AYAK DİVÂNI
“Geçmiş zaman olur ki…” ile başlayan hüsranla karışık mazi hasretleri çöker ya bazen insanların içine. En kallâvisinden bir “nerede o eski günler” efkârı çekilir bir nefeste… İşte o günlerden birinde, evvelki zamanların içinde yaşanan ve soğuk tarih kitaplarının göstermeyi pek sevmediği sevimli çehreler vardır; geçmiş olup da aslında pek geçemediğimiz hatıralar denizinde.
Hikâye, evvel zamanın içinde fakat kalbur samanda saklı olmayan aynıyla gerçek bir yaşam parçası.
Sene 1540 ve mekân İstanbul…
Devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, devlet geleneğini devam ettirerek her Perşembe yaptığı gibi yine “Ayak Divanı”na çıktı. Kanunun gerektirdiği gibi, sarayın önüne tahtını kurdu ve “her kimin bir derdi varsa buraya toplansın” diye tellal çığırttı. O gün, sultanın huzuruna kim gelirse gelsin sorunu halledilecek ve oradan mutlu ayrılacaktı. Sıra sıra gelen insanların kimi komşusundan, kimi kocasından, kimi de devlet memurların yaptığı haksızlıklardan şikâyet etti. Kim haklıysa hakkı verildi, kim yanlışsa bedeli ödetildi.
Akşama kadar bu böyle sürerken yaşlı bir kadın da elinde bastonu, sırtında kamburu tahtın yanına geldi. Yüzünü görebilecek kadar dikilemediği için, başı önünde bağırarak anlatmaya başladı:
“Ey üç kıtanın sultanı! Ben yalnız bir ihtiyarım. Kendi kendime evceğizimde yaşarım. Evlâtlarıma ölünce bırakayım da beni hayırla yâd etsinler diye biriktirdiklerimden gayrısı yoktu elimde ki, dün geceden beri onlar da kalmadı. Bir hırsız girdi evime, ben uyurken. Sandığımdaki altınımı, boynumdaki gerdanlığımı, kolumdaki bileziğimi, yastığımdaki paramı, neyim var neyim yoksa hepsini almış gitmiş. Varsa eğer adalet bu memlekette, isterim canımın yongasını geri”
Sultan Süleyman kendini tutamadı ve gülümseyerek şöyle dedi:
“Ey bre nine! Ne sandığın kalmış, ne yastığın. Ne kolunda bilezik ne de boynunda incilerin. Bu nasıl bir uykudur ki, hırsız bunları yaparken hiç uyanmadın?”
Kadın belini zorlayarak biraz daha dikildi ve yedi iklim padişahının yüzüne şu cevabı çarptı:
“Biz seni uyanık zannettiğimiz için bu kadar rahat uyuyorduk Sultan’ım!”
Sultan bu cevabı daha çok beğendi ve kadının ne zararı varsa hepsini kendi cebinden karşıladı.
Bu bir masal değil, kayıtlı bir gerçektir. Bugüne bakınca “keşke gerçek olmasaydı” diyerek, kaybettiklerimize üzülmemek ise mümkün değildir.
NAZ