Hayat cesurları sever
03 Ekim 2012, 10:17
Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlayınca bireysellik zedelenmektedir.
Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, hoşgörü, hakkaniyet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir.
Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür. Bireyin gelişimi sağlıklı toplumlar oluşturur. Sağlıklı toplumlar da sağlıklı bireyler yetiştirir.
Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar. Kararları kesin ve sorguya açık değildir. Kendi doğrularının mutlak doğru olduğuna inanır. Bakış açılarının ekseni çok dar ve derin algılama ve sorgulamadan çok uzaktır. İç dünyaları yavan ve sığdır. Bu tarz eksik bilinç algılamasına sahip insanlarla gönüllü bir paylaşım ve hoşgörü ortamı oluşturamazsınız. Uyuyan bilinç, toplum olaylarına duyarlı değildir. Ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ’Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Yoksa körü körüne bir şeye inanmak onu doğru ve ahlaklı yapmaz.
İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar.
Bütün davranışlar değer yargılarına dayanır. Bunu yanın da tüm değer yargıları ya kendimize aittir ya da başkalarından edinilmiştir.
Bazen toplum içerisin de kendi değer yargılarımızdan ziyade başkalarının hoşuna gidecek rolleri üstleniriz. Bu rol modele o kadar aşına oluruz ki çoğu zaman bizim doğamız haline gelir.
Oysa kendi değer yargılarımız, bizim kendi kişilik yapımızın temel taşları olmalı.
Genellikle çocuklukta edindiğimiz yargılara ömür boyu bağlı kalırız. Şayet kendimizin derinliğine aydınlanmasak orda kalır, yeniliğe, ilime, bilgiye kendimizi güncellemeden hayatı seyrederiz!
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ’Zararsız’ ve ’Yararsız’yaşaması olması iyi olabilir mi? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı. Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye, sütlüye karışmadan ’Yararsız’ insan olmanın neresi zararsızlıktır...
İnsan yaşadığı topluma, değer yargılarına sahip çıkmalı, yürekli ve cesur olmalı yoksa insan olmak, kol ve bacak işi değildir, cesaret ve sağlam karakter ister. Hayatın sorumluluğunu yüklenmemek, hiç bir şey yapmadan seyretmek en büyük tehlikedir. Bir insanın düşünme gücü satın alınırsa bütünlüğünü yitirir, ya korkak ya da kaçınılmaz nankör olur...
Ruhsal olgunluk ve sağlam karakter her şeyin özüdür. Karakteri zayıf, donanımı yetersiz insanların yargılama gücü zayıftır. İçsel derinlikleri öngörüden yoksundur her duyduklarına inanırlar. Bu nedenle baş eğen bireylerin oluşturdukları toplumlar içtenlikten yoksun büyük saygı göstermeye, korkuya daha açıktırlar.
Ne yaptığını bilmeyen, karasız insandan daha korkağı yoktur.
Oysa bütünlüğün içsel boyutların da kendini aşmış insanlar akılla birlikte kavrayışın önemini bilir, bahanecilik ile korkaklık arasında gidip gelmezler, çare arayışına girerler. Özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretinde insanca yaşamak için elzem olduğunu bilirler.
Cesaretin ve özgürlüğün olmadığı yerlerde insanlar da sürüye uyma bilinci öncelik kazanır, buda korkunun, esaretin en sevdiği adrestir.
Ülkemiz için, bütün insanlık için gelin fikri hür vicdanı hür, üreten, düşünen, sorgulayan insanlar olarak hayatı sevelim, sahip çıkalım...
Olcay Kasımoğlu.