- 1284 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bisikleti Atıyorlar Baba
Samet, erkenden uyandı o sabah. Kızlarından ikisi de uyanmış mutfakta bir şeylerle uğraşıyorlardı. Onlardan kendisi için biraz azık hazırlamalarını bir de havlu ve yedek gömlek istedi.
“Bir poşete koyup getirin” dedi. “Haa, bir de pet şişelerden birine soğuk su koyun.”
Lavaboya gitti, elini yüzünü yıkayıp kuruladı. Tam çıkarken beş yaşındaki en küçük oğlu Yılmaz karşısına dikildi. Babasının sesine uyanmıştı. Yılmaz, diğer iki kardeşi ile anne babalarıyla aynı odada yatıyordu. Dokuz çocuğu vardı Samet’in.
On iki yıl önce köyünü, memleketini terk etmiş, gelip bu kentin kenar mahallesine yerleşmişti. İlk zamanlar ne yolu vardı ne suyu buraların. Zamanla oldu her şey.
Önce kirada kalmışlardı. Memlekette sattığı tarlaların, koyunların parasıyla zar zor küçük bir arsa satın almıştı. Akrabalarından, tanıdıklarından borç alarak arsanın üzerine tek katlı bu evi yapmıştı gece gündüz çalışarak.
İlk zamanlar yalnız başına inşaatlarda, tarlalarda, bahçelerde çalışarak evini geçindirmeye çalıştı. Daha sonra kızlardan ikisi de tarla bahçe işlerine amele olarak gitmeye başlayınca, ailece biraz olsun rahatlamışlardı. Yılmaz dışında burada doğan iki kızı ve bir oğlu okula gidiyordu. Diğerlerinin hiç biri okula da gitmemişti.
Samet, uzun süredir tanıdığı Tekin Bey’in villasının bahçe işlerine bakıyordu. Buraya taşındıklarından bu yana hep Tekin Bey’in yaptırdığı inşaatlarda çalışmıştı. İşini temiz yapan, dürüst ve çalışkan biri olduğundan Tekin Bey’in güvenini kazanmıştı. İnşaat işlerini bırakıp fabrikasıyla ilgilenmeye başlayan Tekin Bey, Samet’i kaçırmamak için onu villasının bahçesiyle ilgilenmesi için işe almıştı. Beş yıldır bu işi yapıyordu Samet.
Kocaman bir bahçesi vardı Villanın. İçerisinde kocaman bir alan sadece çimlerle kaplıydı. Sonra havuzu ve meyve ağaçlarının olduğu bölüm vardı.
Samet, neredeyse hemen her gün buraya gelir, bazen çim biçer, bazen toprakla uğraşır, bazen ağaçları budar bazen de havuzun temizliği ile ilgilenirdi.
Sanki kendi eviymiş, kendi bahçesiymiş gibi işini titizlikle yapar ve etrafın tertemiz kalmasına özenirdi.
Bazen kirlenmişse eğer Tekin Bey’in cipini de yıkayıp içini dışını mis gibi yapardı.
Tekin Bey, yıllardır yanında çalışan Samet’i çok sever, çok takdir ederdi. İlkokul bile okumamış, okuma yazması olmayan, eğitimi, kültürü, doğru dürüst dili bile olmayan Samet’e öylesine güvenir ki, yaz mevsiminde ailece tatile gidip haftalarca kaldığında villasının anahtarını Samet’e teslim ederdi de gözü arkada kalmazdı. Hatta karısı ve çocuğunu yalnız bırakıp gittiği kimi zaman bir hafta kimi zaman günlerce süren iş gezilerinde bile, evini her şeyini gönül rahatlığı ile Samet’e emanet ederdi.
Gözü gibi korurdu Samet, Tekin Bey’in her şeyini. Kimi zaman Tekin Bey ve eşi arasında yaşanan sevimsiz diyalogları veya ufak tefek tartışmaları bir sır gibi saklar karısına bile söz etmezdi bundan.
Tam ayakkabılarını giyinip çıkıyordu ki, beş yaşındaki oğlu Yılmaz bacağına yapıştı babasının. Ben de seninle geleceğim diye tutturdu. Olmaz, dediyse de dinletemedi çocuğuna. Annesinin uyanıp gelmesi ve Yılmaz’ı zorla alıkoymak istemesi de kâr etmedi. Ağlıyordu ve kıyameti koparıyordu. Ben de seninle geleceğim diye tutturmuştu. Aylar önce bir kez daha götürmüştü Yılmaz’ı. O gün annesinin çok işi vardı. Büyük kızlarını istemeye geleceklerdi hemşerilileri, onun hazırlığı ile ilgilendikleri için, evde kendilerine ayakbağı olmasın diye, Yılmaz’ı babasıyla göndermişlerdi. Küçük Yılmaz, o gün o villada ve bahçesinde gördüklerini hiç unutamamıştı. Günün sonunda da Tekin Bey’in eşi Yılmaz’a hem dondurma aldırmıştı marketten hem de gazoz. Ne o dondurmayı ne de o gazozun tadını unutmuştu. Bir daha da içmemişti zaten o gazozdan.
Belki çocuksu bir duyguydu Yılmaz’ınki. Belki yeniden içerim o güzel şeyden diye umut ediyordu. Belki bu yüzden bir kez daha oraya gitmek istiyordu.
Çaresiz, oğlunun elinden tutup yola koyuldu. Yürüyerek yarım saatte varabilirdi Tekin Bey’in Villasına. Aslında oraya giden minibüsler de vardı ama yol parası vermemek için her defasında yaya giderdi.
Biraz yürüyünce oğlunun yorulduğunu hissetti. İsteyerek ve severek omuzlarına bindirdi oğlunu ve öyle yürümeye başladı. Yılmaz çok mutluydu.
Villaya varınca Samet oğlu Yılmaz’ı havuzdan ve Tekin Bey’in 7 yaşındaki oğlunun oyuncaklarının dağınık olarak durduğu kum havuzundan uzak tutarak, buralara gitmemesini ve hiçbir şeye karışmamasını söyleyerek, ona, şeftali ağacının gölgesinde oturup oyalanmasını istedi.
Kendisi de bahçe malzemelerinin konulduğu kulübeye gitti. Önce çim makinesini çıkardı. Belki de henüz uyumakta olan Tekin Bey’i ve ailesini makinenin sesi rahatsız eder düşüncesiyle vazgeçti çimleri biçmekten.
Makası alıp budanacak ağaçlara, çitlere ve çiçeklere yöneldi. Epeyce vakit geçmişti. Pazar günü de olsa bu saatte uyanmışlardır düşüncesiyle makineyi çalıştırıp çimleri biçmeye başladı.
Evin temizlikçisi Hayriye Hanım çıktı balkona. Her zamanki gibi, güler yüzüle:
“Hoş geldin Samo!” dedi.
Tekin Bey’den öğrenmişti Samet’e, Samo diye seslenmeyi.
“Hoşbulduk. Günaydın Hayriye Hanım. Rahatsız mı ettim yoksa? Uyandı mı tekin Bey?”
“Uyandılar uyandılar. Kahvaltı yapıyorlar mutfakta. Sen işine bak. Bir şey ister misin Samo? Sana da bir çay vereyim mi?”
“Yok, teşekkürler. İstemem.”
Utanırdı Samet, burada kendisine bir şey ikram edildiğinde. O sadece işini yapmak isterdi.
Balkondaki Hayriye Hanım, ağacın altında oturmuş, toprakla oynayan Yılmaz’ı görünce, gülümsedi yeniden.
“Anaaaa! O senin oğlan değil mi? Neydi onun adı?
“Yıl..”
“Yılmaz’dı değil mi? Ne kadar büyümüş! Dur ona soğuk bir gazoz getireyim.”
“Boş ver Hayriye Hanım. Zahmet etme. Ayıp olmasın şimdi. Takıldı peşime, çocuk işte. İlle ben de seninle geleceğim, dedi.”
Dinlemedi Hayriye Hanım Samet’i. Az sonra bir şişe gazozu getirip Yılmaz’a verdi. Yanına çöktü, saçını okşayıp sevdi Yılmaz’ı. Yeniden içeriye girince bu kez Tekin Bey ve yedi yaşındaki oğlu Çağrı göründüler balkonda.
“Günaydın Samo!” dedi gülümseyerek Tekin Bey.
Samet, nerdeyse hazırola geçecek gibi kendisine çeki düzen verdi, hafiften eğilip:
“Günaydın Tekin Bey. Rahatsız mı ettim sizi sabah sabah?”
“Hayır, hayır. Olur mu öyle şey? Hayriye Hanım söyledi de duydum geldiğini. Hem oğlunu da getirmişsin. Maşallah, büyümüş delikanlı.” Dedi.
Tekin Bey’in oğlu Çağrı, babasının konuşmasına aldırmadan, bacaklarından, ellerinden çekiştirip duruyordu.
“Hadi baba, hadi baba! Gidelim, gidelim Kipa’ya.”
Tekin Bey, Samet’e olan güveni ve sempatisinden dolayı yine kibarca sordu.
“Samo, bir şeye ihtiyacın var mı? İstediğin bir şey var mı? İstersen Hayriye Hanım size de bir kahvaltı hazırlasın. Oğlunla kahvaltı edersin?”
“Çok teşekkür ederim Tekin Bey! Biz kahvaltı yaptık.”
“Pekala.” Deyip içeriye girdiler oğluyla.
Samet yeniden çimleri biçmek için makineyi çalıştırdı. Oğlu Yılmaz, yudumladığı gazozundan yeniden aylar önceki o tadı almıştı. Hele içtiği şeyin genizine kaçıp ona müthiş bir zevk vermesi çok hoşuna gitmişti. Gazozunun bitmesine üzüldü. Canı sıkıldı. Kalkıp bu kez kum havuzunun yanına gitti. Orda, yerlere rastgele dağılmış oyuncaklarla oynamaya başladı.
Samet, rahatsız olurdu böyle şeylerden. Hemen makineyi durdurdu. Oğlu Yılmaz’a oyuncaklardan uzaklaşmasını ve yeniden ağaçların altına gidip orada oturmasını söyledi.
Tam da bu sırada Tekin Bey, oğlu Çağrı ile bahçeye çıktı. Samet’in, oğlu Yılmaz’a çıkıştığını duyunca:
“Bırak Samo! Bırak çocuk oynasın oyuncaklarla. Ne zararı var sana?”
“Olmaz Tekin Bey. Çağrı’nın oyuncaklarına bir zarar vermesin.”
“Düşündüğün şeye bak Samo. Altı üstü oyuncak işte. Neyse sen onu boş ver. Bırak, çocuk gönlünce oynasın. Sen içeriye gel de şu televizyon sehpası var onu dışarıya çıkar. İster götür kulübeye koy kalsın orada, istersen, sana lazım olursa kullanırım diyorsan al götür evine. Bize lazım değil artık. Plazma alınca sehpa boşta kaldı öyle. Yer kaplamaktan başka bir işe yaramıyor.” Dedi.
Samet, denileni yaptı.
Hayriye Hanım da tuttu bir ucundan sehpanın. Birlikte bahçeye çıkardılar.
Tekin Bey Samet’in huyunu bildiği için, yeniden teklif etti kendisine.
“Samo, yeniden söylüyorum. Evine götürmek istiyorsan götür, tamam mı?”
Utanarak:
“Tamam” dedi Samet.
Tekin Bey’in genç ve güzel eşi de bahçeye çıkmıştı. O da hem Samet’e hem de oğluna Günaydın, diyerek selamladı.
“Ya, Allah aşkına Leman” dedi Tekin Bey eşine. “Şu çocuğu al yakamdan ya. İşim gücüm var benim. Gidin birlikte ne istiyorsa alın.”
“Kuaföre gideceğimi söyledim kaç kere. Konuşmadık mı daha önce? Randevum var benim. Hem Allah aşkına, ne işin olur şu Pazar günü? Bari bir Pazar olsun sen ilgileniver şu çocukla.” Sonra cilveli bir tavırla: “Hem, baba oğul erkek erkeğe eğlenirsiniz. Belki de çapkınlık yaparsınız!” dedi.
“Hadi baba, gidelim, gidelim!” diyerek ısrarını sürdürüyordu Çağrı. Bir yandan da babasının yanına gelip dikilmiş Samet’in oğlu Yılmaz’ı süzüyordu. İki çocuk bakıştılar bir an. Yılmaz gülümsedi Çağrı’ya. Çağrı aldırmadı bile. Yeniden babasına dönüp; “hadi baba, gidelim!” diye tutturdu.
Biraz sonra Tekin Bey, oğlunu da alıp cipine binip gitti.
Yeniden işinin başına döndü Samet. Yılmaz’ın kum havuzunda oyuncaklarla oynamasına bir şey demedi.
Az sonra da Tekin Bey’in eşi çıktı. O da, kendi arabasına binip gitti.
Çimlerin biçilmesi saatlerce sürdü. Samet, biraz daha bekleyip güneşin batımıyla her yeri bolca suladıktan sonra bugünlük işini bitirmeyi ve artık eve dönmeyi düşünüyordu. Yılmaz’ı yanına çağırdı. Ağaçların olduğu yere gidip bir şeftali ağacının gölgesine oturdular. Evden getirdiği poşetten yiyeceklerini çıkardı. Ekmek, domates, peynir ve iki tane de salatalık vardı. Ekmeğin birini böldü. İçerisine peynir koydu. Bir de domates alıp Yılmaz’a uzattı.
“Al!” dedi. “Domatesi ısırıp ekmekle yersin.”
Çok geçmeden Tekin Bey ve oğlu Çağrı arabayla garajın önünde durup indiler arabadan. Samet, Tekin Bey’in kendisini oturur görmesinden utandı. Hemen bir çırpıda ayağa kalkıp onlara doğru gitti.
“İşleri bitirdim, Tekin Bey” dedi. “Güneş batsın su vereceğim bahçeye, ağaçlara” dedi. “Taşınacak bir şey var mı?” dedi sonradan da.
“Var, var” dedi Tekin Bey. Arabanın bagajına yöneldi. Kapağını açtı. “Çağrı’nın bisikleti var. Şunu bahçeye götür de binsin şimdilik orada. Ama dışarıya bırakma, olur mu? Benim içeride işlerim var. Sen dikkat edersin artık,” dedi.
“Tamam, Tekin Bey. Merak etmeyin. Bırakmam dışarı. Çimlerde sürsün.”
Yeni alınan bisiklet arabanın bagajından alınıp bahçeye getirilince, Çağrı hemen binip bahçe içerisinde sürmeye başladı. Tekin Bey az sonra içeriye girip gözden kayboldu.
Çağrı, yeni bisikletiyle sevinç içinde taze biçilmiş yemyeşil çimler üzerinde tur atarken, Yılmaz uzaktan imrenerek onu izliyordu. Yavaş ve çekingen adımlarla bisiklet sürmekte olan Çağrı’nın yanına yaklaştı. Önce onun arkasından uslu, uslu yürüdü. Çağrı, Yılmaz’ın arkasından geldiğini görünce hızlandı. Hızlandıkça Yılmaz ona uymaya çalışarak koşturmaya başladı arkasından. Bu oyun ikisinin de hoşuna gitmişti. Yılmaz, Çağrı’nın ses çıkarmadığını görünce biraz daha yaklaştı ona. Sonra bisikletin arkasından tutup koşturmaya başladı. Dakikalarca sürdü bu oyun. Ne bisiklet süren çağrı ne de onun arkasından koşturan Yılmaz yorulmuştu. Araya giren, bu oyunu bozan Samet’ti.
“Yılmaz, bırak oğlum, tutma bisikleti. Bir kaza olur,” dedi.
Yılmaz, yeniden olduğu yerde dikilip Çağrı’nın bisiklet sürmesini izledi. Çağrı, Yılmaz’ın oyundan çekilmesine üzüldü. Zevk almıyordu artık sürmekten. İndi bisikletten. Yılmaz’a dönüp:
“Sen bisiklet sürmesini biliyor musun?” dedi.
Yılmazın gözleri kocaman oldu bu soru karşısında. Belki kendisinin bisiklete binmesine izin verir düşüncesiyle kalbi hızla atmaya başladı. Burnunun dibine sokuldu Çağrı’nın. Gözlerine bakarak:
“Ben bisiklet sürmesini bilmem ki!” dedi. Sonra da: “Ben de senin bisikletine binebilir miyim?” dedi.
Çağrı:
“Haydi, gel, bin.” dedi. Bisikletini yerden kaldırıp doğrulttu.
Yılmaz büyük bir sevinçle, utanarak, çekinerek bisikletin direksiyonundan tuttu. İnanamıyordu olanlara. Sanki biraz sonra Çağrı vazgeçip, bisikletime dokunma, diyecek ve Yılmaz bu rüyadan uyanacaktı.
Öyle olmadı. Çağrı bisiklete kurulan Yılmaz’a nasıl sürmesi, ne yapması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Olmuyordu. Yılmaz bisikleti sürmeyi beceremezken, üzerinde bile duramıyordu.
Bu kez Çağrı ona yardım etmek için bisikleti arkadan dengede tutmaya çalıştı. Yılmaz Çağrı’nın dediğine uyarak pedalleri çevirmeye çalıştı. Öyle, öyle iki metre kadar yol aldı. Sevinçten kalbi duracak gibiydi. Rüyasında görürdü de bisiklet sürmeyi, şimdiyse gerçeğini yaşıyordu. İki metre sonra bisikletle birlikte yere yıkıldı Yılmaz. Çimlerin üzerinde oldukları için ne Yılmaz’a ne de Bisiklete bir zararı olmamıştı bu düşmenin.
Yine de çağrı’nın yüreği cız etti. Yepyeni bisikletini Yılmaz yere devirmişti.
“Tamam!” dedi sesini yükselterek. “ Bisikletimi bozacaksın. İn artık. Karışma bisikletime. Sürmesini bilmiyorsun. Git kendi bisikletinde öğren!” dedi.
Çağrı’nın sesini yükselttiği anda her şeyin farkına vardı Samet. Yılmazı ve bisikleti yerde yatar görünce hızla Yılmaz’ın yanına geldi. Kaldırdı onu yerden. Kızdı kendisine. Poposuna bir şaplak vurdu. “Git yerinde otur, bir şeye karışma!” dedi. Sonra bisikleti yerden kaldırıp iterek evin girişindeki mermer zeminin üzerine götürdü. Çağrı’ya dönüp:
“Çağrı,” dedi. “Ben şimdi bahçeyi sulayacağım. Bu yüzden şimdi artık bisiklet süremezsin. Her taraf ıslanacak. Bisikletin burada dursun. Ben bahçeyi suladıktan sonra biraz daha beklersin, sonra istediğin kadar sürersin, tamam mı?”
“Tamam,” dedi Çağrı gönülsüzce.
Samet, artezyenin motorunu çalıştırıp çimleri, ağaçları, çiçekleri bolca suladı. Her tarafı müthiş taze biçilmiş çim ve toprak kokusu sardı. Bütün yorgunluğunun sonunda bu toprak kokusu Samet’i çok mutlu ediyordu her defasında.
Mermer yüzeyleri, her tarafı pırıl pırıl edip bıraktı Samet. Sonra artezyenin motorunu durdurdu. Dağınık duran hortumu özenle çember biçiminde toparlayıp her zamanki köşeye bıraktı.
Son kez bütün bahçeyi gezerek kontrol etti. Eksik kalan bir şeyin olmadığını görünce, artık eve gitmeye karar verdi.
Tekin Bey’in almasını istediği Televizyon sehpası bıraktığı yerde duruyordu. Nasıl taşıyacağını düşünürken, gidip malzemelerin konulduğu kulübeden kalın bir ip bulup getirdi. İpi sehpanın etrafından doladı, kolaylıkla kollarından geçirip omuzlarına takılacak hale getirip hazırladı.
Gitmeden önce Tekin Bey’e haber vermek istedi. Yine de onu rahatsız etmemek için, mutfağın olduğu pencereye doğru gidip hizmetçi Hayriye Hanım’a seslendi.
“Hayriye Hanım, Tekin Bey’e söyle, ben işimi bitirdim, gidiyorum.”
“Tamam, Samo. Bekle söyleyip geliyorum,” dedi Hayriye Hanım.
Az sonra Tekin Bey kendisi göründü balkonda.
“Tamam Samo. Eline sağlık. Her zamanki gibi harika olmuş bahçe. Var mı bir isteğin? Bir şeye ihtiyacın var mı?”
“Yok, Tekin Bey. Çok sağ olun…. Ben…. Bu lazım değil mi gerçekten? Diyerek eliyle orada duran televizyon sehpasını işaret etti.
“Yok, yok! Lazım değil. Atılacak nasılsa. Götürmek istiyorsan götür dedim ya. Alabilirsin Samo. Bir daha niye soruyorsun ki?”
“Tamam. Ben bunu evime götüreceğim. Çok sağolun Tekin Bey.”
“Rica ederim Samo. Haydi, sana iyi akşamlar” diyerek içeri girdi.
Samet, sırtını sehpaya dönüp eğildi, ipi kollarından geçirip omuzlarına takarak yüklendi sırtına ve ayağa kalktı. Bir çiziği bile yoktu televizyon sehpasının. Oldukça da pahalı bir şey olmalıydı. Yıllardır Tekin Beylerin kullanmadıkları çok eşyaları alıp götürmüştü evine. Güzel ve düzgün şeylerdi hepsi de.
Sehpayı sırtına aldıktan sonra Bahçenin demir kapısını açıp Yılmaz’la birlikte dışarı çıktılar. Bir eliyle Yılmaz’ın elinden tutarak eve doğru yürümeye başladı.
Yılmaz, az önce bindiği bisikleti ve yaşadığı mutluluğun hayalini yaşıyordu hâlâ.
“Elimi sakın bırakma!” diyen babasının sesiyle uyandı rüyasından. Tam babasının kendisini sırtına alacağını düşünürken, taşıdığı kocaman sehpayı görünce:
“Bunu niye atıyorlar baba? Onların eşyaları çok mu?”
“Onlar zengin oğlum. Onların çok parası, çok eşyaları var. Bunu atıp yenisini alıyorlar. Daha güzelini, daha büyüğünü alıyorlar.”
“Ya bisikleti? Bisikleti de atarlar mı baba?” dedi.
“Yenisini, belki de daha büyüğünü alınca onu da atarlar.”
“Yenisini? Yenisini ne zaman alırlar baba? Yarın mı?”
“Yok. Yarın değil. Ama bilmem. Ne zaman atarlar bilemem.”
“Bil baba, bil!” dedi Yılmaz adeta yalvaran gözlerle babasının gözlerinin içine bakmaya çalışarak.
Hiç dinlenmeden eve kadar yürüdüler. Samet, kan ter içinde, kızlarının da yardımıyla sırtındakini odanın içerisinde yere indirdi. Kızlar yeni gelen sehpaya hemen bir yer ayarladılar. Üzerine, çekmecelerine çeşitli eşyaları koydular. Sehpa yeni evinde, yeni yerini almıştı bile.
Gecenin bir yerindeydi. Sabah oluyordu neredeyse. Yılmaz’ın kendisini dürtüp bağırmasıyla uyandı Samet. Yılmaz, ısrarla babasını sarsıyor, üzerindeki yorganı açmaya çalışıyorken, bir yandan da:
“Kalk baba kalk! Bisikleti atıyorlar!” derken, yalvarıyordu adeta.