinde bulunan imalathaneler kış gelmeden sanayiye taşınacaktı. Demir imalatı yapan küçük esnaf, Madeni Zanaatkârlar ve Küçük Yapı Kooperatifi adı altında birlik oluşturmuş, başkanlığına da genç ve dinamik bir kişiyi getirmişti. Başkan göreve gelir gelmez yarım kalan dükkânları kısa sürede tamamlayarak, noter huzurunda çekilen kura ile hak sahiplerine teslim etti. Kısa sürede dükkânlarına taşınmaya başlayan esnaf, yeni iş yerleri açarak, ıssız sanayiyi canlandırdı.
Sanayideki dükkanlara gitmek için, Samsun’un en lüks semti olan İstiklal Caddesinden geçmek gerekir. Elli altılardan sonra, bir yüzü Mert Irmağı’na bakan Tekel binası karşınıza gelir. İşte bu sanayi bölgesi Mert ırmağının öteki yakasından başlayarak garajların arkasına kadar uzanır. Kenan’ın dükkanı tamda garajların arka sıralarına düşer. Sırt sırta vermiş tek katlı betondan yapılma bu binalar genellikle yüz metre karedir. Ramazanların dükkânına garajlar ile benzinlik arasındaki yoldan yürüyerek gidilir. Sanayi Camisinin önünden geçip, mobilyacıların vitrinlerine baka baka çelik eşya imalatı yapan Nurçelik Mustafa’nın dükkânının varılır. İşte bu Nurçelik Mustafa’nın dükkânının arkasındaki köşe başında bulunan dükkân Demirci Kenan’ın dükkânıdır.
Demircinin Kenan’ın karşısında, divancı Mecit Usta, onun yanında oto elektrikçisi Hasan, onun yanında da döşemecisi Cumhur Usta vardır.
Cumhur Ustanın dükkânın önünden, koltukları tamir edilmesini bekleyen şehirlerarası yolcu otobüsü hiç eksik olmaz. Otobüsün biri gider biri gelir. Ramazanların yanında bulunan çaycı Ahmet genç bir adamdır. Geç evlenmiştir. Küçük dükkânında her gün beş yüz tane çay satar.
Divancı Mecit iriyarı, babacan bir adamdır. Komşusu Hasan ile tavla oynamaya bayılır. Aralarında daima bir çekişme vardır. Genellikle oto elektrikçi yenilir. Yenilen çay ısmarlar. Seyircilerde çaydan nasiplenir. Ogün divancının keyfine diyecek yoktur.
Elektrikçi Hasan çekirdekten yetişme bir ustadır. Kırk beş elli yaşlarında, arabanın arızasını beş dakikada bulur. Eli çok hızlıdır. Arızayı kısa sürede tamir eder.
Çaycı Ahmet çok çalışır, sağa sola sürekli çay taşır, parası hiç yoktur. Dükkânında çayın yanında tost-ayran satar. Ahmet’in çay ocağı arastadaki işçilerin öğlen paydoslarında uğradığı en önemli uğrak yeridir. İşçiler molalarda orada soluklanır, orada dertleşir… Şehrin orta yerinde kurulan bu sanayi bölgesi çarpık kentleşmenin tipik bir göstergesidir. Buradaki işçiler bütün güçlerini ortaya koyarak, emek yoğun çalışır. Ağır şartlar altında çalıştırıldıkları yetmezmiş gibi, birde sigortasız çalıştırılırlar. Emekleri işveren tarafından daima sömürülür. Çalıştıklarının karşılığı, kendilerine bir türlü ödenmez. İşçilerin doğru düzgün sigortaları bile yatırılmaz. Kâğıt üzerinde on gün sigortalı gösterilirlerse, yirmi gün çıkış verilir. Burada hemen her hafta bir iş kazası olur. Bazen bir işçi sanayi elektriğine çarpılarak hayatını kaybeder. Bazen de bir işçi kırk tonluk prese kolunu kaptırarak sakat kalır.
Patronların siyasi tanıdıkları vardır. Birçoğu şehrin ileri gelenleriyle sıkı fıkıdır. Hafta sonları önemli şahıslarla ava gidilir. Ceza ödememek için, iş kitabına uydurulur. Ağır şartlar altında köle gibi çalıştırılan işçiler, hiç bir sosyal haklara sahip değildir.
Yaşam şartları burada sağlıklı değildir. İşçiler burada nasıl yaşar? Ne yer, ne içer? Ne düşünür?
Çocuk denecek yaşta, yok parasına çalıştırılan bu zavallı işçiler, kimi zaman patronları, kimi zaman da ustaları tarafından hakarete uğrar.
Her usta iş yaparken burnundan solur. Her ustanın psikolojisi bozuktur. Çoğu çalıştırdığı çırağını döver, söver. Burada her an bir kavga çıkar. Küçük bir çırak her an kendinden büyük bir usta tarafından merdiven altında pataklanır.
Buralarda yetişen çırak, bütün bu zorlukları aşıp, işveren olmayı başarabilirse, oda yetiştirdiği çırağına, ustasından gördüğü şiddeti uygular.
Hemen her sokakta mutlaka bir tamirhane vardır. Sanayinin köhne dükkânlarında Samsun’un bağrından yetişmiş Orhan Baba “Batsın bu dünya” diye avaz avaz bağırır.
Gün biter, mesai biter, kalabalık insan seli, yağlı elbiseleri ile sanayi sokaklarından akar gider. Çocuk çağındaki çıraklar, küçüklüğünü yaşayamadan bir günü daha tüketmiş, patlamış elleri, eski, yırtık yağlı elbiseleriyle uzak mahallelerdeki evlerinin yolunu tutar.
Üç kuruş olan haftalık kazançlarını yol parasına vermemek için, Çiftlik Caddesinden yürüyerek geçer, geçerken de lüks mağazaların lüks vitrinlerinde sergilenen gösterişli kazaklara, gömleklere, rugan ayakkabılara, takım elbiselere bakar bakar iç çeker…