- 1712 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHİT Alb. İbrahim Karaoğlanoğlu ile HASBİHAL
ŞEHİT Alb. KARAOĞLANOĞLU İLE HASBIHAL
‘’Katiller, bir adım öne çıksın. Gaspçılar , safta toplan Marş Marş. Hırsızlar mıntıka temizliğine. Dolandırıcılar, garajda araç bakımına. Tecavüzcü Süleyman, sen yerinden kıpırdama. Oğlum sen her yerde çıkıyorsun. Nesin lan sen? ‘’ ‘’Komutanım. Ben hem hırsızım ,hem de, gaspçı. Müsadeniz olursa gaspçılarla gideyim.’’
Bu konuşmalar ,her sabah ,benzerleri ile , Lüleburgaz 241 nci Piyade Alayının yoklama saatlerinde , sıkça duyulurdu. Benim Bölüğüme, 112 hükümlüyü Ecevit Affından sonra vermişler, mevcutlar hapishanelerin boşalması ile iki katına çıkmıştı. Tabi vukuatlar da.
‘’Komutanım, dün gece bir arkadaşın parası çalınmış.’’
‘’Hırsız başını çağırın’’
En tecrübeli hırsız, hırsızbaşı olarak karşıma gelirdi. Biraz da ,hırsızlığın namusunu korumak amaçlı , bilgiç bilgiç sorar, karşısında safta bekleyen hırsızlara bakarak;
‘’Para cüzdanda mıydı, Komutanım.’’
‘’Evet cüzdandaymış’’
‘’Komutanım, şu beş kişiyi gönderin. Bunlar dızdızcı dır. Yani cüzdanla işleri yoktur. Çaldıranın kendisinin ,cüzdanı çıkartıp , eliyle paraları göstermesi gerekir.’’
‘’Tamam, dızdızcı lar gitsin’’
‘’Pantolonda kesik var mı?’’
‘’Yok, cüzdan sağ arka cepteymiş’’
‘’Şu üç arkadaşı da gönderelim. Bunlar kesikçi dir. Cüzdanı ,jilet atıp düşürmeden almazlar.’’
‘’Paranın hepsi mi kayıp, yoksa içinden eksilme mi var?’’
‘’Eksilme var, değerli paralar alınmış, gerisi duruyor. Cüzdan tekrar cebe konmuş.’’
‘’Bu iş ,tırnakçı-zarfçı işi Komutanım. Şu üç arkadaş kalsın, gerisini yollayın.’’
‘’Lan tırnakçılar, Komutanım, şimdi arkasını dönüp gidecek. Adi hırsız olmayın demiştik, Allah’ıma, kitabıma. Şerefimizi, onurumuzu ayaklar altına serdiniz be, arlanmaz herifler. Mesleğimiz bir sanattır. Bu Bölüğe geldiğimiz gün ,Üsteğmene, söz vermemiş miydik? Şimdi ben ,bunu düşünerek, arkamı dönecek ve gözlerimi kapatacağım. Hangi tırnakçı kardeşim aldıysa , bir sigara parasını kesip , benim arka cebime koysun. ‘’
Evet ,böylece çalınan para , uyarı bedeli olarak kesilen ,sigara parası hariç yerine gelir, kimse grubunun, rencide edilmesini istemezdi .Kleptomanlar hariç. Çünkü onların hırsızlığı ,irade dışıydı.
Katillerin içinde , hiç konuşmayan, başı sürekli önünde, masum yüzlü biri vardı. Katil oluşuyla övünerek, saygı bekleyenlere ,hiç benzemeyen bir er. Dosyasına baktığımda , onun on beş yaşında içeri girdiğini ve altı yıldır hapiste olduğunu okudum. Elimle ,işaret ederek ;
‘’Şu arkada saklanıp duran, kaldır başını, hah tamam sen , buraya gel ‘’
Önce epey bir ürperdi, sonra koşarak yanıma geldi. Sert bir selam verdikten sonra; ‘’Se-se-se-la-lal- hattt –ti tinn Ço –ço –çok, Ü – ün –ye , E-e-em ret Ko- kok o –mu- mu tanım ‘’ diye künyesini okudu. Ona sırıtan diğerleri , bakışımdan korkup ,başlarını eğmişlerdi bile.
Selahattin’in rengi ,kıp kırmızı olmuştu. Utanan gözleri ,yine yerlerde, kaderin bu lanet oyununu çözememenin , yanlış domino taşının ,hangisi olduğunu bulamamanın , bu affedilmez damganın, nasıl silinebileceğinin ,zalim cevaplarını arar gibiydi. Onu rahatlatmak için ,elimi omuzuna koydum.
‘’Hayatta her şey insanlar için, kim bilir seni de, neler mecbur etmiştir? Demek bir adam vurdun, üzülme her şey geride kaldı, Selahattin.’’
Başıyla yine yere bakarak ‘’E – e- vet Ko –ko-kom- ta-tanım’’
‘’Anlat bakalım .Senin gibi bir delikanlıyı ,nedir katil yapan?’’
Beş kardeş Ünye ‘de ,sakin bir hayat yaşarlarken, güzel bir genç kız olan ablaya, zorba bir delikanlı ,gönül koyar .Eh ,yer ne de olsa Karadeniz. Kafalar hemen atmaya , denizi gibi ,yağmuru gibi, patlamaya hazırdır, insanları da.
Kız, henüz 17 yaşındadır. Aile ,kızı vermek istemez. En büyük ağabey, kesinlikle olmaz, zorba Dursun ’lara kız değil , kümesten kaz bile vermem diyerek ,tavır koyar. Kavgalar, döğüşler, tehditler ,kırla gider.
Ama genç kız , Ağabeyinin muhalefetine rağmen ,oğlana yeşil ışık yakmıştır bile. Dile düşürmekle suçladığı ağabeyine ve bütün ailesine inat ‘’ Varacağım ona, mutluluğuma engel olmayın daaa’’ diyerek ,direnir.
Büyük Ağabey, birkaç gündür ,yoktur ortalıkta . Avluda yapılan kır düğününde de, görünmez . Kızıp, gittiğini düşünür bütün aile. Öyle ya , hem bu kadar laf et, sonra da düğüne gel. Olacak şey değil.
Davullar çalıp, kemençeler, tulumlar davetlileri coştururken, kulağına fısıldarlar , derede ki köprü altına sıkışmış cesedi. Selahattin koşarak gider, babası, kardeşleri de, peşinden .
Oy anam oy, Ağabeyidir, boyluca uzanmış yatan. Altı kurşun sıkılmıştır ,sırtına ,göğsüne. Düğünde ,altışar altışar ateş edip coşan ,damat gelir aklına .Baba , bu acıya dayanamayıp bayılırken ,belindeki smithw wesson tabancasını uzatır ,Selahattin’e.
Selahattin,birden ciddileşir, aldığı sorumlulukla titrer. Onu izlemesini isteyen bir köy delikanlısının, ardına düşer. Bir tenhaya çeker onu, bu delikanlı.
’’ Bak Selahattin, Ağabeyini, ablanı alan ,İrfan vurmuş. Bunu ,bacım görmüş fındık ağacının tepesinden de, korkudan inememiş ağaçtan. Ben gece yarısı, bulduğumda, zor anlattı gördüklerini. Üstelik ilk mermiyi, arkadan sırtına sıkmış. Kızı Jandarmaya götüremedik, intikam alırlar diye. Çok korktuk, ama sen bilesin dedim ‘’
Selahattin , hiçbir şey söylemez, düğün alanına geri döner. Horon tepenlere yaklaşırken, artık elinde silah vardır. Altı mermiyi de, damada sıkar. Damat elindeki silahı kullanamaz bile. Boş tabancayı fırlatır ,meydana , tulum çalan ,şaşkın çalgıcının ayaklarının dibine. Kaçmaz, teslim olur Jandarmaya.
Mahkeme 16 yıl verir ,yaşının küçüklüğünden ve tahrik durumunu göz önünde tutarak. Önce Islah evi , sonra ceza evine girer. Katile benzemeyen ,içi tabiat, hayvan ,insan sevgileriyle, dop dolu, dürüstlük ve onur timsali Selahattin Çok.
İleri gelenler, iki aileyi ,zorla bir araya getirirler. İki kurban gittiğini, bu işin bitmesi gerektiğini konuşurlar. Selahattin ,bir daha asla, asla ,ama asla Ünye’ye, yakın bile gelmeyecek. Aile ,onunla irtibatını kesecek, para dahi göndermeyecek ,telefonla bile, konuşmayacak. Cezaya bakın , öldürseler çok daha iyi .
Böylece Garibim, paradan başka hiçbir şeyin geçmediği, yaşam çukuruna salınır. Açlık çeker, eziyet görür , ayakçılık yapar, ağaların çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkar. Döverler de bazen , yine de, sevdirir kendini. Bir de, korkunç ,ileri derecede kekemedir. Alay ederler ,ona bir şey sorup , konuşmaya mecbur ederek. Tanrım, bu insanları da , sen mi yarattın?
Onu kendime, haberci yaptım. Her Bölük Komutanının , arazide sırtında telsiz taşıyan ,Tabur, Takımlar ve diğer Bölüklerle irtibatını sağlayan ,güzel konuşabilen ,akıllı habercileri vardır. Tabur Komutanı ,beni aradığında kekeleyen Selahattin’i ,hiç anlamamış ve bana kızmıştı. ‘’Yahu, ben seni arıyorum, adamın cevap veremiyor .Bölükte, başka adam kalmadı da, bu oğlanı mı, buldun haberci olarak? Onu telsiz başında görmek istemiyorum’’
Komutan haklı. Ama onu çok seviyor ve kardeşim gibi ,bu kimsesizi korumak istiyorum. Olanları hissedip, gizli köşelerde ağladığını duyuyorum yazıcılardan. Ünlü Yunan Hatibi, Demosthenes, ağzına çakıl taşları koyarak yenmişti diye düşünerek, iki demir bilye bulup, Selahattin’e veriyorum.
Bu bilyeleri, ağzından çıkartmayacaksın .Ağzında bilyelerle , hiç utanmadan benimle devamlı konuşacak, sürekli türkü söyleyeceksin. Sakın azmini kaybetme, yoksa aç kalırsın. Her şey, senin teskereden sonraki hayatın için ,anladın mı ,Selahattin?
İlk şarkıyı, o zamanlar moda olan;
‘’Osman Abim ,evde mi ,evde mi?
Üç odalı yerde mi ,yerde mi?
Ah kadifeli yerde mi ,yerde mi?’’
Utanıyor, söyleyemiyor, kızarıyor, tuhaf sesler çıkartıyor, hiç aldırmıyorum .Hadi oluyor , söyleyeceksin ,diyorum. Bazen ağlamak istediğini fark edip, onu en iyi anlayan, Kontes’le oynaması için yalnız bırakıyor, onun ‘’Ko ko kon tes ‘’ diye bağırarak çağırmasını, ona anası gibi sarılıp ,öpmesini izliyorum.
Nöbetlerimde , mesaide, hep yanımda o var. Gazeteyi eline tutuşturup,
‘’Oku bakalım ,neler olmuş dünyada ?’’ Durmadan ,onu konuşturuyorum. Artık benden kaçacak neredeyse.
Yasak masak dinlemeyip ,Samsuna gittiğim, bir görev sırasında, hasım aileye haber salıp ,konuşmak istediğimi söyledim. Ünye karıştı neredeyse. ‘’Kabul’’ dediler, yine de . Elim silahımda, oturdum masaya. Çocuğun ,yeteri kadar ceza çektiğini anlattım. Biraz affeder gibi oldular. Fakat, kendi ailesi, böyle bir barışın yararlı olmayacağını, ailede küçük çocukların olduğunu, altı yıldır kabuk bağlamış , kurumuş bir yaranın deşilmemesi gerektiğini söylediler. Bilmem haklılar mıydı? Belki de.
Anasını ve sonradan vefat eden babasını ,sadece, yarım saat görebildi. Evlenemeden dul kalan abla ,çok kırgındı . Uzak durdu , hoş geldin bile demeden . ‘’ Bizi affet , ama seni ,biz feda etmek zorundayız. Diğer kardeşlerini ,onların çocuklarını düşünerek ,sana bir daha gelme diyoruz ‘’, gibi konuşmalar oldu. Çok bol gözyaşı ve sarılmalarla bitirdik ,yarım saat müsaadeyi.
‘’Gel oğlum, senin yazın buymuş, beni kabul et ,ağabeyin olarak. ‘’ Ondan üç yaş büyüktüm. Birden elimi öptü. ’’Se-se-sen bebe benim A –a-bi –bim sin ‘’
Ağzında bilyelerle dolaşması, onun biraz konuşabilmesine yaramıştı. Yine kekeliyor ama ne dediği anlaşılıyordu. Terhis olduğu zaman , tek başına yaşayan , bir camcının yanına işe soktum onu .Her akşam gelir ,ona bıraktığım anahtarla kapımı açar, bazen benimle yemek yer, çay içer , Kontesi sever ve giderdi.
İlk defa, az da olsa ,para kazanıyor, camcı dükkanının , arkasına serdiği yatakta, pırıl pırıl, tertemiz yatıyordu. Dükkan ,onun evi olmuştu . Böylesine tertipli bir camcı dükkanı, göremezdiniz. Camcı Hacı Mehmet Amca (Nemrut Hacı derlerdi ) çok mutluydu Selahattin’in çalışmalarından, tertipli oluşundan. Yeni inşaatların camlarının takılma işlerini de ,alıyordu, dil dökerek müteahhitlere.
Bir Aralık günü ,Kıbrıs’a tayinim çıktı. Doğrusu kışa girerken hiç beklemiyordum. Aldığım gazı ve odunları ne yapacaktım. Askerliğin ,en zor özelliklerinden biriydi bu. Alışmak , sevmek ,yok. Vatanın her köşesi ,aynıdır, her köşesi güzeldir, falan filan. Sevgilin ,ağlayıp dursun .Boşuna demiyorlar , subayı sevme sakın diye, kız anaları.
Çok ani bir gidişti bu . Onu, bana biraz lanet görünen, Hacı Mehmet Beye emanet ederek ,gittim Kıbrıs’a. Girne Merkez Komutanlığı, Trafik Takım Komutanı olarak. Yeni ,hain , unutulmaz tehlike ve maceralar başlıyordu hayatımda ,götürüleri ile kaçınılmaz.
Altı ay sonra , görevli geldiğim Mersinden bir fırsatını bularak gelip, onu ziyaret ettim. Allahım, Allahım, bu insan ,o değildi ki. Hacı dükkanda yattığı için ,kira diye paranın yarısını kesiyor, her sabah erkenden kalkıp ,Hacının yakındaki evine gidip, ısıttığı suyu dökerek , ona ab’dest aldırıyordu. Daha epey eziyetler de ,vardı ama ,Selahattin bana anlatmıyordu. Dükkan komşularından bir esnaf , beni çay içmeye çağırınca, gidip o adamı dinledim.
‘’Te be Gumandan, sen bu çuçuğu, esir mi verin , yoksam küle mi be yav ?’’
‘’Kızancık, sen işe suktun diyen , kimseciklere süülemez, bir yerciklere gitmez,kimseciklerle gonuşmaz,ac kalın, sesi çıkmaz be yav. Bizim ,çarşı olarak ,galmadı sabırımız be Gumandan. Bazı esnaf, götü bedduva eder sana be yav. Başka insan yanı galmadı mı ,diyerekten be yav. ‘’
Diğer insanları da , dinliyorum ,hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Nüfus cüzdanını getir diyorum. Hacı almış elinden . Fuhuş yaptırılan fahişeler benzeri , esir kaçamasın gibisinden. Zorlayarak alıp, Kırklareli Valisinin yanına götürüyorum. O zamanlar ,Adaya pasaportsuz almadıkları bir dönem. Emniyet Müdürünün , ‘’Bir günde pasaport olur mu ? ‘’ itirazlarına rağmen , köftemizi yerken ,hazır pasaportumuzu, bir polis memuru getiriyor. Hemen Vali ve Müdür Beylere teşekkür edip ,Mersine yola çıkıyoruz.
Selahattin’in , yatacağı yer yok. İnzibatların arasında yatıyor. Ona camekanlı bir araba alıp ,gece hazırladığımız sandviçleri sattırarak, para kazanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Kazancı iyi ama ,ben gidersem ,belediye ve diğer satıcılar, onu yaşatmazlar. Kalıcı bir iş bulmalıyım.
Niyazi var, Kıbrıslı arkadaşım. Deniz kızı otelin ve Niyazi’s Restorantların sahibi .Orada işe sokuyorum. Beş gün sonra Niyazi, Selahattini Şef yaparak bana teşekküre geliyor. Olacak şey değil. Helal sana Arslan’ım benim.
Onu, Kıbrıslı Hanım bir kızla evlendiriyoruz. Sonra , Denizli’ye dönüyorum, Kıbrıs’tan. Gözüm arkada değil artık.
Bu gün ,19 Eylül 2012 , Gaziler günü ve ben Kıbrıs’tayım, 36 yıl sonra. İlk işim ,Niyazi’yi bulmak oluyor. Ona, Selahattin’i soruyorum. Dome Otel den ,şef olarak emekli olmuş, Telefonunu bulup bağlıyorlar .Karşımda Selahattin var. Kekelemeden konuşuyor. ‘’Ben ,Üsteğmen Yaşar ‘’diyorum. Konuşma kesiliyor ,ağlıyor sadece. Deniz kızın da ,buluşuyoruz.
Ona sım sıkı sarılıyorum, gözlerimde Lüleburgaz, ilk gün, telsiz, Tabur Komutanı, Ünye, ablası, yengesi ve daha bir sürü, ıvır zıvır var. Çok zayıf görünüyor. Gırtlak kanseri atlatmış. Deni kızının sahilinde, Niyazi yemek ısmarlıyor.
Sonra ,bizi Lapta’da , evine ve küçük Kafeteryasına götürüyor. İki arabası var, biri küçük bir jeep. Çocukları ve eşi çalışıyorlar. Onu , geleceğini sağlama almış görmek, beni çok mutlu ediyor. Çardak altında ,elleri ile kopardığı üzümleri ve inciri , ikram ediyor. Herkese ,‘’İşte ,benim Komutanım bu ‘’diye beni utandıracak kadar övüyor , övüyor. Kendimi tanımasam, bu adam neymiş be abi ,diye soracağım neredeyse.
Kahvenizi ben yapardım, diyerek ,eliyle enfes bir kahve ikram ediyor bana. Değme gelin ,böylesini yapamaz. Koca bir ev yaptırmış, bahçeli falan. Denizi çok güzel gören. Bu manzarayı ,terasından seyrediyorum. Önüme bir kavanoz getiriyor. Anlamıyorum , boş şekerlik de ,adetten midir yoksa ,ne ola ki?
Hayır hayır , boş değil, içinden ,iki demir bilye çıkıyor.
‘’Daldan dala atla yar,
Hop sana yandım.
Fistanını topla yar
Bir tanem, sevdiğim.’’
Vay be, otuz altı yıl geçmiş. ‘’Komutanım , bir de Kontes’i hiç unutamadım. Senin evinde, yangın çıkmıştı da, üç kilometre koşup , yoklamada beni bulmuş ve yanan kapı ve masa hariç evi kurtarmıştık’’
Hiç unutur muyum, oburluğum yüzünden , ekmek üzerine sucuk koyup, elektrik ızgarasında yapmış, yoldan geçen kızlara bakayım derken de, fişi çekmeyi unutmuştum. Kontes, bir tehlike olacağını sezerek koşup , Alay dan Selahattin’i , önüne katarak getirmişti. Geldiklerinde yangın başlamış , mutfak kapısı ve masa komple yanmıştı . Zor söndürmüştü Selahattin. Faciadan, kıl payı kurtulmuştum, saniyeleri ,saniseleri veren, bazen durduran , Ulu Ruh ,Ulu Tanrı, acımıştı halime .
Birlikte, İbrahim Karaoğlanoğlu Şehitliğine gittik. 19Eylül 2012 Gaziler gününde. İki kız ,resim çektiriyor, bir genç oğlan, bisikleti ile Araç Müzesinde tek teker gösterileri yapıyordu. Şehitlik bakıcısı asker , Kıbrıs’ lı bir delikanlı ile samimi bir sohbet içindeydi .Bir kaç kır çiçeğini ,Canım Öğretmenim, Aile dostumuz ,örnek Önder, 50nci P. A. Komutanı ,Alb. İbrahim Karaoğlanoğlu’nun ,gözüme çok basit görünen, kabrine bırakıp, ruhuna dua’lar ediyorum.
O kadar yaklaşmışım ki, yerden bitme , çok alçak yapılmış mezarına ;
‘’Ne işin var senin burada Karaoğlan?’’ demez mi?
‘’Sizi, ziyaret etmeye geldim , Komutanım.’’
‘’Bak baban Alb. Hayri Ovalı da burada. Aynı Layter’de ,birlikte çıktık Kıbrıs’a , ama beni yalnız döndürdün eve, diye sitem ediyor. Ben de, ilk saatlerde , yakaladığı ,on iki koç tan yaptığı kavurmanın ,tadına doyamadığımı , beyaz önlüğü ile ,elinde kepçe, sıraya soktuğu herkese, kavurma dağıttığını, benim göbeğime hürmeten ,torpil geçtiğini söylüyorum. ‘’
‘’Ellerinden öptüğümü söyleyin Babama Hocam. Her kurban bayramında ,onun kavurmalarını , ailece çok özlüyoruz. Diğer Şehitlerimizin de ,ruhları şad olsun.’’
‘’Anlat bakalım Karaoğlan, Türkiye nasıl? Ordumuz ne yapıyor?’’
‘’Ordumuz, sarı öküzü verdikten sonra, benekli öküzü de, kara boğayı da ,verdi Hocam. Bilemediler , kurtların bir türlü doymak bilmeyeceğini. Neden Atatürk’ün Askeri, Alay Sancağı gibi ,sadece Cumhurbaşkanına eğilir de, o rütbeler ,orduyu, milleti temsil ettiğinden , başkasına , baş öne düşerek selam vermez, veremez bilemediler.’’
‘’Durmadan şehitler geliyor, Gaziler çığ gibi çoğalıyor. Bu iç savaş , bu bölünüş kimin işine yarar? Koca ordunun gücü, karakol bekleyerek, heba edilir mi?
‘’Haklısınız Hocam, bu ordunun gücü; dağda sıçtığı yeri , beş kat toprakla örttürür PKK ya da, tabi o dağlarda ,gece gündüz, kar ,yağmur ,çamur dinlemeden, ormanmış, batakmış ,çatakmış, demeden dolaşabilirsen.
Artık subaylar da ,bıktı be Hocam, ölenin kıymeti bir cenazelik, kalanlar rezil rüsvaya, uzuv gittiyse yandın , dosyalar , soruşturmalar kırla, şanı olmayan bir savaşın ,,gönüllüsü olur mu? Terfi bekleyen Komutanlar bile, istifa edebiliyorsa , göreve gitmiyorlarsa, bir düşünmek gerek .’’
‘’Yahu Karaoğlan bu adamlar Rum Muhafız Gücünden de, güçlü mü? Arada deniz yok ,tank, top yok, Askeri bir idare altında değiller, nasıl oluyor da , koca ordu , pısmış Aslan gibi, sadece seyrediyor?
‘’Ne demeliyim ,bilmiyorum Hocam. Bunların tankı, topu yok ama, arkalarında Amerika, AB, İran, Irak ,Suriye, legal partiler , kafaları yıkanmış aydınlar var. Türkiye seninle gurur duyuyor ,diye tempo tutulan , önce kırmızı pasaport verdiğimiz, sonra da baş köşelere oturttuğumuz, Barzani var. İçerideki komutanların ,kulakları çınlasın. Evlenme teklifi alan, evde kalmış kız gibi ,mutlular . Sürekli ,büyük devlet olacaklarını, petrolün gücüyle , Araplar gibi zengin yaşayacaklarını düşünüyorlar.’’
‘’Amerika onlara yedirir mi ,yer altı zenginliklerini? Bu, BOP projesinin uygulama senaryolarından biri. Buna göz yuman Atatürkçüler, aydınlar, demokratlar, cumhuriyetçiler ,bir gün kopmuş vatan topraklarının ardından ah, vah edeceklerdir. Vatanı böldürmemek , bayrağımızı indirtmemek için , sopayı tutan bizler olmalıyız. Zaten şu yattığımız yerde, kemiklerimiz , sızım sızım sızlıyor . Senin de, yaralandığını söyledi Baban. Nasılsın ,iyileşebildin mi?’’
‘’İki kere çizdirdik Hocam.Birincisi ,bir dikiş atmayla halloldu ama ikincisi,çok zorladı beni. 36 gün komada kaldıktan sonra, üç buçuk ay da ,hastanede yattım. Bacağımın , kasıktan kesilmesinden de ,zor kurtardım. Gerçi kesilseydi, belki belediye otobüs şoförleri , ‘’Senin neren Gazi Dayı? ‘’diye sormaya utanırlardı, kara sakallı, pis dişleri ve şivesi bozuk sırıtışlarıyla . Eşref Bitlis Paşam, helikopteri ile , zorla hastaneye göndermeseydi, ölürdüm her halde.’’
‘’Aman Karaoğlan, Kıbrıs ,Gazilerine evler ,arabalar verip ,hiç birini, işsiz ve muhtaç bırakmadı, Koca Türkiyem, on bin Gaziye mi ,bakamayacak? ‘’
‘’Evet Hocam, yüz bin Suriyeliye bakan ülkem, ne yazık ki ,on bin gaziye bakamıyor. Onların , hayat yarışından çelme yiyerek, geri kaldıklarını ,bir türlü idrak edemiyor.Çok kötü durumdalar, çok kötü.’’
‘’Şu ,Muzaffer Tekin ile sen ,ne yaramaz öğrencilerdiniz. Oğlum ,siz hiç korkmadan , hiç düşünmeden neler neler yapardınız? Ama harekatta ,o Muzaffer’in öğrencim olması ile gurur duydum .O ne cesaretti ,altın madalya verdiler çocuğa. Fazlasını bile hak etti de, sonra da beş yıldır ,içeride tutuyorlar. Bu devlette, yapılan her Hizmet neden unutuluyor kolayca’’
Sonra, diğer şehitlerimizi ,teker teker dolaşarak ,Türk’ün gücünü gösteren yavru Vatan elden gitmesin diye, canlarını veren yiğitlerin ,ruhlarına da ,Fatihalar okudum. (Türkçe olarak)
Sorumlu er, yanıma yaklaştı ’ Sen kimsin be Dayı? Tanıdık falan mı var ‘
Bir vatandaşım oğlum. Gaziler gününde ,gazilerin bile esamesi olmayan ,bu yere gelmiş ,eski bir Türk vatandaşı’
Lefkoşa’ya, gitme saati yaklaşınca, otobüse nereden bineceğimizi sordum,Selahattin’e. ‘Bana hayatımı yeniden veren ,bu kadar iyilik yapan ve bir gün yaptığı bir şeyi söylemeyen ,Ağabeyim, Babam, Komutanımı ben ,otobüsle mi göndereceğim. Bana azap çektirme Komutanım ,araban hazır bekliyor.’
Bu ne iştir? Gıcır gıcır bir Mercedes Vito VİP Minibüs, gerçekten beni bekliyordu. Veda ederken, Göğsüme dayadığı yüzünden, süzülen damlalar gömleğimi ıslattı.
Ben, Hacı olmuşum da haberim, olmamış. Otuz altı yıl sonra ,gurur duyarak kollarım iki yanıma açık ,adımlarım sert ve başım dimdik girdim ,hava alanına.
Kıbrıslı, yaşlı bir polis ‘ Sizi tanıyorum .Siz Yaşar Üsteğmen değil misiniz?’ diyerek yaklaştı yanıma .
‘Nerden gelin be gumandani’?
‘Lapta da, hacı oldum, hem de şehitlikte kurban kestim, dualarımla. Kıbrıs çok güzel olmuş ,gururlandım sizlerle ve Türklerle. Yahu şu şeftali kebabı ,kömür ateşinde olur. Ay-gaz ocaklarında yapmayı da,nereden çıkartınız? Onun biraz tadı kaçmış. Ama taze cevizden yapılan macun tatlısı var ya, hala çok nefis be dostum’.
‘Yedin bi tane?’
‘Bir tane de olur mu ,eski dostum. Beş tane yedim’
‘Sen nittin oraşta. Ölün be gumandani, yoksam azdınn?’
E.YAŞAR OVALI
02.10.2012
YORUMLAR
Ben Sizin yazılarınızı severek okuyorum. Yazılarınızda ruh var sankin be komutanım.:))
Yüreğinizin güzelliğini, gözünü daldan, budaktan esirgemeyen bir subay olduğunuzu, kimsesizlere kol kanat gerişinizi anı niyetine yazdığınız yazılarınızdan öğrendim, okudum.
Allah sizi hiç darda koymasın.
Yazının içindeki sitemleri, hayal kırıklığını ne güzel anlatmışsınız o Yüreği kocaman Türk subayının kabri başında (KARAOĞLANOĞLU)
Kıbrısı sevenlerdenim. İnsanlarının o devrik cümlelerde konuşmalarına hayranım. Ama onlardaki düş kırıklarınıda dinledimde, noluyor bize ya, diye hayıflanıp bir ah çekmedimde değil hani....:))
Ceviz macununu birden fazla yemezler ve hatta birtane ikram ederler malüm olduğunuz gibi. Sahi ya afiyet olsun size.. Şeftali kebabını hele şu MÜHLİYE si varya ben çok severdim.
kukurikuu
Seni sayfamda göremeyince , yazdığımın tadı tuzu olmuyor inan ki. Hele
KIBRIS konu olunca.
Ne acı bir şey, o gün benim beklediğim Gazi ve Şehitler günü gibi olmadı.
Şu ceviz ile ilgili bir anım var. Çıkartma bittikten sonraki günlerde , tanıştığım Kıbrıslı bir kız beni evine davet etti. Üç kız kardeş ve anne ,bana macun diye ,koca tabağın içinde tek bir ceviz getirmez mi? Yanında çatal ,bıçak da var. Ben tek çatalda ,cevizi ağzıma attım. Hiç tatmadığım kadar, güzel geldi. Kıza bakıyorum. Bir tane daha getirdi ve işaret ediyor, bıçakla kes diye. Başımı sallayarak imkansız dedim . Üçüncüyü de ,ağzıma atınca , anne gidip kavanozu getirmez mi? Aman Allahım ,ne çok yedim anlatamam.
Anası kızına '' Bu adam azmış kızım , sen bununla baş edemezsin '' demiş.
Sevgilerimle.
inci*
Çok tatlısınız siz..
Bize ikramlarıda bir bardak su ve bardakların üstünde içinde birer ceviz macunu olan küçük tabakla olmuştu. Dediğiniz gibi bir lokmacık cevizleri çatala batırıp attık ağzımıza sonrada suyu içtik üzerine elbette 2. bir ikram olmadı. sonra incir macununu öğrendim ve kendim şahsen incir macunu yaptım.. Ama ceviz macunu başkaydı elbet...:)))
kukurikuu
Anılar hem bu günü, hem de geçmişi örnekler .Bu yüzden paylaşılmalı diye düşünüyorum.
Teşekkürlerimle.
Başından sona nefessiz okudum..
Herhalde hiç unutamayacağım bir hayat hikayesi
Allah selamet versin
Kalbi şükranlarımı arz ederim
kukurikuu
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
kukurikuu
Sayfamda oluşunuz bana gurur veriyor.Düşünen kafalara rastlamak inanın çok zor.
Teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
kukurikuu
''NİYE BİTTİ ŞİMDİ BU ??? ''
İşte bu bana, yeter de ,artar bile.
Teşekkür ve saygılarımla.