- 513 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Karla Kaplı Kalpler
Kış ayları yavaş yavaş şehri terk ediyordu. Güneş kendini gösteriyor; artık çocuklarda kardan adamlarıyla vedalaşıyorlardı. Açılmaya başlayan topraklardan otlar fışkırıyor, ağaç yaprakları da artık canlanıyordu, en çok da dalları artık çeşit çeşit meyve çağlalarının süslemesi hayali çocukların işine geliyordu. Çocuklar biraz uçarıydı gerçi; kış gelince karı seviyor, bahar gelince de karı umursamadan renk renk çiçeklere koşuyorlardı.
Kar güzeldi, saftı, ışıl ışıl göz alıcıydı ama soğuktu nihayetinde. Hep mesafeli duruyordu, senli benli olmaya gelemiyordu. En sıkı arkadaşları bile onu eldivensiz tutamıyordu işte, herkesle vardı bir sınırı. Gel gör ki; çocuklar bunu umursamıyordu sevgiyle koşuyorlardı kara. Onun yağışı çocuklar için dost gelişi demekti çünkü.
Ali yedi yaşında koyu bir kar aşığıydı. Oda kar gibi biraz mesafeliydi, diğer çocuklarla pek kaynaşamıyordu, iki üç tane arkadaşı vardı ya onlarla oynuyordu ya da tek başına. Ali’nin arkadaş seçiminde özel bir sebebi vardı; onlarda kendisi gibi anne ve babasızdı. Ali’nin babası vardı gerçi ama annesi o daha beş yaşındayken ölmüş, babası da yeniden evlenmişti. Yeni annede Ali’yi istemediği için Ali de anneannesi ve dedesiyle yaşamaya başlamıştı, Ali ve babası aynı şehirde olmadığı için çok sık göremiyordu babasını. Babası Ali’ye karşı biraz ilgisizdi, bayramdan bayrama yazdan yaza bir oyuncak arabayla, biraz harçlıkla gönlünü alıyordu hepsi bu. Annesini pek hatırlamıyordu Ali, bu yüzden çok soru sormazdı annesiyle ilgili. Ama babasıyla ilgili soruları çoktu, zaman zaman sorardı dedesine ve anneannesine “neden babam beni burada bırakıyor, neden beni de yanında götürmüyor?” diye. Ne kadar ikna olmuş görünse de aldığı cevaplara yine de içten içe istiyordu babasıyla gitmeyi. Ali o günde sormuştu dedesine babasının kendisini götürüp götürmeyeceğini dedesi de: “ tabii oğlum tabii baban seni götürecek, okula bir başla alacak seni yanına” diyerek avutmuştu. Ali gözleri parlayarak çıktı odadan. Anneanne dayanamayarak açtı ağzını:
-Ahhh ahhh olan benim kızımla şu zavallı yavrucağa oldu. Ne biçim adam bu, hiç mi düşün müyor şu çocuğu? Tabi üvey anne ister mi hiç evde üvey çocuk, güya oğluna baksın diye evlenmişti, vah talihsiz yavrum benim. Buz tutmuş bu adamın kalbi sanki, hiç mi sevmiyor şu yavruyu.
Ali duymuştu bu sözleri ama dedesinin sözleri öyle hoşuna gitmişti ki; hiç önemsemedi bunları. Montunu ve eldivenini giyip koştu karlı sokaklara, arkadaşları okuldaydı bu yüzden onlar gelene kadar tek arkadaşı artık erimek üzere olan kardan adamıydı bu sene bazı aksilikler nedeniyle okula başlayamamıştı Ali. Seneye de zaten babası götürecekti orda başlayacaktı okula, işte bu heyecanla neşeyle oynadı tüm bahar ve yaz boyu. Yeni yeni arkadaşlar bile edindi kendisine hiç çekinmeden oyunlar oynuyordu herkesle ve arkadaşlarına gururla anlatıyordu okula babasının yanında gideceğini.
Yaz boyu birkaç kez babası görmeye geldi Ali’yi. Hediyesini harçlığını verip, biraz sevip okşayarak babalık vazifesini yaptığını sanıyordu. Anneannesi ziyaretlerinin birinde damadına sordu “ almayacak mısın Ali’yi artık yanına.”
-Nasıl alayım anne? Evde de zaten bebek var, ikisine birden bakamaz ki Filiz. Hem her ihtiyacını karşılıyorum ben size bir yükü olmuyor ki. Sakinde bir çocuk zaten canınızı yakmıyor, en iyisi sizinle yaşaması.
Anneanne kızmıştı bu cevaba: “elbette ki bize yük değil, kızımın biricik hatırası üstelik ama zaten annesiz birde baba sevgisinden mahrum kalmasın yavrucak” diyince damat bey hışımla kalktı yerinden, “ ne yani ben sevmiyor muyum oğlumu?” dedi ve çekip gitti. Bu olayın ardından uzun süre de aramadı bile Ali’yi.
Nihayet okul zamanı gelmişti ve Ali’nin de okula kayıt olması gerekiyordu, ama bunu ona anlatmak hiçte kolay olmamıştı. Tüm hayalleri suya düşmüş, yine kabuğuna çekilmişti. Günlerini diğer çocuklar gibi oyun oynayıp gülmek yerine, gözleri uzaklara dalmış hayattan kopmuş halde geçiriyordu.
İşte yine kış gelmişti, Ali’de tek arkadaşına kavuşmuştu. İlk iş kardan adamını yaptı ve artık okul çıkışı günlerini hep onun yanında geçirmeye başladı. Küçücük yaşında küçücük bir dünyası vardı işte; okulu ve kardan adamı…
Günler birbirini kovalamaya devam etti yine, çetin kış günleri yavaş yavaş sona eriyordu. Güneş pek ısıtmasa da artık yüzünü göstermeye başlamıştı. Buda herkesin hoşuna gidiyordu doğrusu; nede olsa yemyeşil ağaçlara, çeşit çeşit meyvelere ve rengârenk çiçeklere kimse hayır demezdi. Baharın gelmesine herkes sevinse de Ali elbette ki tek sırdaşını kaybedeceği için üzgündü.
Dedesi torunun bu haline pek bir üzülüyordu kaç kez onu elinden tutup mahalle çocuklarının yanına götürmüş oyuna katmıştı ama her defasında Ali, dedesi gider gitmez oyunu bırakıp kaçmıştı çocukların arasından. Ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar ama Ali’yi bir türlü güldüremiyorlardı. Dedesi yine torunu çekti yanına ve ona neden suratının asık olduğunu sordu. Ali’den gelen cevap: “kardan adamım eriyor” oldu. Dedesi güldü ve : “hay Allah sen bunu mu dert ettin, erisin oğlum ne güzel ağaçlar meyve verecek ve bizde onları toplayacağız, üşüyen burnumuzda rahat edecek hem” deyince Ali kıkırdamaya başladı. Dedesi devam etti: “geçen hem ayağın buzda kaymıştı düşünce be çok canın yanmıştı, buzlu yerlerde eriyecek bir daha da düşmeyeceksin” Ali’nin gözleri parladı birden “tüm buz tutmuş şeyler eriyecek mi yani dede?” Dede Ali’nin bu heyecanını anlayamadı ama gururla cevapladı:
-Elbette ki eriyecek, güneş geliyor oğlum buz kalır mı artık, içimiz ısınacak içimiz.
Ali’nin üzüntüsünden zerre kalmadı o anda gözlerini bir parıltı kapladı ve haykırdı içinden; yaşasınnn babamın kalbindeki buzlarda eriyecek…