- 841 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SANTRAL-1
Büyük bir Holdingde işe başladılar birbirlerine zıt iki güzel genç kız... Biri esmer güzeli Nermin, diğeri sarışın güzeli Ecrin... Esmer olan genç kızımız önceleri yetiştirme yurdunda kalmış ancak daha sonraları yurttan kaçıp orada burada büyümüş, eğitimsiz, okuryazarlığı ancak ilkokul üçe kadar, oldukça yıpranmış, ezilmiş, bilgisiz ve tecrübesiz... Diğer genç kızımız lise mezunu, üniversite sınavlarında dereceye girmiş lakin maddi durumundan ötürü eğitimine açıktan devam etmektedir...
İşe ilk başladıkları gün personel müdürü kızlarımıza işi öğretsin diye daha evvel santralde çalışan tecrübeli bir kişi gönderdi... Yirmi üç yaşlarında bir delikanlı, esmer uzun boylu ve hafif toplu... Biraz da ukala ama iyi niyetli bir gençti. Santralde kızların yanına geldi ancak elleri cebinde ve havalı tavırlarla;
“Merhaba kızlar...”
“Merhaba”
“Ben Emre, sizler?”
“Ecrin”
“Nermin”
“Memnun oldum...”
Elini uzattı, tokalaştı...
“Sizler burada çalışacaksınız öyle mi?”
“Evet...” Dediler
“Ama zordur burası. En fazla ben çalıştım, tamı tamına altı ay, bakalım siz ne kadar dayanacaksınız... Buraya gelen kaçıyor...” Dedi.
Kızların hiç hoşuna gitmemişti onun bu ukala tavırları ama çaresiz katlanacaklardı. Konum kıdem meselesi idi. korktu-da kaçtı dedirmemek için.
“Haklı olabilirsiniz ama inanın çok uzun zaman çalışacağız ama sorun değil nasılsa bize iş çok.”
“Ha ha! Burası gibi iş biraz zor canım, burası devlet dairesinden bile daha rahat...” dedi ve oturdu döner koltuğa.
Önlerinde kocaman bir masa ve telefonlar bir de bilgisayar faks ve yazıcı vardı... Bilgisayarda çalışanların ve müdür, genel müdür ve patronların özel ve genel irtibat numaraları bulunmaktaydı. Bu numaralar dışarı asla verilmeyecek, dışarıdan gelen aramalar dışında kim ararsa arasın sorulmayacaktı “Neresini istiyorsunuz, kimsiniz?” diye. İç birimlerden gelen aramaları bilmek tanımak zorundaydılar... Üstelik tüm personeli patronlarından, müdürlerinden, güvenlikçilerinden ve çaycısından temizlikçisine kadar herkesi tanımak zorundaydılar ki işleri oldukça ağır ve de zordu. Emre haklıydı... Sonra Emre oturduğu iskemleden onlara tüm işleri gösteriyordu. “Şu şuraya bu buraya bağlanacak” diyordu, faks çekmeyi ve almayı öğretiyordu ama toplam iki saat göstermişti, Nermin pür dikkat dinler ve sorular sorarken Ecrin hiç oralı olmuyordu. Uzaktan takipteydi ve bunu fark edem Emre bozulmuştu ancak;
“Sen çok mu akıllısın ki işi öğrenmek yerine uzak kalıyorsun veya ben mi aptalım ki burada konuşuyorum Ecrin Hanım...” dedi, tabi ecrin bu sözlerin altında kalamazdı...
“Merak etmeyin Emre Bey ben sizi dinliyorum...” dedi.
Emre hiç bir şey söylemedi. Son bir hamle ile gerektiğinde hatları nasıl bağlayacaklarını, dış güvenlik hatlarını nasıl hat aktarmaları gerektiğini de gösterdi sonra yerinden kalkıp santral kapısından dışarı çıkarken;
“Ben çıkıyorum kızlar, bundan sonrası size ait. Benim işim olmaz bu saatten sonra burada... Hadi eyvallah, bakın başınızın çaresine...” dedi ve çıktı gitti. Kızlar kaldılar bir başlarına santralde.
Tüm telefonlar çalıyor ve bir yandan fakslar geliyordu. İşler iyice karışmıştı. İlk günü kimseleri tanımayan Nermin ile Ecrin ne yapacaklarını bilmiyor fakat birbirlerini göz ucu ile süzüyorlardı... Nermin’in hal ve hakaretleri giyimi tavırları duruşu Ecrin’in gözüne batıyordu. Üstelik sokak ağzı ile konuşmasını hiç benimsemiyor ve sürekli uyarma gereği duyuyordu fakat ilk günden bir şey diyemiyordu... Nermin ise Ecrinin hareketlerini hoş görmüyordu. Fazla havalı dik görmüştü, belki de fazla akılı bulmuştu oldukça narin, düzgün fiziği ve güzel şivesi ile... Zaman gösterecekti onların iki iyi arkadaş mı veya çok kötü iki düşman mı olacaklarını ama ilk günden düşman olmuşlardı, ilk kavgalarını yaptılar... Gün bitmek bilmemişti. “Allah’ım ne zaman gideceğiz eve” diye söyleniyorlardı kendi kendilerine... Üstelik hava nasıl da sıcaktı, Ağustos ayı hiç çekilmiyordu... Bir ara Ecrin klimayı açmak istedi ama Nermin itiraz ederek engelledi Ecrini... Onun bu davranışına Ecrin gayet sakin bir dille
“Arkadaşım, neden izin vermiyorsun? Görmüyor musun yanıyoruz burada? Dedi ama Nermin;
“Ben üşüyorum, klima çarpıyor beni, hasta ediyor...”
“İyi de bu havada nasıl üşürsün anlamıyorum! Ben yanıyorum, baksana halime nasıl terliyorum. Az insan olsan!” demesi ile Nermin çıldırdı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı, öyle ki santralin içinden onun bu bağırışlarına güvenliklerden biri duyup gelmişti.
“Kızlar kızlar! Ne oluyor daha ilk günden işsiz kalmak mı istiyorsunuz? Dedi
“Yok, sorun yok arkadaş bağırıyor...”
“İyi de büyük patrona giderse bu şikâyet olarak ilk günden ya işsiz veya savunma yazmak durumunda kalacaksınız, yapmayın arkadaşlar burası bildiğiniz yerlere benzemez…” diyerek kızlarımızı uyarıp gitti... Kızlar bu uyarıdan sonra sessiz kalarak gün içinde tek kelime konuşmadan durdular. Gelen telefonlar dışında çıt çıkmadı ikisinden.
Neyse ki akşam beş oldu, çıkış saatiydi, servislere binip ayrıldılar holdingden ve evlerine resmen bir turşu gibi döndüler. Ama içlerinde huzur vardı. Kolay değil, güzel bir işte çalışacaklardı. İkisinin de kendine göre hayat savaşı, fırtınaları vardı ya...
Annesi Ecrini kapıda karşıladı. Kapıdan içeri giren Ecrin nasıl da yorgundu! Annesi anlamıştı kızının yorgunluğunu ve ters giden bir şeyler olduğunu...
“Canım benim, nasıl geçti ilk günün?”
Ecrin biraz sitemkârdı ancak tüm gün yaşadıklarını annesine bir bir anlatmıştı.
“İnan bana anne çekilecek iş değil ama işte çekmekten başka çarem yok...” dedi.
Annesi;
“Neden kızım, ne var ki? Santral sonuçta, ağır değildir bence.”
“Anne iş güzel de şu kız olmasaydı iyi olurdu, ama bakacağız artık...” dedi.
Aynı saatte Nermin’de kendi evinin kapısından içeri girdi ve üzerindekileri çantayı attı bir köşeye annesi mutfaktaydı.
“Kızım geldin mi?”
“Geldim anne, ne yapıyorsun?”
“Hiç canım, yemek yapıyorum. Nasıl geçti bakalım ilk günün?”
“Off! Nasıl olsun, manyak bir kızla geçti. Bir ukala ki görme gitsin. ya ben ne yapacağım onunla anne bilmiyorum! Hem de hiç bilmiyorum...”
Sonra içeri oturma odasına geçti, zihinsel engelli kardeşine sarıldı öptü.
“Nasılmış benim Harun’um, nasılmış kardeşim?” diye sordu.
Kardeşi müzik dinlemeyi ve sanatçıları çok seviyordu, ablasına sordu;
“Sen bana ne aldın, hangi kaseti aldın abla?”
“Canım benim, ben işten geldim ablam, üstelik paramda da yoktu. Biliyorsun ki bu gün başladım işe. İnşallah maaşımı alınca sana söz, alırım ama şimdi üzme beni güzel kardeşim!” dedi ve yığılıverdi televizyonun karşısında ki yüzünün astarı eskimeye yüz tutmuş kanepeye...
İki ayrı evde farklı hikâyeler ve işyerinde farklı hikâyelere doğru birer kulaç açtılar her iki genç kız...
Çarşamba, Ekim 03, 2012
03 Ekim 2012
Filiz Aktaş
YORUMLAR
okutucu 71-istanbul
Bu öykü ilgimi çekti kızım. Devamını bekliyorum. Bilmem ne uzunlukta olacak. Bir eleştiri istersen, yazım kurallarına uyulmamış. Ama anlatım çok güzel. Kutluyorum.
okutucu 71-istanbul
bu yazının sonunu şimdiden merak ettim :) acaba kızlar ne yapacak. Güzel bir anlatımdı tebrik ederim. Saygılarımla